İslam inkılabı ile
pratize edilen Velayet-i fakih İmam Humeyni’nin (ra) şahsiyetinde tanınmıştır.
40 yıllık bir ömrü olan Veleyat-i fakih henüz toplum düzeyinde ilmi olarak
tanıtılamamıştır.
Siyasal bilimlerde
gerektiği şekilde ortaya koyulamamış sadece taabbudi ve taklidi olarak kabul
edilmektedir; şahsın kişiliğinde kabul görmektedir. Yani Velayet-i fakih
makamının ne olduğu tanınmadan bu makamda oturan fakih tanındı; Velayet-i fakih
İmam Humeyni’nin (ra) hakiki/özel kişiliğinde tecelli etti ve daha sonra İmam
Hamenei’nin rehber seçilmesinin ardından günümüze kadar yine onun özel kişiliği
ile tanınmaya devam etti.
Aynısını İmamet için de
söylemek mümkündür; imamet idrak edilmeden imam tanındı. İmamet Hz. Ali’nin
(as) hakiki/özel kişiliğinde tanındı yani İmamet, imam ile tanındı.
Bundan dolayı Velayet-i
fakih henüz bilimsel olarak tanınmamıştır. İlmi boyutu sadece kitaplarda ve özel
derslerde hapsedilmiştir. Halk arasında taabbudi ve kişi endeksli kabul
görmektedir.
Malesef Velayet-i fakih
sistemi, Batı dünyasının siyasi sistemi olan demokrasinin gördüğü ilgi ve sahip
olduğu itibar kadar ilgi ve itibara sahip değildir. İslam dünyasında Velayet-i
fakih özümsenmeli ve kabul görecek seviyeye gelmelidir. Bunun için Fakih’in
kişiliğinin yanı sıra Velayet makamı tanınmalıdır.
Okullarda özellikle
üniversitelerde “İslam siyaset doktrini” olarak okutulmalıdır. Aksi takdirde
Velayet-i fakih’in siyaset doktrini olarak kabul görmesi uzun yıllar alacaktır.
Belki de hiç kabul görmeyecektir.
Fakihin velayetinin özü
tanınmaz ise Masum İmam’ın imamet ve velayetinin pratize ediliş şekli de tanınamayacaktır.
Velayet-i Fakih sisteminin Hz. Mehdi’nin (af) zuhuruna ortam hazırlaması buradan
kaynaklanmaktadır.
Günümüzde bir taraftan
fakihin velayetinin İslam siyaset doktrini dairesi içinde ele alınmaması ve
diğer taraftan Fakihin velayet dairesinin genişliğine Batı siyaset doktrininden
bakılması, Velayet-i fakihe farklı bakış açıları oluşmasına sebep olmuştur.
Bunlardan bazıları:
1-Velayet-i Fakih sembolik
bir makam olup nezaret, nasihat, yol gösterme, irşad gibi vazifeleri vardır.
Velayet-i fakihe itaat ahlaki olarak gereklidir; Kur‘an‘daki irşad ayetleri, peygamber
ve masumların nasihat, öğüt niteliği taşıyan sünnet/müstehap emirleri gibidir.
3-Velayet-i fakih, İslam devletinde bütün kurum ve
kuruluşların üzerinde nezaret ve denetleme görev ve yetkisine sahiptir. Bu
daire içerisinde verdiği emirlere itaat farzdır. Bu görevin dışında verdiği
emir ve nehiylere itaat farz değildir,
tavsiye ve nasihat olarak değerlendirilmelidir.
4-Velayet-i fakih İslam devletinin en yüksek yetki
sahibidir. Bütün kurum ve kuruluşlar ona itaat etmek zorundadır. Velayet-i
fakih anayasa üstü bir yetkiye de sahiptir. Velayet-i Fakih masumun olmadığı
dönemde toplumu yöneten, idare eden ve şartlar oluştuğunda topluma hakim kılınan
İslam devlet sistemidir; her kurum meşruiyetini ondan alır. Fakihin velayeti
aslında Fıkhın/şeriatın velayeti olduğundan anayasa üstü bir yetkiye sahiptir.
Kısacası Velayeti fakih İmam-ı Zamanın naibidir; toplumun idare ve yönetiminde masum
imamın sahip olduğu bütün yetkiye sahiptir.
Veleyet-i Fakihe itaat derecesi bu okuma
şekillerine göre değişmektedir.
Velayet-i fakihe itaat dereceleri;
Mutlak itaat nedir?
Mutlak itaat sorgulamadan kayıtsız şartsız itaat etmektir. Bunun hikmeti emir
sahibinin hatasız olup hem hakk, hem de hücciyeti olduğundandır; ister bizim
düşüncemizle bağdaşsın, ister bağdaşmasın. Emr olunana itaat etmektir.
Mutlak itaat Allah’a,
Peygambere ve masum İmam’a farzdır. Çünkü onların emirleri, nehiyleri ve her
türlü sözleri yanlış ve hatadan beridir; yüzde yüz doğrudur.
