İfade etmek istediğimiz o ki, zulme uğrayan Müslüman halklar
söz konusu olduğunda bu kayıtsızlık Birleşmiş Milletler nezdinde daha da
belirgin bir hâl almaktadır. Biz bunu yakın geçmişimizde Arakan'da/Myammar'da,
Doğu Türkistan'da, Keşmir'de, Somali'de, Filipinler'de, Moro'da, Patani'de,
Trinidat/Tobago Adaları'nda ve daha nice yerlerde gördük. 75 yıldan beri ise
Filistin topraklarında görüyoruz... Özellikle ifade edecek olursak 5 daimi
üyenin "veto" yetkisi tam bir garabet ve adaletsizlik örneğidir.
Bakınız, bugün yaşanmakta olan en vahşi soykırım sürecinde birçok ülke
Birleşmiş Milletler'e müracaat edip Gazze'de akan kanın durdurulması için
diplomatik girişimde bulundu, ancak bu talepler karşısında büyük şeytan ABD
devreye girip bu müracaatı "veto" etti. Yani ABD, diyor ki: "Katliam/soykırım devam etmeli, buna
kimse engel olamaz, bu işin garantörü benim, bebekler, kadınlar, çocuklar,
hasılı sivilden ve canlıdan yana ne varsa Siyonist çete öldürmeye devam etsin.
Ben burada onun için nöbet tutuyorum ki, o da rahat rahat soykırım yapsın.
Gazze'de yaşayan tüm canlılar öldürülünceye kadar ben buradayım. Ben bu
soykırımın finansörü olarak Siyonist kardeşlerime 14.5 milyar dolar verdim.
Silah ve mühimmat vermeye de devam edeceğim. İsrail'in yayılmacı/işgal
politikaları benim teminatımdadır. İsrail'in güvenliği benim
önceliğimdir."
Evet, biz bu nedenle diyoruz ki, Gazze'de yaşanan katliamın
baş müsebibi ABD'den başkası değildir. İblis ABD veto etmese ve bu desteği
sağlamasa Siyonist çete soykırım yapamaz. Bu yüzdendir ki, Sayın Erdoğan her
fırsatta, "Dünya beşten büyüktür" deyip veto çelişkisine ve bu
adaletsizliğe dikkat çekmektedir...
Yıllardır sürüncemede olan bir başka örnekten söz edelim:
Merkezi Lahey'de olan Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı 242 nolu
kararla Siyonist İsrail'in 67 öncesi sınırlara geri çekilmesini talep
etmektedir. Bakınız sadece talep etmektedir ve o gün bugündür asla bir
yaptırıma gidilmemiştir. İşin bir başka garabet tarafı, Birleşmiş Milletler %
54 Siyonist çeteye, % 46 Filistinlilere verdiği paylaşımı işgalci İsrail asla
kabul etmemiş ve (olmayan) sınırlarını deklare etmemiştir. Hâlâ da deklare etmiyor, çünkü onun
hâyalindeki sınır Arz-ı Mevud.. Ama şu hakikati de bilmiş olalım ki, Siyonist
çete bu emeline ulaşamadan tarihin lânetliler çöplüğüne atılacaktır. Bu bir
Kûr'ânî hakikattir. (İsra: 4-7) Bugün yaptıkları bu soykırım vahşetiyle
azgınlık ve zulümlerini doruğa ulaştırmış oldular; artık onlar için geri sayım
başlamıştır. Ne Amerika, ne İngiltere, ne diğer Batılı ülkeler ve ne de
sessizliğe bürünmüş olan Birleşmiş Milletler bu canavarı helâk olmaktan
kurtaramayacak...
Şunu da bilmiş olalım ki, Siyonist katil sürüsü gasp ettiği
topraklardan kendi inisiyatifi ile asla çekilmeyecek ve asla iki devletli
çözüme razı değil. Buna rağmen İslâm dünyasına vaziyet eden bazı siyasîler
aymazca ve gaflet içerisinde iki devletli çözüm önerisinde bulunabiliyorlar.
Bu önerseme ve beklentileri kabul edeceklerini mi
sanıyorsunuz? Hayır efendim, bu koşullarda asla çekilmeyecekler. Ancak Allah
Teâlâ zorlu ordusunu üzerlerine gönderdiğinde o zaman işgal etmiş oldukları
Filistin topraklarını (denizden nehire) topyekûn terk edecekler. (Bir kısmı
yatay olarak, bir kısmı boynunu eğerek gidecek.)
