Öyle ya İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan diplomatik görüşlerin
devam ettiği ve barış ateşkesi dillendirdiği bir zamanda Nasrullah’ın bunun
aksine en azından dünya kamuoyunun gözü önünde agresif bir çıkış yapmayacağını basiretli
analizcilerin tahmin etmesi gerekirdi.
Hele ki Rehber Hamaney’in
“Amerika'dan kapsamlı bir yardım gelmezse Siyonist rejim
birkaç gün içinde felce uğrayacaktır" İslam dünyası da Siyonist rejimle
ekonomik işbirliğini keserek bu rejime karşı harekete geçmeli ve
"Gazze'deki bombalama ve suçun derhal durdurulması" konusunda ısrar
ederek hak cephesi ile batıl cephesi arasındaki bu yüzleşmede üzerine düşen önemli
görevleri yerine getirmelidir." dediği bir zamanda..
Hamas’ın Siyonist rejime yeterli olduğunu ve ABD’den kapsamlı
bir yardım gelmezse Filistin savaşçılarının İsrail’i felce uğratacağını
vurgulayan sözleri söylenmişken Seyyid Nasrullah’ın bu sözleri desteklercesine
İsrail yönetimini hiç muhatap almaması ve onları “aptallar” diye küçümseyerek ABD’ye onun gemilerine karşı hazır olduklarını
ve onlara mukabil silahlar hazırladıklarını söylemesi beklenir ve İslam
Devriminin Dinamiklerini oluşturan İmam Humeyni’nin “Büyük Şeytan” diye tanımladığı
ABD’nin ana hedefleri olduğunu vurgulaması direnişin ezeli projesi üzerinde yürüdüğünü
göstermesi gerekirdi ve bariz şekilde de öyle oldu.
Bunun yanında 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonunun planlayıcısı
ve uygulayıcılarının %100 Filistin direniş örgütlerinin olduğunu söylemesi,
Kassam Tugayları komutanlarının operasyonun güvenliği açısından bunu kimseye
haber vermediklerini bunun doğru bir karar olduğunu ve bundan alınmadıklarını
bilakis başarılarından gurur duyduklarını söylemesi bu mücadelenin Filistin
halkının mücadelesi olduğunu ve tek başlarına İsrail’i yenebileceklerine olan
güvenini vurgusunu ön plana çıkarmış olması çok doğru bir yönlendirmedir ve
direnişin Suriye, Irak, Yemen ve diğer coğrafyalarda uyguladıkları değişmez
politikalarına ne kadar bağlı olduğunun göstergesi olmuştur.
Kısacası İsrail ile mücadelede Filistin direniş örgütlerinin
başarılı olduklarını ama savaşın genişleme ihtimaline karşın kendilerinin
tetikte ve direnişi destekleme hazırlıklı olduklarını mesajlarını da vermiş
oldu.
Buna rağmen Gazze savaşına kayıtsız kalmadıklarını daha ikinci
gün atıkları füzeler ile savaşa girdiklerini sınıra yakın yerlerde dikkat çekici
eylemler yaparak İsrail Güvenlik kalkanının ve ordunun büyük çoğunluğunu oraya
yönlendirerek Gazze’nin yükünü hafiflettiklerini de belirterek İsrail’in en
büyük korkusunun da Hizbullah olduğunu vurgulamış oldu.
Sadece bu acıdan baktığımızda bile Hizbullah, Gazze savaşında
daha ilk günden beri çok etkin bir unsur olmuştur.
Daha ilk gün ABD Savunma Bakanlığı’ndan bir yetkili, Hizbullah’ı
Hamas’ın yanında İsrail’e karşı ‘ikinci bir cephe açma’ yönünde ‘yanlış bir
karar’ vermenin sonuçları konusunda uyarmış ve bu ihtimalden derin endişe
duyduğunu ifade etmişti.
Benzer bir açıklama da İsrailli yetkililerce daha ilk gün
sık sık tekrarlanıyordu.
Bu Hizbullah’ın 2016 savasında kazandığı zaferle ve ondan sonraki
tüm Gazze savaşlarında Filistin direniş örgütlerine verdiği destek ile kendini dünya
hegemonyasına ispatlamış olmasındandır.
Bu yüzden İsrail
gaflete uğradı ve bu yüzden kara harekatını geciktirdikçe geciktirdi.
Hizbullah’ın varlığı bile tek başına Gazze savaşında yeterli
bir unsurdur.
Seyyid Nasrullah bunun bilincinde olmanın verdiği eminlik
ile bu yüzden muhatabını ABD olarak karşısına aldı ve “eğer sen daha fazla dahil
olursan ben de daha fazla dahil olurum” mesajını verdi.
Böylelikle Nasrullah direnişin lokomatifi İran’ın
konjektürel siyasetine ters düşmeyerek ilkesel direniş metoduna sadık kaldı.
