Hamas'ın yönetiminin
Şeyh Ahmed Yasin'den Abdülaziz el-Rintisi’ye, ondan da Meşal, Haniye ve Sinvar'a
devredilmesi her zaman gerekli bir görev değişimi olmuştur. Hamas'ın Şeyh Ahmed
Yasin'den Yahya Sinvar'a kadar durdurulamaz gidişatı ve liderliğinin
değişmesine rağmen yaklaşık kırk yıldır değişmeyen düşünceleri şunu gösteriyor:
Hamas'ın yol haritası ailelere ve kişilere dayalı değil, örgütün amacının
güvence altına alınmasına dayalıdır.
Hamas, gerekli
geçiş sürecinde çeşitli spekülasyonlara konu oldu ve en önemli
spekülasyonlardan biri de Hamas'ın genel sekreter eksikliği nedeniyle yön
değiştirmesi oldu. Bu durumlarda düşman Hamas'ı bu şekilde görmekten hoşlandığı
için onu bu şekilde tasvir ediyor.
Düşmanın İran İslam
Cumhuriyeti’ne yaptıkları ve yapmakta olduğu şey de budur. Bir dönem İran İslam
Cumhuriyeti'nin hayatının İmam'ın (r.a) hayatına bağlı olduğu, İmam'dan sonra
hızla içeriden çöküşe ve nihayetinde de fiziki çöküşe doğru gittiği propagandası
yapılıyordu. Aynı yanlış çizgi İran hükümetleri hakkında da dile getirildi. “Falanca
kişi İran İslam Cumhuriyeti'nin son kurşunudur ve İran İslam Cumhuriyeti onunla
da vuramazsa çöker” sözünü mutlaka duymuşsunuzdur.
Belki de bunu ilk
kez İran’da 1989’da beşinci cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra duyduk. O dönemde
bir toplantıda biri şöyle demişti: “Sayın Haşimi, İran İslam Cumhuriyeti'nin son
kurşunudur ve eğer o ülkedeki durumu düzeltemezse, başka kimse ülke sorunlarını
çözemez, dolayısıyla sistemin devamı Sayın Haşimi'nin politikalarındaki başarısına
bağlıdır!”
Geçtiğimiz aylarda
İran, 14. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine şahit oldu ve ilginçtir ki 35 yıl önce Merhum
Haşimi’yi son kurşun olarak nitelendirenler, bugün Doktor Pezeşkiyan’ı son
kurşun olarak nitelendiriyorlar!
Neden bu şekilde
analiz ediliyor ve analizde neden bu düzeyde bir hata oluşuyor? Cevap, bunun “Düşmanın
gizli hattı” olmasıdır. İlk olarak şunu söylemeliyiz ki, düşman bu şekilde
seviyor ve kendi arzularını durumun analizi şeklinde dile getiriyor. İkincisi; düşman,
İran İslam Cumhuriyeti'nin durumunu, klasik sistem olan yapısına göre analiz
etmeye çalışıyor ve dini ve inkılâbi bir sistemin şeklini, mantığını ve
diğerleriyle farklılıklarını anlamaktan aciz. Kur'an-ı Kerim, Zuhruf Suresi'nin
54. ayetinde Firavun'un, müşrik toplumu hakkında ne düşünüyorsa, aynısını imanlı
bir toplum hakkında da düşündüğünü belirtmektedir! