Rasthaber - Bismillahirrahmanirrahim
Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır. (Ahzab Suresi, 21. Ayet)
Şüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin. ( Kalem Suresi, 4. Ayet)
Kuranı Kerim’de Allah Resulu ile ilgili bu ayetleri ne zaman okusam; karşımda hiç bağırmayan, kızmayan, sürekli yumuşak bir biçimde insanları hakka davet eden, yüzünden tebessümü eksik olmayan bir insan modeli tasvir ediyorum.
İmam Ali as.’ın Nechül Belaga’daki hutbelerini okuduğum zaman; karşıma çıkan Ali hayalimde tasvir ettiğim Allah Resulünden bambaşka bir insan. Yüreği gamla dolu, insanları hakka davet etmekten bizar olmuş, insanlara yönelik konuşmaları hararetli ve sitemlerle dolu bir Ali...
Oysa masumlar bir nurun yansımalarıydı. Özellikle son günlerde Rehberin konuşmalarından ve notlarından faydalınarak okuyucularına sunulan 250 yaşında insan kitabında da Aziz Rehberimiz, masumların hayatlarının farklı farklı insanlar olarak değil de; aynı hedefe doğru koşan, zamana ve şartlara göre farklı tecessümleri olan bir hayat hikayesi olarak algılamamız gerektiğini vurgulaması; kafamdaki soru işaretini daha da bir derinleştiriyordu. Peki neden insana Ali as., Allah Resulünden daha farklı bir yapıya sahipmiş gibi geliyor? Zaman içerisinde Allah Resulu saa ve hz Ali as. ‘ın kimlik ve kişiliklerine yönelik bir dejenere mi söz konusu olmuştur yoksa ahlak; bizim anladığımız gibi kaba olmamak, yumuşak olmak, tebessüm ehli olmaktan öte birşey midir?
Elimizi vicdanımıza koyduğumuzda özellikle biz Türkler arasında Allah Resulü’nün hayatı konusunda bir dejenere söz konusu olduğunu kabul etmememiz bir saf dillilikten öteye geçmeyecektir. Çünkü ne yazık ki; Türkiye ilahiyatının yetiştirdiği ve tebliğde bulunan ulema ve medya, ömrü savaşla geçen Allah Resülünü barış adamı olarak lanse etmiştir yıllarca müslüman halka...
İşin vahim tarafı; durum Türkiye şiileri arasında da pek farklı değildir!
Bundan birkaç yıl önce Türkiye alimleri öncülüğünde; ilahiyat okumak isteyenlerin Kum’a gitmelerine gerek kalmadan Türkiye’de okuyarak ilm sahibi olmalarına imkan sunacak bir medrese kuruldu. Geçenlerde Almanya’da da bunun benzeri bir kurumda okumuş birisiyle sohbet ederken, bana söylediği şu sözler karşısında irkildim. Diyordu ki’ Bazen İran’da Huccetiye de okumuş alimler gelip diyorlarmış ki; bizim de okuduğumuz dersleri tanır mısınız? Ama biz okurken bir konuya birçok bakış açısından bakıp, inceliyorduk. Tıpkı Üniversite ile diğer bir okulun farkı gibi...’
Turkiye alimlerinin de ön ayak olup açtırdığı bu okullardan mezun olan kimselerin kibrini bir kenara bırakıp, sadece şunu sormak istiyorum. İlim kitaplarda okunan şeylerden ibaret mi?Bizler Allahu Tealayı ve emirlerini rasyonalist bir mantıkla anlayabilir miyiz?Ya kalb? Ya nefis tezkiyesi? Ya Takva, cihad ve marifet?
Ne yazık ki; Türkiye deki ulema Diyanetin koltuğu altından da olsa sesini duyurmayı bir marifet bildi. Televziyon yayınlarıyla on binleri hidayet etme hayaliyle; icrayı bir kenara bırakıp tebliğ kanadıyla yükseklere uçma hayali kurarak, tıpkı Allah Resülünü cihad eden bir mücahid olmaktan öte yüzünde sürekli tebessümüyle tebliğ eden bir kimliğin yansıması olarak tasvir eden sunni ulemasıyla bol koyun oldu...
İmam Mehdi as.’ın zuhuruna ait kafama takılan sorulardan birisi de şuydu; İmam birgün tebliği sonucunda şeytanı günahından pişman olmasına sebep olduğunda mı zuhur gerçekleşecekti? Yani tıpkı Türkiye uleması gibi, o kadar tebliğ edelim ki; sesimizi şeytanlar bile duysun hidayet olsunlar!!!
Sonra insanın aklına bu sorular geliyor peşi sıra... ‘Şeytan ilminin azlığı,bilgisizliği neticesinde mi günahkar oldu? Haşa Allah bilmeyen birisine mi gazab etti? ,
Kuran’da mustazaf konusunu incelediğimizde dikkatimizi çeken hususlardan birisi de şudur ki; bilgi açısından yada ilim açısından mustazaf kimse yokdur. Zira Allah buyuruyor ki; sen bir hatırlatıcısın. Yani onlara bildiklerini hatırlatıyorsun...
Ahlak konusuna gelince; tebessüm etmek, yumuşak olmak, merhamet etmek muminlerin ortak hasleti olsa bile; bunların bile çeşitleri vardır. Mesela hz Fatime sa’dan nakledilen bir hadiste kafirlere karşı tebessüm etmeyi nehyeder.
Ya da İmam Huseyin as. İçin üzüntü duyan iki kişiyi düşünün. Bir kimse kendi gibi birinin, bir insanın başına gelen musibetlerden dolayı üzülür. Bir kimse Allah için, Allah’ın en sevdiği kullarından birisi olan bir kimseye nasıl zulmedilir diye üzülür? Terazi ve kefeleri farklıdır. Birisi humanizm kaynaklıdır bir diğeri ilahidir. Sanırım ahlak konusu; bize hep lanse edildiği gibi yumuşak olma değil, Allaha en yakın pencereden bakabilme, kendini Allahu Tealaya en üstün niyetle yakınlaştırabilme olduğunu anlamamıza en fazla yardım eden yine İmam Huseyin as. ‘ın kerbelasıdır.
Bizim zalimlerle kol boyun olup, milyonlara tebliğ ederek rayından çıkmış bir islama yönlendirmeye ihtiyacımız yok, bizim üç beş kişi de olsak eğilmeden dik duruş sergilemeye; Allah’ın dinini olduğu gibi yaşamaya ya da bu uğurda canlarımızı feda ederek yaşatmaya ihtiyacımız vardır. Zuhur milyonların hidayet olması demek değildir, hakkın batıl yok olana kadar varlığını değişim ve dönüşümlerden korunarak ilahi rengin korunması demektir.
Adalet güneşinin doğacağı günün ümidiyle...