Öyle ya direnişin rehberi İsrail için bir ömür biçmişti. Bu
süre henüz tamama ermeden yapılacak fevri bir hareket tıpkı Uhut’da sabırsız okçuların
mevzileri terk ederek yaptıkları gibi bir hata olacaktır ve savaşın sonucunu
değiştirip zaferi erteleyecektir.
Hasan Nasrullah’tan böyle bir tecrübesizlik beklenir miydi?
Hayır elbette!
Ama Türkiye’de direnişi ve onun liderlerini yeterince iyi
analiz edebilen bir kitle yok. Seküler ulusalcı Kemalist ideolojileri sebebiyle
ya da mezhepçi milliyetçi düşünceleri sebebiyle İran’a ve direnişe bakanları
anlamak mümkün. Sahip oldukları önyargı ve ideolojik körlükleri asla gerçeği
doğruyu görmelerine müsaade etmez.
Ancak bir kitle var ki İran’a sempati duyuyorlar, direnişe bağlı
olduklarını iddia ediyorlar. Velayet-i Fakih taraftarı olduklarını söylüyorlar.
Ama tahlilleri ve tespitleri bazen fazla duygusal bazen de işlerine geldikleri
gibi yapıyorlar. Bu konuda ön plana çıkmış kurumsallaşmış olanlar bile en son
Nasrullah konuşması hakkında doğru öngörülerde bulunamadılar ve gereksiz bir
hamaset ürettiler. Dolayısı ile İran düşmanlarına tetikte bekleyen sinsilere koz
verdiler. Çünkü onların yaptıkları basiretsiz tepki ve hamaset beklentileri
yükseltti olmayacak hayallere sevk etti insanları. Olayları lokal ve duygusal
değerlendirdiler bütünü göremediler söylenmiş sözleri unuttular.
Rehber, İsrail boykotundan İsrail’e diplomasinin ve ekonomik
işbirliğinin kesilmesinden İslam devletlerinin Filistin’e yardım etmesinden ve Müslüman
olmayan ülkelerin halklarının vicdanlarının harekete geçirilmesinden
bahsederken ve Abdullahiyan’ın BM de ABD radyo ve gazetecilerini barış ateşkes
ve savaşın durdurulması sivil katliamının engellenmesi konuşmalarını yaparken
bizimkiler burada öyle bir hava estirdiler ki Nasrullah topu tüfeği alıp İsrail’e saldıracak cihat fetvası verecek ABD donanmasını
yerle bir edecek hamaset ile dolu bir konuşma yapıp cihad ilan edecekti.
Bu camianın 7 Ekim’den bu yana miting gösteri ve slogandan
öteye gitmeyen tavırları, İsrail ile her türlü diplomasiyi ve ekonomik işbirliğini
sürdüren AKP rejiminin Filistin duyarlılığı yükselen halkı sahte mitingler ile
gazını alıp asıl yapması gerekenleri unutturma çabasına destek olmaktan öteye
varmadı.
Öyle ya öncelikle yapılması gereken Türkiye’nin İsrail ile diplomasisini
sonlandırması elçisini çekmesi ve onların elçilerini de sınır dışı etmeleri
gerekmez miydi? Tüm ticareti sonlandırıp akaryakıt gıda ve bilhassa Manavgat
suyunu kesmesi daha etkin bir yaptırım olmaz mıydı?
Peki direnişin temsilcisi olduğunu söyleyen kurum TV ve
STK’lardan hangisi AKP’den bunu isteyen bir talepte bulundu. İsrail
konsolosluğuna iki km mesafede slogan atıp bayrak yakıp havai fişek patlatmak
yerine AKP önünde böyle bir eylem yapan Camiadan bir kuruluşa rastladınız mı?
Rehbere bağlı olduğunu söyleyenler rehberin:
“İslam dünyası da Siyonist rejimle ekonomik işbirliğini
keserek bu rejime karşı harekete geçmeli” sözünü işitip neden kendi hükümetlerine
bunun için baskı yapmazlar acaba bu söz Bolivya ya da Nijerya’yı mı kapsıyor
sadece?
İşlerine gelince Rehber hiçbir şey söylememişken her şeyi
ile direnişe zarar veren bir partiye destek için Rehber adına çıkarım yapanlar
rehberin bu acık sözü doğrultusunda neden kıllarını kıpırdatmıyorlar.
Türkiye’de Siyonizm’e ve Emperyalizme karşı Hizbullahi bir
direnişin olması mümkün değildir. Ancak direnişten nemalanan ve aslında
direnişin bu coğrafyada yeşermesini engellemekten başka bir işe yaramayan bazılarının
kendilerini öyle gösterdikleri bir tiyatral bir gösteriden ibarettir her şey.
O yüzden Nasrullah’ı tekrar tekrar dinleyin.
Vessellam..
Fatih Bilgin