Siyasetin önemi ve yeri
Siyaset, toplumu yönetme, insanların toplumsal işlerini
yoluna koymak için müdüriyet yapma ve toplumda dengeyi, düzeni sağlama
sanatıdır. Siyaset yçnetim ve müdüriyet mühendisliğidir.
Siyaset, insanın toplumsal hayatı olduğu için vardır.
İnsanın toplumsal hayatının en önemli ve hassas bölümünü oluşturur. Siyaset,
iktidarı ele geçirmek için ihtilaf ve kavgaların, güç savaşlarının olduğu
tehlikeli bir alandır.
Siyasetin önemi kimseye gizli değildir, özellikle de
günümüzde sosyal bilim dallarında ilerlemiş beşer toplumları, elde ettiği
tecrübelerle denediği yönetim sistemleri dikkate alındığında siyasetin ne kadar
zor badireler atlattığı görülecektir. Siyaset aslında korkulan ve uzak durulan
alanlardan biridir. Mayınlı tarla gibidir; insanın ne zaman üzerine basıp yok
olacağı belli olmaz.
Batı dünyası son iki-üç yüz yılda büyük aşamalar kat etmiş
ve en mükemmel siyasi sitemi bulmaya çalışmıştır.
İslam dünyası hem teorik, hem de pratik olarak zengin
öğretilere sahip olmasına rağmen maalesef peygamber sonrası pratik olarak ve
tarihin beli bir döneminden sonra da teorik olarak siyaset alanında yönetme,
idare, müdüriyet yeteneğini kaybetmiş beşeri siyaset öğretilerine mahkum
olmuşlardır.
İmamların (as)
Siyasi Siretlerinin Önemi
Hidayet önderlerinin beşerin hayatının her alanında
siretleri, yöntemleri vardır; ilmi siretleri, ahlaki siretleri, muaşeret
siretleri, ekonomik siretleri ve siyasi siretleri vs.
Masum İmamların vazifelerinden biri beşeri toplumu yönetmek
olduğundan siyaset alanındaki siretleri toplumun ihtiyaçlarının en önemli
bölümünü oluşturur.
Hidayet önderlerinin sözleri, amelleri ve
onayları/takrirleri hatasız olduğundan dolayı hak ve hüccettir. Bundan dolayı
her alandaki siretleri iyice idrak edilmelidir.
İmamların fıkıh, itikat, ahlak, ibadet alanındaki sözleri
dikkatlice hayata yansıtıldığı gibi siyaset alanındaki davranış ve sözleri de
toplumsal yaşamda pratize edilmelidir.
İmamların siyasi siretleri beşerin toplumsal hayatının en
önemli alanının oluşturmaktadır.
Siyaset biliminden habersiz birinin bunları anlaması zordur.
Sadece fıkıh, kelam, ahlak okumak yetmiyor. İmamların siyasi siretlerinde,
tefsir edilmesi gereken bir olayı hikaye gibi anlatmak yarardan çok zarar
verecektir.
Bazen insan kendi görüşünü ispat etmek için heva hevesine
uyarak imamın bir davranışını yanlış yorumlamış olabilir.
Masumların siyasi stratejilerinin ne olduğunu söyleyebilmek
için yeterli bilgiye sahip olmak gerekir. Peygamberler tarihini ve imamların
tarihini dikkatli ve analitik okumak gerekir. Tarihi okumada sağlam analizler
sunma yeteneğine sahip değilsek bu alanda uzmanlara müracaat etmek en sağlam
yoldur.
Masumların söz ve tavırlarının bazıları söylenir bazıları
söylenmezse bu büyük bir hata ve günahtır. Bazen insan isteği doğrultusunda
olan bir hadisi nakleder ama görüşüne ters düşen bir hadisin varlığını bildiği
halde onu nakletmekten kaçınırsa sağlıklı analiz yapamaz.
Hidayet önderleri siyasi ilkeleri hayatlarında gösterdikleri
gibi kendi siyaset doktrinlerini de her alanda beyan etmişlerdir.
İmamların siyasi siretinde hakim güç ve iktidara karşı
tavırları, inananların nasıl davranması gerektiği konuları kendi zamanlarında
önemli olduğu gibi gaybet zamanında siyasi siretin en önemli konularındandır.
Bizim bu panelden asıl amacımız İmamların siyasi
hayatlarındaki siretini incelemek, ders alıp günümüzde hayatımıza yansıtabilmek
olmalıdır.
İmamların 250 yıllık dönemde hayatlarının çeşitli
alanlarında siretleri vardır; İtikadi hayatları, Fıkhi hayatları, Ahlaki
hayatları ve Siyasi hayatları. İlk üç hayattaki siretleri ayrı alanda
incelenmesi gerekir, bundan dolayı birkaç cümlede kısaca belirtip geçelim. Asıl
konumuz İmamların siyasi hayatındaki siretleridir.
