Hamas’ın İsrail’e yönelik olarak 7 Ekim’de başlattığı
saldırının o günkü bilançosu artık büyük ölçüde belirginleşmiş durumda. AFP
ajansının İsrail’in sosyal güvenlik teşkilatı Bituah Leumi’nin elindeki
verilerden hareketle aktardığı bilgilere bakılırsa, 7 Ekim günkü saldırıda
36’sı çocuk 695 İsrailli sivil hayatını kaybetmiş. İsrail güvenlik
kuvvetlerinden 373 kişi ile 71 yabancı uyruklu da aynı gün ayrıca yaşamını
yitirenler arasında. Böylece 7 Ekim’deki toplam ölü sayısı bin 139’u buluyor.
Ayrıca 4’ü İsrailli 5 kişi de kayıp. Bu son rakam da İsrail Başbakanlık
ofisince verilen bilgilerden.
Hatırlanacağı gibi, Yahudilerin üç büyük bayramından
sonuncusu olan Sukot (Çardaklar) bayramının son günüydü 7 Ekim ve yine
Yahudilerin mübarek kabul ettiği Şabat (Cumartesi) gününe denk geliyordu. Şimdi
artık net olarak öğreniyoruz ki o gün 695 sivil hayatını kaybetmiş. Ölenlerin
adları Bituah Leumi’nin web sitesinde tek tek yer alıyor.
Rakam böyle ama gelgelelim, İsrail yetkilileri 14 Ekim’de
yaptıkları açıklamada “Hamas teröristlerinin” 7 Ekim’de bin 400 kişiyi
öldürdüklerini ileri sürmüşlerdi. 10 Kasım’da Dışişleri Bakanlığı rakamı
“teröristlerin gözlerini kırpmadan öldürdüğü bin 200 kişi” şeklinde
güncellemişti.
Ayrıca yine 10 Ekim tarihinde, i24News kanalının İsrail
hükümet yetkililerine dayandırarak verdiği iddialara bakılırsa, Gazze’nin 5
kilometre doğusundaki Kfar Aza yerleşiminde “40 bebek katledilmişti.” Hamas'ın
silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugaylarınca tabii. İsrail Ordusundan
Tümgeneral İtai Veruv, 10 Ekim’de Kfar Aza’ya gelen gazetecilere “ben
böyle şey hayatımda görmedim. Bu savaş değil, bu bir katliam, çocuklar kadınlar
yatak odalarında katledilmiş. Bizim dedelerimizin Avrupa’daki pogromlarda
yaşadıklarını düşündürüyor ancak bunlar,” şeklinde ifadeler kullanıyordu.
Ancak olay ertesi günü Dışişleri Bakanlığına sorulduğunda,
yetkililer “şu aşamada rakam teyit edemiyoruz” demişlerdi. Bugün Bituah
Leumi’nin kayıtlarına bakanlar, Kfar Aza’da toplam 46 sivilin hayatını
kaybettiğini ve bunların en gencinin 14 yaşında olduğunu görebiliyor. Ortada
katledilen bebek yok, yani. (Gerçi i24News bir buçuk ay sonra haberini revize
ederek “40 bebek katledildi” iddiasını metinden çıkardı ama olan olmuştu.)
Tümgeneral Veruv gazetecilere kafasında yazdığı senaryoyu anlatmış, yalan söylemişti.
Yine aynı kayıtlara göre o gün hayatını kaybeden tek bebek,
Be’eri yerleşimindeki 10 aylık Mila Kohen. Olay Wikipedia’da bile artık “Be’eri
Katliamı” olarak yer alıyor. Olayın gerçekleşmesi sonrasındaki bazı tanıklıklardan haberdarız
ancak Mila’nın nasıl öldüğünü kesin olarak bilmiyoruz. Söylenenlere bakılırsa
annesi hayatta. Belki ilerleyen dönemde ondan ayrıntıları öğrenebileceğiz.
