Konuyu ele almak için öncelikle ulusal ve uluslararası
şartları nesnel bir şekilde değerlendirmek gerekiyor.
Birinci saptamamız gereken gerçek şudur: Anayasa
Mahkemesi’nde 3 yıldır devam eden davada kapatılmayan PKK’nın yasal örgütüne
doğu ve güneydoğudaki birçok belediye 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde teslim
edildi.
Dahası, PKK CHP ile DEM arasındaki ittifak sayesinde
Türkiye’nin batısındaki metropollerinde de PKK’ya yerel yönetimlerde koltuklar
verildi. Bu durum hukuki gerekçelerle açıklanamaz. Belli ki, Türkiye’deki hakim
siyasal sistemin aldığı kararın sonucuydu.
Buna karşılık, 24 Temmuz 2015’ten itibaren uygulanan
mücadele konseptiyle, Türkiye sınırları içindeki PKK’nın terör eylemleri yok
denecek noktaya ulaşmıştır. Türkiye, PKK terörüne karşı mücadeleyi Irak ve
Suriye’nin içlerinde sürdürmektedir.
1991’den sonra kısmen, 2003’teki Amerikan işgalinden sonra
büyük ölçüde Irak’ın kuzeyine yerleşen terör örgütü, özellikle 2027 yılından
itibaren alan kontrolünü esas alan sınır ötesi operasyonlarda güneye doğru
süpürülmüştür.
Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatları ile
Suriye’nin kuzeyinde Akdeniz’e açılacak koridor kesilmiştir. Bugün varılan
noktada, Tel Rıfat ve Münbiç’ten başlayarak Irak sınırına kadar olan bölgede
PKK’nın temizlenmesi hedeftir. Gelinen aşamada, bu hedefin başarılması için
uygun koşullar oluşmuştur.
Türkiye ve Suriye Orduları ve bölgede yerel Arap aşiret
güçlerinin PKK’ya karşı girişeceği temizlik harekatı uluslararası hukuk
açısıdan meşrudur.
ABD VE İSRAİL İÇİN DURUM
Gelelim uluslararası şartlara… Bahçeli’nin “açılımı” ile
birlikte tedavüldeki bir başka iddia, İsrail’in Hamas’ı bitirdiği, Hizbullah’ı
bitirmek üzere olduğu, buradan Suriye’ye yöneleceği ve ardından İran’ı da
bitireceği şeklinde. Bazı Hükümet yetkililerinin açıklamalarından Ankara’da bu
yöndeki değerlendirmenin de ağır bastığı görülüyor.
Öncelikle şunu vurgulayalım: İsrail’in Hamas’a çok ağır
darbeler vurmakla birlikte “örgütü bitirdiği” şeklindeki değerlendirme
İsrail’in psikolojik savaşıdır. Buna en iyi yanıtı yine ABD’lilerin ağzından
verelim.
Türkiye kamuoyunun yakından tanıdığı Henri Barkey’in
öğrencisi CFR üyesi Steven A. Cook “Sinvar öldü, Hamas hala yaşıyor” başlıklı
yazısını şöyle bitiriyor: “İsrail’in Sinvar’ı öldürmesi bugün büyük bir başarı
gibi görünse de zamanla diğerleri de -her zaman olduğu gibi- ayaklanacak ve
direnmeye devam edecektir (Foreign Policy, 18 Ekim 2024).
ABD’nin bu yönde bir karar verdiği ve İsrail ile birlikte
İran’ın kolunu kanadını kıracak, direniş ekseninin unsurlarını hareket edemez
hale getirecek planları olduğu yönünde bir psikolojik harekat yapılıyor.
Ancak ABD’den gelen işaretler bunun doğru olmadığını
gösteriyor. En başta İran’ın, “savaştan kaçınmanın maliyetinin savaştan daha
büyük” olduğu yönünde bir değerlendirmeye ulaştığı görülüyor. İran’ın,
Hamas’ın, Hizbullah’ın ve direniş ekseninin diğer güçlerinin gerekirse topyekun
savaşı göze aldığı noktaya geldik.
İşte burada, ABD ve İsrail durup düşünmektedir. Şimdiye
kadar her aşamada bir üst hedefe ilerleyerek uygulanan stratejide fren mi
yapılacak yoksa daha ağır maliyetleri göze alıp İran’a doğrudan saldırı mı
yapılacak? Eğer ikincisi tercih edilirse bunun telafisi olmayacaktır. O zaman
uzun sürecek bir savaş başlayabilir. Ve bu savaşta ABD ve İsrail’in kazançlı
çıkmama olasılığı çıkmasından daha fazladır.
TÜRK MİLLETİ KABUL ETMEZ
Peki bu koşullarda neden “Öcalan açılımı” yapılıyor? “Öcalan
ile DEM olacakmış, Kandil ile Demirtaş olmayacakmış”, efendim PKK içinde
ayrılıklar, kargaşalıklar yaratılacakmış vs. vs. Geçiniz bunları…Neresinden
tutarsanız tutun dökülen bu siyasetin amacı nedir?
Şunu vurgulayalım: Hendeklere gömülmüş PKK’nın sandık
vasıtasıyla yerel yönetimlerde iktidarlara sahip olmasına imkan sağlamak
aslında bu açılımın başlangıcı olarak görülmeli. Esas soru şudur: Varsayalım
ki, Öcalan silah bırakma çağrısı yaptı, “örgütü dağıtın” dedi.
Olması mümkün görünmüyor ama velev ki örgüt de “tamam biz
silah bırakıyoruz” dedi. Peki ABD tarafından Suriye’yi parçalayarak PKK/YPG’ye
kurdurulan özerk bölge ne olacak? “Onun adı SDG, PKK değil, kabul ediyoruz” mu
denilecek?
Hatırlatalım, PKK merkezi, hesabını tamamen ABD ve İsrail
saldırganlığının başarısı üzerine kurmuştur. Öyle “PKK’yı ABD’nin elinde
kurtarmak” falan gibi zırva bir iddiayı hayata geçirmek mümkün değildir. PKK,
Türkiye, Irak, Suriye ve İran’daki bütün kollarıyla ABD’nin stratejik aletidir.
Sözün özü, süreç Türkiye’yi yeniden ABD’nin 40 yıl önce
önümüze koyduğu “Üç İsrail Planı”na götürecek gibi görünüyor. İsrail devletinin
yanısıra kukla bir Kürdistan, yani ikinci İsrail ve Türkiye’nin
kuklalaştırılarak üçüncü bir İsrail haline getirilmesini hedefleyen bir plan.
Şimdi “ABD-İsrail, Irak’ı ve Suriye’yi parçaladı, İran’ı da nasıl olsa
parçalayacak” deyip parsadan pay kapma hesabı yapanlar ve bu plana sarılmış
olanlar olabilir. Ama bu planın bugün uygulanma koşulları yoktur. Bu planı Türk
milleti kabul etmez.
Fikret Akfırat/aydınlık