İmamların itikadi hayatı her şeyin temelini oluşturur. Din
ideolojisinin temel ve esası Akaid’dir. İnsanın dünyaya, varlık alemine bakış
açısı onun ideolojisinin temelini oluşturur. Şehid Ustad Mutaharri’nin dediği
gibi, “bir ideolojinin temelini onun dünyaya bakış açısı oluşturur; ya Tevhidi
dünya görüşüne sahiptir veya materyalist dünya görüşüne.”
İmamlarin fikhi ve ameli hayatı itikatın amele yansıması ve
pratize edilmesi, Tevhidi düşüncenin zahirde tecelli ve tezahürdür.
İmamların Ahlaki ve irfani hayatı itikadi ve fıkhi hayatının
güvencesi, sigortası ve teminattir. İmamların ahlaki sireti insanlara güven
vermiş, onları kendilerine cezb etmiştir. İnsanları imamlara en fazla cezb eden
Onların ahlaki hayatları olmuştur.
İmamların siyasi hayatı iki alanda ele alınmalıdır;
kendileri devlet adamı olup din devletini ellerinde bulundurdukları dönemdeki
siretleri ve ikincisi tağuti sistemlerdeki siyasi tutumları.
Perspektif belirleme
Dünyada gelişen olayları değerlendirmek için bir perspektif,
bakış açısı gerekmektedir. Herkesin olayları analiz ve değerlendirmesi onun
perspektifine bağlıdır.
Dolayısıyla herkes kendisine bir Siyasi perspektif
belirlemelidir. Eğer siyasi değerlendirme, yorum ve analiz itikad, fıkıh ve
ahlaki değerler eksenli olursa buna VELAYİ perspektif denir. Velayi perspektifi
de İmamların siyasi sireti belirler.
Bütün siyasi gelişmelere Velayi perspektiften bakılırsa
İmamların gördükleri görülecektir, yaptıkları yapılacaktır. Yüzlerce Velayet
takipcisi Velayi perspektiften bakarsa hepsi aynı şeyi görecek ve aynı şekilde
analiz edecektir. Müslümanlar arasında hatta Ehlibeyt dostları arasında aynı
olay hakkında siyasi analiz farkı varsa kaynağı olaylara farklı
perspektiflerden bakmalarıdır.
Velayi perspektif nedir?
Velayi perspektifin ne olduğu imamların 250 yıllık siyasi
sireti öğrenilmeden mümkün değildir. İmamları siyasi sireti Raesulullah’ın
(saa) irtihalinden sonra başlıyor.
Ehlibeytin Siyasi Sireti
Resulullah (saa) kendisinden sonra birtakım miraslar
bırakmıştır. Peygamberin bıraktığı miras ile bıraktığı emanet farklı şeylerdir.
Peygamberin emaneti “Kur’an ve Ehlibeytidir“.
Resulullah'ın (saa) bıraktığı miraslar nelerdir?
Resulullah'ın (saa) mirasları
A) Din ve Şeriat (din hukuku); 124 bin peygamberin getirip Resulullah’ın
(saa) kemale ulaştırdığı din bir miras olarak bırakılmıştır.
B) Kur'an; bütün peygamberelere indirilen vahyi içinde
barındırp koruyan Kur’an insanların hayat manifestosunu beyan eden bir miras
olarak bırakılmıştır.
C) Sünnet; Resulullah’ın (saa) sözleri, amelleri, takrirler
dini tebyin eden bir kaynak olarak miras bırakılmıştır.
D) İslam Devleti; Resulullah (saa) tarafından kurulan,
şeriat hukukunu adalet üzere yönetip uygulayan din devleti miras olarak
bırakılmıştır. Bu miras diğer üç mirası pratize etme mekanizması, toplumun
müdüriyet ve yönetim sistemidir.
Peygamberin bu miraslarını alacak mirasçının görev ve
vazifeler nelerdir?
Bu soru cevabı verilmesi gereken ve imamların siyasi
siretini belirleyen en önemli sorudur.
Resulullah’ın (saa) bıraktığı mirasların mirasçısı, varisi
olacak kişinin üç önemli görev vardır. Bu arada hatırlatmak gerekir ki, bu görevleri yerine getirme gücü ve liyakati
varsa varis olabilir aksi takdirde mirasçı olamayacağı gibi gaspçı
olacaktır.
a) Koruma/ muhafaza; Resulullah’ın (saa) bıraktığı miraslar
kıyamete kadar korunmalı, yok edilmesi engellenmeli ve her dönemde muhafızı
olmalıdır.
b) Tefsir, tebyin; Resulullah’ın (saa) bıraktığı miraslar
kıyamete kadar dünyaya gelecek insanların tümüne tefsir edilmeli, bütün
yönleriyle tebyin edilmeli açıklanmalıdır.
c) Pratize ve uygulama; Resulullah’ın (saa) mirasları
kıyamete kadar bütün toplumlarda pratize edilmeli, beşer toplumları bu
öğretilerle yönetilmelidir.
Resulullah’ın (saa) bıraktığı miraslar ve bu miraslar hakkında
yapılması gereken vazifenin ne olduğu açıklandıktan sonra “bu mirasların
mirasçısı kim olacak” sorusu ortaya çıkıyor.