Masumun emrine itaat
edenler iki kısımdır;
a) Bazıları masumun
sözünün hak olduğuna inanır ve iman eder; masumun görüşü ile kendi görüşü
çelişirse kendisinin yanlış düşündüğünü anlar ve teslim olur.
b) Bazıları masumun
emrine itaat eder ama doğruluğuna inandığından değil günah işlememek içindir.
Yani masumun emri kendi akli ile bağdaşmazsa doğru olmadığını düşünür ve günah
işlememek için zahirde itaat eder; bu insan itaat etmiştir ama tam teslim
olmamıştır.
Masumun gaybette olduğu
ve O’na ulaşma imkanı olmadığı bir dönemde masum olmayan ama alim ve adil olan
Velayet-i fakihe itaatin mutlak olmasının hikmeti ise onun sözünün hüccet oluşundandır.
Velayet-i Fakihe itaatin sebebi “onun adaleti ve sözünün hücciyetidir“. Masum
imamın naibi olduğu ve onun emri olduğu için itaati kayıtsız şartsız farz olur.
Masum imamların kendi hayatlarında İslam beldelerine gönderdikleri valileri
gibidir.
Velayet-i fakihe İslam
toplumunun önderliğinde itaat, ibadi konularda Merce-i taklide kayıtsız şartsız
fetvaları sorgulamadan itaat etmek gibidir.
Velayet-i Fakihe de
toplumu yönettiği hangi alanda olursa olsun, ne emir verirse versin itaat
edilmelidir. Çünkü masumun naibi olduğu için itaat etmek farzdır. Toplumdaki
ihtilaflarda sorunu çözecek bir merci olmalıdır, son sözü söyleyecek bir makam
olmalıdır. Buna şeriatta “Fasl-ul hitab“ denir.
Velayet-i fakihin emri
insanın akıl ve mantığı ile bağdaşmasa da itaat etmek zorundadır. Aksi takdirde
itaat ve teslimin manası kalmaz.
b) Şartlı itaat
“Velayet-i fakihin emir
ve görüşleri akla uygun olursa itaat farzdır. Yani Velayet-i fakihin
emirlerinin doğruluğu akıl ile ölçülür. Akıl, Allah’ın verdiği bir terazidir, onun
onayladığı her şey doğrudur, onunla bağdaşmayan düşünce ve fikirler yanlıştır
dolayısıyla itaati farz değildir.
Masum olmayan hata
yapabilir ve hata yapabilen birine mutlak itaat farz olmaz. Velayeti fakih de
masum olmadığı için emirlerine aklımızla bağdaşırsa uymak farz olur.”
Bu durumda Velayet-i
fakihin her emrini insanlar kendi akıllarıyla ölçeceklerdir, muhakkak ki
herkesin aklıyla bağdaşmayan farklı farklı emirler olacaktır, herkes aklına
uyana itaat edecek, uymayana itaat etmeyecektir. Böyle bir durumda da hüccet insanın kendi
aklı olur. Velayet-i fakihin bir önderliği, liderliği ve velayetinin manası
kalmaz. Neticede hakkaniyeti kabul edilmediği gibi hücciyyeti de yok olur.
Velayet-i fakihe itaati
farz bilen, onun emirlerinin kendi düşünceleriyle bağdaşmadığını görenler
itaatsiz duruma düşmemek ve günah işlememek için Velayet-i fakihin emrine
uymamayı tevil etmektedirler; Velayet-i fakih masum değildir hata yapabilir,
Velayet-i Fakih yanlış bilgilendirilmiştir, Velayet-i fakihin her sözü emir
değil bazen tavsiyedir, bu emri vermeye mecbur kalmıştır, temsilcilerinin
görüşüdür vs.
İnsanların Masum imamlara
itaatlerinde de bu sorunlar yaşanmıştır; imamların hayatlarında
imamlara akıl verenlerin sayısı binleri geçmektedir. Peygamberlere itaat
konusunda da yaşanmıştır, hatta Allah’a iman konusunda da aynı sorun
yaşanmıştır. Kur’an, bu düşünceye sahip olanların görüşlerini anlatırken
buyuruyor; onlar dediler ki senin bu dediklerin aklımızla bağdaşmıyor, senin bu
dediklerin anlaşılmıyor, yani akıl ve mantıkla anlaşılmıyor…..
Bu kısa açıklamadan sonra
Müslümanlar için iki seçenek var; ya Velayet-i fakihi merkeze koyacak ve
kendisi onun etrafında dönerek kendini Velayet-i fakihe kalkan yapacak veya
kendi aklını merkeze koyacak ve velayet-i fakihi kendine kalkan yapacaktır.
Velayet-i fakihi kendi
aklına göre yorumlayan kendisini merkeze koyuyor ve bu düşüncenin etrafına
fakihin velayet duvarını örüyor. İnşa ettiği binanın merkezinde kendisi var,
fakihin velayet sınırını kendisi belirliyor ve kendisi dengeliyor.
Veleyet Güneşinin Doğması
Ümidiyle
Sabahattin Türkyılmaz