Bu arada, 7 Ekim’de ölen 36 çocuğun 20’si 15 yaşından küçük,
16’sı ise 15 ve daha büyük yaşlarda.
Bir başka vahim iddia da İsrail ordusunun arama kurtarma
birimi başkanı Albay Golan Vach’dan gelmişti. Vach, 27 Ekim’de bir
grup gazeteciye, bölgede bulunan “başı kesilmiş bir bebeği” kendisinin “bizzat”
taşıdığını söylemişti. Gerçekler Albayın da doğruyu söylemediğini ortaya
koyuyor.
AFP ajansı, Bituah Leumi’nin açıkladığı detaylar ve İsrail
ordu yetkililerinin verdiği bilgilerle tamamen çelişen bu rakamları İsrail
ordusu sözcülerine soru olarak yöneltildiyse de karşılık alabilmiş değil.
Dezenformasyon “şok ve dehşeti”
Anlaşılan, İsrail ordu birliklerinin sözcü ve yetkilileri
Hamas ile ilgili olarak belli ki üzerinde daha önce epey çalıştıkları ve sosyal
medya üzerinden daha hızlı pekiştirmeyi hedefledikleri bir algı operasyonunu
koyu bir dehşet sosuyla servis edecek bir dezenformasyon fırtınası
planlamışlar. Bunun için de ellerinin altında bulunan küresel ölçekteki
propaganda makinelerini devreye sokarak müzik festivali yapılan alanda Hamas’ın
büyük bir katliam yaptığına yönelik bir anlatıya uluslararası kamuoyunu inandırmaya
çalışmışlar. Bununla yetinmeyip “40 bebeğin başının kesilerek katledildiği”
yalanını da devreye sokmuşlar. Uzun bir süre işe yaradı da. Türkiye de dahil
çok sayıda ülkede “şok ve dehşet” harekâtı gibi yürütülen dezenformasyon
operasyonu İsrail’in arzu ettiği sonucu üretti.
Bizde Ortadoğu hakkındaki tüm hissiyatını “Araplar zaten
bizi arkadan bıçaklamışlardı” şeklinde bir cümleye dayandıran, bilgisi ise
“Filistinliler zaten topraklarını zamanında Yahudilere sattılar” safsatasından
ibaret olan bir kesim, “Her yeri Araplar basmış. Vallahi İstiklal’e çıkamıyoruz
şekerim”cilerle bir araya gelmiş, Tel Aviv ne dese satın almaya hazır
bekliyorlardı.
Dezenformasyon ilk günlerde sonuç vererek İsrail’in 7
Ekim’den sonra yapacaklarına uluslararası kamuoyunda ucundan belki ihtiyaç
duyduğu rızayı üretmiş olsa da “Hamas'ın 40 bebeğin başını keserek katlettiği”
iddiası, en hızlı şekilde çürütülen iddialardan biri oldu. Bu iddianın 10
Ekim’de taşıyıcılığını yapan i24News muhabiri Nicole Zedeck, bir süre
sonra “bana askerler söylemişti” dedi, ardından da “bazı cesetlerin kimlik
tespiti paramparça oldukları için yapılamayabilir, adli tıp ekipleri DNA
numunesi almak için bile mücadele veriyor” diyerek meselenin odağını
şark kurnazlığı marifetiyle azcık öteleyiverdi. İsrail Ordu sözcülüğü de
daha sonra ellerinde “40 bebek katliamını” teyit edecek bilgi bulunmadığını
açıkladılar. Haaretz gazetesi, dilden dile anlatılan dehşet hikayelerini
“bebek katliamı” ile birlikte 3 Aralık tarihli sayısında çöpe attı.
Hanibal Protokolü
Bu arada, çok sayıda İsrailli görgü tanığı 7 Ekim’de olan
bitenlerle ilgili olarak zaman içinde verdikleri ve İsrail basınına yansıyan
ifadelerinde, ölen İsraillilerin çoğunun İsrail askerlerinin helikopterlerden
açtığı ateş sonucu hayatını kaybettiklerini söylediler. Denildiğine göre,
İsrail askerleri bilerek ya da bilmeyerek kendi insanlarını da vurmuşlardı.
Elbette ki “bilmeyerek” olacak, orayı düzeltin lütfen, diyebilirsiniz. Ama onu
da bilmiyoruz. Bilerek de vurmuş olabilirler. Zira İsrail ordusunda İsrail
asker ve vatandaşlarının “düşmana esir düşmesini engellemek için”
öldürülmelerinin önünü açmış ve adı “Hanibal Yönergesi” olan bir güvenlik
protokolünün halen yürürlükte olabileceği düşünülüyor.
Bu yönerge kapsamında İsrail güvenlik güçleri 1986'dan
2016'ya kadar çok sayıda vatandaşını rehin düşmesinler diyerek bizzat
katletmişlerdi. Dolayısıyla bu protokol halen yürürlükte olabilirdi. 7 Ekim’de
Be’eri’deki saldırıdan rehin düşmeden kurtulan iki İsrailli görgü tanığının
anlattıkları bu izlenimi güçlendiriyordu. Anlatılan olaylardan
biri, Hamas'ın Be’eri bölgesine yönelik saldırısında 12 yaşındaki kız
çocuğu Liel Hetzroni'nin de aralarında olduğu 14 kişinin ölümüyle
ilgiliydi. Konu, İsrail basınında “canlı canlı gömülen” kız çocuğu ya da
"Hamas vahşeti" başlıklarıyla kendisine yer bulmuştu. Ancak olayın
tanıklarından Yasmin Porat ve rehinelerin bulunduğu evin sahibi Hadas Dagan,
bir süre sonra yaptıkları açıklamada, İsrail güçlerinin rehinelerin bulunduğu
eve tank mermileriyle ateş açtığını gördüklerini not düşmüşlerdi.
Daha da önemlisi, İsrail Hava Kuvvetlerinde pilot olarak
görev yapan Yarbay Nof Erez, Haaretz gazetesinin 9 Kasım tarihli haftalık
podcast yayınında yaptığı bir değerlendirmede, İsrail ordusunun, 7
Ekim’deki Hamas saldırıları sırasında Filistinli militanların esir aldığı
rehineleri de öldürmeyi öngören Hannibal Yönergesi’ni yeniden uyguladığını
ileri sürdü. Yarbay Erez, bununla da kalmamış, söz konusu yönergenin o güne dek
kadar tek ya da birkaç araçla ilgili uygulandığını lakin 7 Ekim günü İsrail
ordusunun kitlesel şekilde Hannibal yönergesini uyguladığını savunuyordu.
Neden dünyayı sarsmıyor?
Haaretz gazetesinin yazarı Noa Limone de, Yasmin
Porat ve Hadas Dagan’ın ifadelerinden, 7 Ekim'deki Hamas saldırısında ordunun
esirleri de öldürmeyi öngören “Hannibal Protokolü”nü uyguladığının net olarak
ortaya çıktığını yazdı. 13 Aralık tarihli yazısında Limone, “Askerlerimizin
İsrailli sivillerin bulunduğu bir eve tank topları ve diğer silahlarla ateş
yağdırdığını söylediği anlaşılan bu iki ifade neden dünyayı sarsacak şekilde
görülmüyor?" diye sordu. Limone, sorumluların bulunması için soruşturma
açılması gerektiğini yazdı.
Soruşturma açılmasını düşünenler Limone ile sınırlı değil.
Malum, 7 Ekim’de en çok kayıp Re’im’deki SüperNova müzik festivalinde
yaşanmıştı. Yine İsrail sosyal güvenlik teşkilatının kayıtlarına bakılırsa, tam
364 kişi o gün öldürülmüştü. Israel Hayom gazetesinin verdiği bilgiye
bakılırsa, Müzik Festivali’nde hayatlarını kaybeden kurbanların acılı aileleri
Aralık ayının ilk haftasında bir araya gelerek, konuya ilişkin meclis
soruşturma komisyonu oluşturulması ve hükümetin ihmal ve hatalarının ortaya
çıkarılması talebini dile getirdiler.