Peygamberin bıraktığı mirasların sahibi ve mirasçısı
hakkında iki ekol ortaya çıktı; “Gadir Hum Ekolü” ve Sakife Ekolü.”
Gadir Hum Ekolünün mimarlığını henüz hayattayken bizatihi
Resulullah‘ın (saa) kendisi Allah’ın emriyle yapmıştı. Sakife Ekolü ise
Resulullah’ın (saa) irtihalinden hemen sonra sahabeden bir bölümünün
oluşturduğu Senato ile ortaya çıkmıştır.
Sakife ekolü miraslardan sadece dördüncüsünü sahiplendi.
Diğer üç mirası sahiplenecek ne ilmi donanıma sahiptiler, ne yeterli fıkhi
bilgileri vardı, ne de ahlaki değerlerle donanmışlardı. Dolayısıyla ilk üç
miras hakkında yapılması gereken işleri yapacak kapasiteye sahip değillerdi.
Gadir Hum Ekolü ise Resulullah’ın (saa) bıraktığı mirasların
hepsini korumak, tebyin ve tebliğ görevini üstlenebilecek ve pratize edebilecek
liyakat ve donanımına sahipti.
Sakife ekolü mühendisleri miraslardan sadece dördüncüsünü
yani “din devletini“ gasp ettiler. İmameti gasp edemediler, yani eğer
mirasların hepsini gasp etmiş olsalardı o zaman Gadir Hum’u tamamen devre dışı
bırakmış olacaklardı, ama sadece din devletini, siyasi otoriteyi ele geçirerek
hilafeti oluşturdular.
Dikkat edilmesi gereken konulardan biri şudur; imamet gasp
edilecek bir şey değildir, çünkü imamların ilmi, din ve şeriat hakkındaki engin
bilgileri ve sahip oldukları ahlaki sıfatları gasp edilecek bir olgu değildir.
Örneğin bir doktorun tıbb alanındaki bilgiler gasp edilemez ve sadece bir hastanende
doktorluğunu icra etmesi engellenebilir.
İmamların, mirasların dördüncüsünün/din devletinin gasp
edilmesinden sonra yapmaları gereken iki iş vardı: birincisi diğer üç mirası;
Din ve Şeriatı, Kur’an ve sünneti korumak, tebyin etmek ve pratize etmek.
İkincisi gasp edilen dördüncü miras/din devletini gasp edenlere karşı siyasi
tavır ve sireti belirlemek.
İmamların siyasi siretleri de işte burada başlıyordu. Yani
gasp edilen dördüncü miras hakkındaki siretleri İmamların siyasi hayatlarının
kefiyetini, nasıl geliştiğini göstermektedir.
İmamların 250 yıllık siyasi siretlerinde ilk siyasi
siretleri taağuti sisteme karşı tavırları olmuştur.
Taağut sisteminin tanımı
Siyasi öğretileri itikat, ahlak ve fıkıh belirlerse o siyasi
öğretiler ilahi olur. Siyasi otorite bu öğretilerle oluşturulur. Devlet kurumları itikad, fıkıh ve ahlak
üzerine kurulursa o yönetim ve müdüriyet sistemi “din devletidir”.
Siyasi öğretiler itikad, fıkıh ve ahlak kaynaklı değilse ve
siyasi otorite beşeri öğretiler ile oluşturulmuş ise o sistem tağuttur. Din ve
Şeriat eksenli olmayan her sistem tağuttur. İster halifelik olsun ister krallık
ve şahlık olsun, isterse demokrasi olsun fark etmez.
Siyasi otorite insanların hayatına yön verir itikat, ahlak
ve fıkıh/hukuk öğretilerini belirlerse o sistem tağuttur.
İmamların tağuti sistemlere karşı her zaman ve her sistem
için geçerli olan kulli ve genel siyasi ilkeri şöyle açıklayabiliriz;
Tağutlara Kö.arşı Siyasi ilkeler
- Din ve şeriat eksenli olmayan her sistem tağuttur.
- Hiçbir tağuti sistem onaylanamaz, meşru görülemez.
- Mirasların yok olma ve tahrif olma tehlikesi yoksa, sistem
meşru görülmeyecek şekilde yardımcı olunabilir.
- Mirasların hepsinin yok olma tehlikesi varsa
desteklenemez, yardım edilemez, yanında yer alınamaz, ayakta kalması için
güçlendirilemez.
- Tağutları meşru gösterecek her düşünce ve amel Tevhidi
düşünceye ihanettir.
- Din devletinin oluşması için ortam hazırlamalı, gasp edilen
din devletinin tekrar tesis edilmesi için mücadele verilmeldir.
Bu ilkeler sadece Sakifenin doğurduğu halifelik, daha sonra
saltanata dönüştürülen Emevi diktatörlüğü ve Abbasi diktatörlüğü ile sınırlı
değildir. Bütün zamanlarda din ve şeriat ekseninde olmayan siyasi sistemlerin
hepsi için geçerlidir.
İmamların dördüncü miras olan din devletini gasb edenlere
karşı tavır, tutum ve stratejileri nelerdir?
