Bugün Afrika'dan Asya'ya kadar birçok İslam ülkesi, IMF ve
Dünya Bankası gibi kurumlara bağımlı hale gelmiş, ekonomik kararlarını bile
bağımsız alamaz duruma gelmiştir. Geleneksel sömürgecilik, toprak işgaliyle
halkı boyunduruk altına almayı hedeflerken, 20. yüzyılın ortalarından itibaren
bu yöntem yerini daha sofistike, daha görünmez ve daha kalıcı bir tahakküm
biçimine bırakmıştır. Bu durum tam anlamıyla “yeni sömürgecilik
(neo-kolonyalizm)”tir. Topraklar Müslümanların olabilir, ancak politikalar başkalarının
kontrolündedir. Servet ümmete ait görünse de sistemin dizginleri
emperyalistlerin elindedir. Artık silahlar yerini anlaşmalara, kurşunlar faizli
kredilere, tanklar ise borçlanma anlaşmalarına bırakmıştır.
Dünya Bankası, IMF, OECD gibi küresel finans kurumları,
özellikle İslam ülkelerine “yardım” adı altında dayattıkları programlarla bu
ülkeleri ekonomik bağımlılığa mahkûm etmektedir. Bu bağımlılık yalnızca ekonomik
değil; aynı zamanda ahlaki ve zihinsel bir işgal niteliği taşımaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teala (cc) şöyle buyurmaktadır:
“Faiz yiyenler, kıyamet günü kabirlerinden, başka türlü
değil, ancak şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi
kalkacaklardır. Bunun sebebi, ‘Alış-veriş de tıpkı faiz gibidir’ demeleridir. Hâlbuki
Allah, alış-verişi helâl, faizi haram kılmıştır.” (Bakara, 275)
Bu ayet, yalnızca bireysel ekonomik ilişkileri değil, aynı
zamanda toplumsal ve siyasal bağımsızlığı da temelinden ilgilendirmektedir.
Zira faizle işleyen sistemler, toplumları zayıflatır, bağımlı hale getirir.
Faiz ve enflasyon, birbiriyle bağlantılı iki büyük uçurumdur. Faiz, bir anlamda
toplumsal fuhuştur. Bu düzenin mimarları, faiz mekanizmasını bir silah gibi
kullanmaktadır. Faizli borçlanma sistemleri, özellikle gelişmekte olan İslam
ülkelerinin yerel kaynaklarını, üretimini ve halkını doğrudan etkilemekte;
alınan borçlar, üretim artışı sağlamadığı gibi, faiz ödemeleri yerli sermayeyi
eritmektedir. İmam Cafer-i Sadık (as) bu gerçeği şu ifadeyle buyurmaktadır:
“Allah bir kavmi helak etmeyi irade ettiğinde, aralarında
faiz aşikâr olur.”
Yeni sömürgecilikte yalnızca para değil; aynı zamanda
ekonomik irade teslim alınmaktadır. Bu sistemin işleyişinde ülkeler para
politikalarını bağımsız yürütemez, üretim stratejileri dış dikteyle
şekillenmekte ve eğitimden medyaya kadar ekonomi merkezli bir teslimiyet
yaygınlaşmaktadır. Bu durumu İmam Humeyni (ra) şöyle tanımlamaktadır: “Bir
milletin bağımsızlığı sadece topraklarıyla değil, düşüncesiyle ve ekonomisiyle
mümkündür.” Bugün İslam dünyasının en büyük sorunu yalnızca Batı’ya borçlu
olmak değil, aynı zamanda onun ekonomik düşünce tarzını sorgulamadan içselleştirmiş
olmaktan geçmektedir. 2023 verilerini baz aldığımızda:
·
50’den fazla İslam ülkesi
toplamda 7 trilyon dolardan fazla dış borca sahiptir.
·
Bu ülkeler, yılda yaklaşık
400 milyar doları sadece faiz ödemelerine ayırmaktadır.
·
Bu rakam, İslam dünyasında
yıllık yapılan toplam zekât tahminlerinin (300 milyar $) üzerindedir.
Bu tablo, ümmetin servetinin mazlumlara değil, emperyal
merkezlere aktığını açıkça ortaya koymaktadır. İslami direnişin en temel
cephelerinden biri, ekonomik bağımsızlıktır. Bu mücadele, sadece bir tercih
değil; Kur’an’ın, Ehl-i Beyt’in ve İslam çizgisinin bize miras bıraktığı ahlaki
ve yapısal temellerle mümkün gözükmektedir. Faize dayalı finans sistemlerinden
uzak durmak, üretim odaklı kalkınma politikaları geliştirmek, Batı merkezli
para birimlerine bağımlılığı azaltmak bu mücadelenin ana yapıtaşlarıdır.
Ayrıca, sadaka, zekât ve humus gibi İslami ekonomik araçların aktif bir şekilde
devreye alınması da elzemdir.
Faizsiz finans kurumlarının desteklenmesi, yerli üretimin
teşvik edilmesi ve tüketim yerine ihtiyaç merkezli iktisadi bakış açısının
yeniden inşası, ekonomik direnişin temel adımlarını oluşturmaktadır. İslam
ülkeleri arasında ekonomik işbirliklerinin ve ortak pazarların oluşturulması,
sadece ticari değil; aynı zamanda stratejik bir sorumluluktur. İmam Humeyni'nin
"Mustazafların yanında olmak" ilkesi, bu noktada tekrar hatırlanmak
gerekmektedir. O, İslami bir düzenin ancak ekonomik adaletle mümkün olacağını savunmuş
ve devrimin bu temelde ayakta kalabileceğini vurgulamıştır. İslam ekonomisi
yalnızca teknik değil; aynı zamanda ahlaki bir sistemdir. Kul hakkı, adalet,
paylaşım, merhamet gibi kavramlar bu sistemin ruhunu oluşturmaktadır. Bugün
ümmetin karşılaştığı ekonomik saldırılara karşı en büyük silahımız bu ahlaki ve
paylaşımcı düzendir. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Kanaat, tükenmeyen maldır.” (Nehcü’l-Belağa, Hikmetli
Sözler 57)
Bu söz, kapitalist sistemin dayattığı sınırsız tüketim
hırsına karşı durmanın da bir tür cihat olduğunu göstermektedir. Küresel
sistemin İslam coğrafyasına yönelik yeni sömürgeci yöntemlerine karşı koymanın
yollarından biri, ekonomik bağımsızlık mücadelesidir. Bu mücadele, ümmetin
yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda zihinsel ve ahlaki özgürlüğünü de teminat
altına alacaktır. “Ekonomik cihat,
sadece bir tercih değil; ümmetin geleceği için kaçınılmaz zorunluluktur.”
Hamd, Allah’a mahsustur.
Ali Ekber Karagöz