Şunu da ifade etmiş olalım ki, Birleşmiş Milletler'in
bünyesinde bulunan Güvenlik Konseyi ve Savaş Suçluları Mahkemesi/Lahey Adalet
Divanı'nın tüzük ve manifestosundan öte pratikteki fonksiyonel yapısı ve
uygulamaları ivedilikle dünya kamuoyu tarafından sorgulanmalıdır. Birleşmiş
Milletler bu konuda sınıfta kalmış bulunmaktadır. Baştan beri bu vahşeti
kayıtsızca seyrediyor. Birleşmiş Milletler öylesine bir iki yüzlü kuruluştur
ki, Avrupa Birliği ülkelerinin ve ABD'nin gazına gelerek Ukrayna'yı Rusya'nın
işgaline zemin hazırlayıp çanak tuttular. Birleşmiş Milletler geçmişte de büyük
şeytan ABD'nin Vietnam'da, Kamboçya'da, Afganistan'da, Irak'ta, Suriye'de,
Libya'da, Yemen'de ve daha nice yerlerde işlediği insanlık dışı cinayetler
karşısında sadece seyirci kaldı. Birleşmiş Milletler'in böylesine iki yüzlü ve
böylesine çelişik bir yapısı var. Yukarıda da belirttiğimiz gibi,
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yüzden,
"Dünya beşten büyüktür" sözünü söylüyor. Ancak Merhum Erbakan Hocamız
bu sözü söylemekten öte D-160 projesi ile yeni bir Birleşmiş Milletler tesis
edip yeni bir "Dünya Düzeni" oluşturmak istiyordu. Merhum Erbakan bu
projeyi Kûr'ân âyetlerini referans alarak hayata geçirmek istemişti. "Siz
insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz iyi olanı tesis eder olumsuz
olanı bertaraf edersiniz." (Âl-i İmrân: 110) Bu âyet İslâm ümmetinin
başındaki siyasîlere yeryüzünde garantörlük hakkı vermektedir. Bu yüzden
mesuliyet büyük. Bu mesuliyetin ön koşulu ise şu ayette belirtilmektedir:
"Yeryüzünde fitneden/kötülüklerden eser kalmayıncaya ve din hükümleri
Allah adına tatbik edilinceye kadar mücadele ediniz." (Bakara: 193)
Aktarmış olduğumuz bu iki ayetin gereği olarak önce 57 parçaya bölünmüş olan
Müslümanların birleşerek "İslâm Birliği"ni tesis etmesi gerekmektedir.
İslâm bu şekilde müesses nizam hâline gelmeli ki evrensel ilâhî hukuk normları
ile uluslararası arenada garantörlük hakkını icra edebilsin.
Bu ilâhî buyruk yeni bir "Cemiyet-i Akvam"ı, yani
yeni bir Birleşmiş Milletler'i tesis etmeyi, yeni bir "Dünya Düzeni"
kurmayı zorunlu kılmaktadır.
Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: "Dininiz hususunda sizinle
savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmaya teşebbüs etmeyen gayrimüslimlerle
barışçıl bir yaklaşım dergileyerek iyi ilişkiler geliştirmenizi Rabbiniz men
etmemektedir." (Mümtehine: 8) İşte dünya barışı ve güvenliği ancak böyle
bir yol haritası ile, böyle bir algoritma ile teminat altına alınabilir. Mevcut
Birleşmiş Milletler ile asla yol yürünmez. Tecrübe ile sabit. Birleşmiş
Milletler kurulduğu tarihten bu yana hep iki yüzlü politikalar uygulaya
gelmiştir.
Güvenirliği olmayan bir kurumdur.
Bakınız, ABD''nin "veto" yetkisi teminatıyla
İsrail istediği katliamı yapar, istediği vahşeti sergileyebilir. Bu güvence ile
Siyonist katil sürüsü hastaneleri, okulları, mabet ve sığınma alanlarını
bombalıyor, fosfor bombası kullanıyor. Üstelik bu vahşeti, "Savunma
hakkımı kullanıyorum" diyerek yapıyor.
ABD ve Batılı ülke siyasîleri de Maide Suresi'nin 51'nci ayetinin gereği
olarak, "Evet, İsrail'in kendini savunma hakkı vardır." diyerek bu
canavarlığı teyid ediyorlar. Üstelik teyid etmekle kalmayıp bölgeye
konuşlandırdıkları uçak gemileri ile lojistik destek sağlıyorlar...
Öte yandan Batı Şeria'da binlerce çocuğu tutuklayıp
ailelerinden kopararak zindanlara tıktılar. Birleşmiş Milletler'in teminatında
olan UNICEF (Çocuk Hakları Komisyonu) neden müdahale etmiyor? O nazlum
çocukları tutsaklıktan kurtarmak için neden girişimde bulunmuyorlar? 75 yıldan
beri adım adım zeytin bahçelerini gasp edip yeni yeni yerleşim birimleri
açıyorlar...
En son bombaladıkları hastanelere girip çocukların
böbreklerini çaldılar. Bunca yapılan kötülüklere rağmen Uluslararası Hukuk
Mahkemesi Siyonist katil sürüsünün işlemiş olduğu insanlık dışı suçları asla
araştırmamaktadır. Kovuşturmaya tabi tutulmayan suç dosyaları raflarda asılı
kalmaktadır.
Bütün bu acı gerçeğe rağmen, biz İslâm ümmeti olarak hâlâ
statükodan, yani küresel şeytanî güçlerden yana mı olacağız? Yoksa İslâm
Birliği'ni tesis için mi çabalayacağız? 57 parçaya bölünmüş İslâm ümmetinin
başındaki siyasîler eğer İslâm Birliği için çaba içerisinde değillerse hem
Allah Teâlâ'nın nezdinde, hem ümmetin huzurunda suçludurlar, lânetle anılmayı
hak etmektedirler.
Biz bugün İslâm Birliği'nden mahrum oluşumuzdan dolayıdır
ki, ümmet olarak Filistinli/Gazzeli kardeşlerimize sahip çıkmamanın ezikliği ve
zilleti içerisindeyiz...
Bu nedenle biz diyoruz ki, suçlu olan Birleşmiş Milletler
değil, "İslâm Birliği" için çabalamayan ümmetin başındaki
yöneticilerdir...