Masum imamlar 250 yıllık siyasi siretlerinde üç temel
strateji belirlemiş ve siyasi siretlerini bu strateji ile devam ettirmişlerdir.
Siyaset biliminde en önemli konulardan birisi zamanın
şartlarına göre strateji belirlemek olduğu inkar edilemez bir gerçektir. Bundan
daha önemlisi “Hakikatleri beyan etmede zamanlamayı” doğru yapmaktır.
İmamların siyasi hayatında siyasi siretleri 4 çeşittir;
1-Quud; oturmak, ayağa kalkmak, ayaklanmak veya kıyam etmek
karşıtı olarak kullanılır. Yani İmamlar'ın oturmak stratejisini izlemeleri,
kıyam etmemeleri sessiz kalıp hiçbir şey yapmamak anlamında değildir.
Oturmalarının yanısıra bazen İslam'ın maslahat gereği dinin tamamen yok
olmaması, tahrifleri engellenmesi için halifelere yardımda bulunmuşlardır.
Resulullah (saa)
sonrası gasb edilen dördüncü miras, yani din devletini ele geçirmek için kıyam
etmemişlerdir. Hz. Ali (as) din devletini ele geçirmek için neden kılıç kuşanıp
kıyam etmediğini Nehc-ul Belağa’da beyan etmiştir.
Quud yani Resulullah’ın (saa) bıraktığı mirasların ilk üçünü
korumak için gasp edilen dördüncüsünü almak için kıyam etmeyip oturmaktır. Eğer
kılıç çekip hakkı olan din devleti mirasını almaya kalksa idi öteki üç mirası
da kaybedecek; din şeriatı, Kur’an ve sünnet kökünden yok olacaktı. Hz. Ali
(as) ve İmam Hasan’ın (as) siyasi siretinde bu konuya genişce değinilecektir.
2-Kıyam; Quud’un tam tersine ayağa kalkmaktır, mirasların
yok olmasını engellemek için kıyam etmektir. Mirasların yok olmaya yüz tuttuğu
bir zamanda tebyin, tebliğ ve irşaddan hiç biri mirasların yok olmasını
engelleyemiyorsa artık toplumsal tıkanma ve siyasi çıkmaz var demektir. Bu
durumda tek seçenek kıyamdır. Bu stratejiyi uygulayan sadece İmam Hüseyin‘dır
(as).
3-Sükut; Sessiz kalmak, yeni bir yapılanma, dini ilkeleri,
öğretileri yeniden inşa etmek için susmaya denir. Yani iktidarların yanında yer
almadıkları gibi onların hiçbir işlerine mudahale etmemişlerdir. İmam Seccad
(as) ve İmam Rıza’nın (as) sözlü ve ameli siretinde bu net olarak beyan
edilmiştir.
4-Takiyye: Takiyye, mirasları korumak, tefsir ve tebyin
etmek ve pratize ortamını oluşturmak yolunda tecrübe kazanmak için yapılması
gerekeni gizlice yapmaktır. Takiyye stratejisi İmam Seccad (as) dönemiyle
başlamıştır.
Resulullah (saa) bıraktığı mirasçıların sıfatlarını beyan
ederken Ehlibeytin sahip olduğu 4 sıfatı çeşitli zamanlarda açıklamıştı.
1- Ehlibeyt'in mahbubiyeti,
2- Ehlibeyt‘in ilmi merceiyeti,
3- Ehlibeyt‘in masumiyeti,
4- Ehlibeyt‘in velayeti
Bu dört özellik Resulullah'ın (saa) fani dünyadan göçüşü
sonrasınfa Sakife ekolü tarafından toplumda en düşük dereceye indirilmişti.
Kerbela kıyamı işte bu düşüşün sonucunda meydana geldi.
İmam Seccad (as) ile başlayan Takiyye döneminde bu dört
özellik tekrar tesis edilmeye başlandı. Çünkü din devletini tekrar inşa etmek
için bu dört sıfatın toplum tarafından kabul edilmesi gerekir.
Bu tane aşama birbirini tamamlayan bazen birlikte bazen ayrı
ayrı ortaya koyulması dereken duruşlardır. İmamların hayatı tek tek
incelendiğinde bu hususlar daha iyi anlaşılacaktır. Genel bir açıklama şöyle
olabilir:
Hz. Ali’nin (as) halifeler zamanındaki duruşu, takip ettiği
siyaseti “Quud‘dur“. Yani kılıç çekip kıyam etme dönemi değildir. Oturma
sürecinin başlangıcıydı. Kendi halifeliği dönemi ise ayağa kalkma, adaleti icra
etme dönemidir.
İmam Hasan (as) 6 aylık halifeliğinin başlangıcında “kıyam”
ediyor, barıştan sonra “Quud” ve İmam Hüseyin (as) İmam Hasan’ın (as)
şehadetiyle başlayan imametinin ilk 10 yılında “quud”, Muaviye’nin ölümü ile de
“Kıyam” ediyor. Resulullah (saa) buyuruyor: “Hasan ve Hüseyin imamdırlar ister
quud etsinler ister kıyam etsinler.”