Gelişmelerin bundan sonrası nasıl bir seyir izler,
göreceğiz. Ama tabii 7 Ekim’de 36 İsrailli çocuğun yaşamını kaybetmiş
olması bile elbette tek başına acı. Bu çocukların tek tek katillerinin kimler
olduğunu bilmiyoruz. Ama, 7 Ekim’den bu yana o rakamın en az 300 katı
boyutta Filistinli çocuğu kimin öldürdüğünü, çoğu kadın ve çocuk 18 bin 700
sivilin hayatına kimin son verdiğini, hastaneleri kimin bombalayıp küvezdeki
bebeklerin ölümüne kimin sebep olduğunu biliyoruz.
Aslında ortada bir şeylere tanık olacak, birileriyle
konuşacak, yazacak gazeteci kalmasa İsrail ordusu medyayı çok güzel
yönetecekti. Bu doğrultuda elinden geleni yaptığını da biliyoruz. II. Dünya
Savaşı’nda 6 yılda 69 gazeteci hayatını kaybetmiş, 20 yıllık Vietnam
Savaşı’nda bu rakam 63. Ama İsrail’in 2 aylık Gazze Savaşı’nda öldürdüğü
Filistinli gazeteci sayısı 90.
Ancak bazen gerçek gazeteci tanıklığına ihtiyaç bırakmayacak
kadar apaçık olabiliyor. Son olarak İsrailli yetkililer, geçen cuma günü
Gazze’nin kuzeyinde Filistinlilerin elinde bulunan 3 İsrailli rehineyi de
kendilerinin (yanlışlıkla) vurduğunu itiraf ettiler. İsimlerinin
Azalı Yotam Haim (28), Salal Fuad Talalka (22) ve Alon Şamriz (26) olduğunu
öğrendiğimiz bu İsrailli gençler yaşıyor olsalar ve bir esir takası ile serbest
kalsalar Kfar Aza’da 7 Ekim günü olup bitenlerle ilgili olarak belki daha
ayrıntılı bilgiler edinmemiz de mümkün olacaktı. Olmadı!
Ama bu son öğrendiklerimiz tek başına dünyayı sarsacak
ölçüde dehşet! Gelgelelim sarsmıyor, ya da sarssa da ancak bu kadar oluyor. Bu
arada, Hanibal Protokolü dahi birilerine sarsıcı hatta şüpheye düşürecek ölçüde
sarsıcı gelebilir. Lakin İsrail söz konusu olunca, o kadar da şaşırtıcı
gelmiyor. Ben eski İngiliz İstihbarat Teşkilatı (MI5) görevlisi Annie
Marchon’un, Londra’daki İsrail Büyükelçiliği’ne 26 Temmuz 1994’te düzenlenen
bombalı araçla saldırının arkasında aslında Filistinli grupların değil Mossad olduğunu söyleyişini dün
gibi hatırladığım için pek şaşırmıyorum.
Rakamlar ve gerçekler birer birer ortaya çıkarken birileri
hala pişkin pişkin soruyor: “Ama ama, Hamas? Ama sen Hamas’ı kınıyor musun,
önce onu söyle bakalım!”
“Siopi ton amnon,” Eski Yunanca’da “Kuzuların
Sessizliği” anlamına gelen bir deyim. Kendilerine yönelik şiddete tepki
gösterme gücü olmayan masum insanların çaresizliğini anlatmak için
kullanılıyor. Kuzular, Hanibal, dezenformasyon fırtınası ve savaşta verilen ilk
zayiat olarak hakikat! Gazze’de hepsi var. O yüzden de barışa hala çok uzağız
sanırım.
t24