İmam Seccad’in (as) imamet dönemi “Sukut” süreci ile
başladı.
İmam Seccad'dan(as) sonra “Takiyye” stratejisi devreye
girmiştir.
Bu merhale ve süreçlerin şemisyesi altında sabır, sulh,
ilim, dua, kültürel ve fikri mücadele, eğitim öğretimin vb. her birisi birer
strateji, yöntem, araç ve vesilelerdir.
Dini Siyaset İlkelerini Belirleme ve Karşı Stratreji
Geliştirme
Masum imamların iktidarda oldukları zaman belirledikleri ve
izledikleri siyasi siret, iktidarda olmadıkları dönemdeki siretle çok farklıdır. Çünkü iktidardayken dini siyasi doktrinini
beyan etmek, ilahi hükümleri uygulamak ve adaleti hakim kılmak için liderlik
ederler. Yani kendileri “siyaset ve strateji belirlemek” zorundaydılar.
Tağutların hakim olduğu dönemlerde ise “anti strateji geliştirmek”
zorundaydılar. Fasık, facir, zalimlerin hakim olduğu bir sistemde görevin ne
olduğunu, nasıl davranılması gerektiğini öğretir, adalet devletine ulaşma
sürecinde inananların vazifelerini sözleriyle veya amelleriyle gösterirler.
İnsanın bireysel görevin yanı sıra toplumsal vazifeyi de
beyan ederken dikkat edilen nokta şudur; evrensel adalet devletine giden süreç
göz önünde bulundurulmalıdır çünkü sadece bireysel ve zamansal maslahat
öncelikli olmayabilir, bireysel ve bölgesel faydalar küresel maslahata feda
edilmesi gerekebilir.
İmamların siyasi siretleri birbirinden ayrı olduğu gibi
bazen bir imamın kendi döneminde de farklı siyasi duruşu vardır. Elbette bu
siyasi duruşlar birbirinden kopuk değildi. Bir sürecin devamıdır,
tamamlayanıdır.
Hz. Ali'nin (as) halifeler dönemindeki siyasi sireti ile
kendisi halife olduğu zamandaki sireti çok farklıdır.
İmam Hasan’ın (as) 6 aylık İslam ümmetinin lideri olduğu
dönemdeki siretiyle barış sonrası sireti aynı değildir.
İmam Hüseyin'in (as) 10 yıllık Muaviye döneminde takip
ettiği siyaset ile Muaviye‘nin ölümüyle başlayan sireti yüzde yüz farklıdır.
İmamlar siyasi strateji belirlemede nihayi hedefe ulaşmadaki
her bir sürecin ve merhalenin aşılmasında bütünsellik ve küresellik gözardı
edilmemelidir. Zahirde yanlış görünen bir tavrın, küresel bakışta geleceğe
yönelik doğru olduğu anlaşılır veya cüzi/zamansal/bireysel olarak bakıldığında
yanlış olarak görülen bir duruş bütünsel bakıldığında ne kadar doğru olduğu
görülmektedir.
İmamların Siyasi Hayatlarında Ortak İlkeler:
a) İmamın tanınması: İmamlar (as) kendilerinin imam
olduklarını söylemeleri gerekir. İnsanlar, imamların toplumun önderi, lideri,
dini otorite olduğuna inandığı gibi siyasi otorite olduğunu da bilmesi gerekir.
İmam, imametini gizleyemez.
İmamlar, imam olduklarını kendi zamanlarındaki inananlara
söyleyip hücceti tamamlamaları gerektiği gibi kendilerinden sonra gelecek imamı
da tanıtmalıdırlar. Müslümanlardan kimse “ben zamanımın imamını tanımıyorum,
kimse bana tanıtmadı” diyemeyecek bir şekilde beyan edilmesi gerekir.
b) Tağutun tanınması: İmam'ın (as) kendi zamanında imamet ve
velayetinin pratize edilmesini engelleyen hakim sitemin meşru olmadığını
söylemesi gerekir. İnsanlar imamların önderliğinden yararlanma haklarının gasb
edildiğini bilmezler ve zamanın hakiminin gayrı meşruluğu imam tarafından beyan
edilmezse insanlar beşeri sistemleri meşru görüp onlara itaati kendilerine
caiz, hatta bazen farz göreceklerdir.
Hakim ne kadar zalim olursa olsun İmamın (as) sessiz kalma
hakkı yoktur. Maslahat gereği susuyor, bir şey yapmıyorsa bunun hikmetini kesin
belirtmeleri gerekir. Böylece İnsanlar imamın sessizliğinin ne için olduğunu
anlamalıdırlar; maslahat mı, takiyye mi, hakikat mı, farz mı, haram mı?
İmamların siyasi
siretlerinde belirsizlik, karışıklık kesinlikle söz konusu değildir. Asıl sorun
imamların siyasi siretlerine Velayet doktrini penceresinden bakamamaktır.
Masumların değişmez ortak siretlerinden biri kendi
zamanlarındaki siyasi otoriteyi meşru görmemektir.
- Beşeri sistemlerin meşru olduğu algısı oluşturacak bir
söz, davranış ve tavir içinde olmamışlardır. Tağutun iktidarında isteyerek
resmi bir görev almamışlardır.
- Onların güçlenmesini sağlayacak destek ve yardımda
bulunmamışlardır, bulunanları kınamışlardır.
- Tağutların kendi aralarındaki iktidar savaşlarında
tarafsız kalmayı seçmişlerdir.
- İktidarla ilişkilerini güncel maddi menfaatler değil,
adalet devletine zemin hazırlayacak ve nihayi hedefe giderken sürecin
hızlanmasına yardımcı olacak şekilde oluşturmuşlardır.
- İmamlarla uğraşmadıkları ve onlardan bir şey talep
etmedikleri zaman iktidarları kendi hallerine bırakmış, kendi siyasi
doktrinlerini öğretmişlerdir.
c) Dinin maslahatı: İmamların siretinin genel hatlarını
dinin maslahatı oluşturur. Dinin maslahatına evrensel ve bütünsel olarak bakılır.
Tavir ve davranışları, siyaset ve stratejileri bu genel hattın ekseninde
gerçekleşir. İmamlar kendi zararlarına da olsa zamansal, geçici maslahatları
için dinin, velayetin maslahatını feda etmezler. Resulullah’ın (saa) bıraktığı
mirasların maslahatını korumak öncelikli vazifedir.
Siyasi Strateji Belirlerken Dikkat Ettikleri Noktalar:
a) Zamanın şartlarını tanıma: İmamların siyasi duruşlarının
farklı oluşu, her birisinin farklı strateji belirlemelerinin nedeni
stratejilerini zamanın ve mekanın şartlarına göre belirlemeleriydi.
Reel siyaset belirlemede takındıkları tavır ve davranış zamanın
gereksinimine göre değişik olmaktadır. Zamanı tanıma, zamanın şartlarını ve
gereksinimlerini tanıma her lider için gerekli olan bir kuraldır.
Dolayısıyla İmamların siyasi stratejileri tanımanın
şartlarından biri, İmamların zamanlarının şartlarını tanımaktır.
İmamların siyasi duruşları ve stratejileri zamanın
iktidarının siyasi yapısına ve hakim gücün siyasetine ve gidişatına göre
belirlenir. 250 yıllık imamet döneminde İmamların farklı siyasi stratejiler
belirlemelerinin hikmeti budur.
Hedef bir olmasına rağmen neden farklı siyasi tavır
sergileniyor?
Resulullah (saa) sonrasında halifeler, Emevi ve Abbasi
sultanlarının siyasi, itikadi ve ekonomik alanda onlarca değişik uygulamaları
ve projeleri karşısında onlarca farklı strateji belirlenmesini gerektiriyordu.
İmamların stratejileri birbirini tamamlayan ve İslam siyaset
doktrinini oluşturmada her birisi bir temel taşı oluşturuyordu. Bu temel taş
olan stratejiler birbirinden bağımsız, birbirine paralel projeler değildi
hedefe doğru ilerleyen sürecin gereğidir.
İmamların siyasi sireti incelenirken, topluma hakim zamanın
iktidarının siyasi yapısı da tanınmalıdır. Hangi imam hangi dönemde yaşadı,
hangi şartlarda, hangi hakim otoritenin siyaset anlayışı neydi? Bilinmesi
gerekir.
b) Zamanlama: Siyasi
duruş belirlemede önemli noktalardan biri zamanlamayı iyi yapmaktır. Zamanı
gelmeden bir tavır sergilemek yarar yerine zarar verebilir, istenmeyen durumlar
oluşturabilir. Nasıl bir duruş sergilenmesi tesbit edilmiş, vazifenin ne olduğu
belirlenmiş ama bunu beyan edip ortaya koyma zamanlaması yanlış yapılırsa niyet
doğru da olsa istenilen sonuca varılamaz. İmamların siyasi siretinde bu noktayı
ne kadar incelikle gözettikleri görülmektedir. “Her kelamın bir yeri, her yerin
bir kelamı vardır“, sözü bir ilkedir.
c) Hangi öğretinin öncelikli olduğu: İmamların siyasi
siretinde önemli noktalardan biri hangi dini öğretinin önceliğinin olduğudur;
bazen ibadi bir konu siyasi bir konudan öncelikli olabildiği gibi bazen siyasi
bir konu ibadi ve ahlaki konudan öncelikli olabilir. Fıkıhta “Ehem- muhim“,
“Evleviyet“ yani öncelik hangisindedir konusu bunları beyan etmektedir.
İmamların siyasi siretinde bu konunun bilinmesi gerekir.
Toplumun kapasitesini göz önünde bulundurma
Siyaset doktrininde kapasiteyi göz önünde bulundurmak
Siyasi düşüncenin ilke ve temelleri siyaset felsefesinin en
esaslı konusu olup siyasetçilerin üzerinde durdukları önemli konulardan
biridir.
Vahiy, sünnet ve masum imamlara dayanan İslam siyaset
ilkeleri de Müslüman düşünür ve siyasetçilerin üzerinde kafa yordukları önemli
konulardandır.
Ammar bin Ebi Ahvas İmam Sadık’a (as) Ehlibeyt (as) ile
Emevilerin arasındaki kavganın ne olduğunu sorunca İmam Sadık (as) Ehlibeyt
(as) ile Emevilerin arasındaki ihtilafın siyasi düşünce tarzı, devlet idaresi
ve İslam ümmetinin müdüriyeti olduğunu beyan ederek şöyle buyurur: “ Emevilerin
siyasi düşünce temelini, yönetim ve idareleri metodunu kılıç zoru, baskı ve
zulüm oluşturuyordu. Bizim devlet anlayışımız ise dostluk, ülfet,
vikar/tahammul, güzel ahlak, takiyye, takva, (halkla) iyi ilişkiler/metanet ve
içtihad oluşturmaktadır. İnsanları inandığınız dininize davet edin“. El- Hisal/
354, el-Kafi/ c.2,S.42, bihar-ul Envar/ c.66, S.169, H.11
Emeviler baskı, zulüm, adaletsizlik ile hükümet ediyorlardı.
Topluma zorbalıkla musallat olmuşlardı. İktidar ve güç musallat olmaya vesile
olmuştu.
Siyasi iktidar ve gücü elde bulundurmak yönetim ve müdüriyet
için yeterli değildir.
Toplumun idaresinde yetki sizin elinizdeyse riayet etmeniz
gereken temel ilkeler vardır; halkla iyi ilişkiler, dostluk, ülfet, takva,
takiyye, mudara ve içtihad müdüriyetin olmazsa olmazlarıdır.
Takiyyeden burada
maksat şudur: Ehlibeyt düşüncesinde takiyye, bulunulan ortamı iyi tanımak ve
kapasiteleri göz önünde bulundurmaktır; herkese aynı davranılmaz ve her yerde
aynı şekilde hareket edilmez. Sınıflandırmak gerekir, hesap kitaplı
davranılmalıdır. Buhranlı dönemlerde farklı, rahat ortamda farklı
davranılmalıdır; “kim ne derse desin ben bildiğimi söylerim”, “ne olursa olsun
ben hakkı söylerim” gibi düşünceler müdüriyet/idare siyasetinde, siyaset
stratejisinde doğru değildir. İnsan nerde ne zaman ne kadar söylemesi
gerektiğini ayarlamalıdır. Sözün doğru olması yeterli değildir. Şartlara riayet
etmek de siyasetin bir parçasıdır. Halkın kapasitesi göz önünde
bulundurulmalıdır, haddinden fazla baskı ve yüklenmeden kaçınılmalıdır.
Takkiye mücadelede aklaniyeti ortaya koymak ve görevin ne
olduğunu belirlemektir.
Siyaset biliminde bazen siyasi meşruiyetten konuşulunca dini
ve ahlaki meşruiyet gerekli olmadığı söylenerek devre dışı bırakılır ve siyasi
ve sosyolojik meşruiyetin yeterli olduğu iddia edilir.
Ehlibeyt’in (as) siyasi düşüncesinde siyasi meşruiyeti dini
meşruiyetten ayırmak mümkün değildir. Bu ikisi birbirinin olmazsa olmazıdır.
Siyasi iktidarın meşruiyetinin temelini din oluşturmalıdır. Kanunlar, yasalar,
antlaşmalar, toplumsal ilişkiler, hak-hukuk, özgürlükler bu temel üzerine inşa
edilmelidir.
Masumların stratejilerinin farklılığının hikmeti
İmamların farklı zamanlarda, farklı şekilde davranmaları
imamın kişiliğinden kaynaklanan kişiye özel bir durum değildir. O İmamın
özelliği o olduğundan değildi, hangi imam olsaydı o şartlarda aynısını yapardı.
Yani İmamların değişik strateji uygulamaları İmamın özelliği değil zamanın
şartlarının oluşturduğu durumdu.
İmamların farklı stratejileri peygamberlerin farklı
şeriatlara sahip olmaları gibidir.
Bütün peygamberlerin ortak oldukları şey dindir/paradigma,
ayrıldıkları nokta şeriatlarıdır /doktrin.
İmam Hasan barışçıl, İmam Hüseyin kıyamcı değildi; İmam
Hasan‘ın zamanının şartları barışı gerektiriyordu, İmam Hüseyin’in zamanının
şartları kıyamı gerektiriyordu.
İmamların yerleri değiştirilirse yapılan, uygulanan ve takip
edilen strateji değişmeyecektir; İmamın bu zamanda izhar etmesi gereken
özelliği ortaya çıkacaktır. İmamlar insan-ı kamil olduklarından bütün kemal
sıfatlara sahiptirler zamanın şartlarına göre ve gereksinimine göre en uygun
sıfat zahir olacaktır. Barış mı, kıyam mı, ibadet mi, ilim mi, eğitim-öğretim
mi, siyaset mi, sabır mı..... bunları zamanın şartları belirler.
Gaybet zamanında iki şeyin iyice bilinmesi gerekir;
birincisi Masumların sahip oldukları tek paradigma/dünya görüşü ve 14 farklı
doktrini tanımak,
İkincisi zamanın şartlarının ne olduğunu tanımak. Bu ikisini
tanıdıktan sonra hangi İmamın doktrininin bizim zamanımızda uygulanması
gerektiğini tespit etmek zor olmaz.
Bizim sorunumuz işte budur, biz bunun ikisini de bilmiyoruz.
Kendi kafamıza göre (Batı kültürü doktrini ekseninde, ona
uyumlu) strateji ve doktrin belirliyoruz. Herkes farklı yol takip ettiğinden
tek hedefe sahip olmamıza rağmen ihtilafa düşüyoruz.
İmamların (as) Siyasi Siretleri
Hidayet önderlerin beşerin hayatının her alanında siretleri
vardır; ilmi siretleri, ahlaki siretleri muaşeret siretleri, ekonomik siretleri
ve siyasi siretleri…..vs.
Masumların vazifelerinden biri beşer toplumunu yönetmek
olduğundan siyaset alanındaki siretleri beşer toplumunun en önemli konusunu
oluşturmaktadır.
Hidayet önderlerinin sözleri, amelleri ve
onayları/takrirleri hatasız olduğundan dolayı hak ve hüccettir. Bundan dolayı
her alandaki siretleri iyice idrak edilmelidir.
İmamların fıkıh, itikat, ahlak, ibadet alanındaki sözleri
dikkatlice hayata yansıtıldığı gibi siyaset alanındaki davranış ve sözleri de
toplumsal yaşamda pratize edilmelidir.
İmamların siyasi siretleri beşerin toplumsal hayatının en
önemli alanını oluşturmaktadır.
Siyaset biliminden habersiz birinin bunları anlaması zordur.
Sadece fıkıh, kelam, ahlak okumak yetmiyor. İmamların siyasi siretlerinde,
tefsir edilmesi gereken bir olayı hikaye gibi anlatmak yarardan çok zarar
verecektir.
Bazen insan kendi görüşünü ispat etmek için heva hevesine
uyarak imamın bir davranışını yanlış yorumlamış olabilir.
Masumların siyasi stratejilerinin ne olduğunu söyleyebilmek
için yeterli bilgiye sahip olmak gerekir. Peygamberler tarihini ve imamların
tarihini dikkatli ve analitik olarak okumak gerekir. Kişi tarihi okumada sağlam
analizler sunma yeteneğine sahip değilse bu alanda uzmanlara müracaat etmek en
sağlam yoldur.
Masumların söz ve tavırlarının bazıları söylenir bazıları
söylenmezse bu büyük bir hata ve günahtır. Bazen insan isteği doğrultusunda
olan bir hadisi nakleder ama görüşüne ters düşen bir hadisin varlığını bildiği
halde onu nakletmekten kaçınırsa sağlıklı analiz yapamaz.
Hidayet önderleri siyasi ilkeleri hayatlarında gösterdikleri
gibi kendi siyaset doktrinlerini de her alanda beyan etmişlerdir.
İmamların siyasi siretinde hakim güç ve iktidara karşı
tavırları, inananların nasıl davranması gerektiği konuları kendi zamanlarında
önemli olduğu gibi gaybet zamanında siyasi siretin en önemli konularındandır.
İncelenecek konular:
Siyasi sirette tağutlardan kaçınılmasının gerekliliği
hakkında akli ve nüakli deliller.
‐ Ayetler ve hadisler
- Akli deliller
- Pratikte uygulama ve topluma yansıması.
İmamların hayatında tağutlarla işbirliği, destek, yardım ve
meşru görüntüsü veren olaylar ve tefsiri
- Hz. Ali (as) ve halifeler
- Hz. Hasan (as) ve Muaviye
- İmam Rıza (as) ve Veliahd konusu
- İmam Kazım (as) ve Ali bin Yaktin.
8- Sanevi hükümler
- Maslahat
- Barışçıl olmak
- Taviz vermek
Mektebin maslahatını dini otorite Mirasçı belirler. Peki
bölgesel menfaat ve maslahatlar için tağutlarla işbirliği yapılabilir mi?
Bütün menfaat ve çıkarlar, maslahatlar Hz. Mehdi velayeti
ile ölçülmelidir.
Bireysel, toplumsal, bölgesel menfaat, maslahat ve çıkarları
kim belirleyecek?
- Mektebe ve miraslara zarar veriyor,
- Maslahat ve miraslara zarar veriyor,
- Tağutun meşru görülmesi ve onaylanması algısı oluşuyor,
-Tağutun velayetten korkmamasına sebep oluyor ve
- Tağutun güçlenmesini sağlıyor ise,
Tağutlarla işbirliği caiz değildir.
Sabahattin Türkyılmaz
Not: Bu makale 5 Ağustos 2023 tarihinde TAYDER’de düzenlenen
panelde sunulmuştur.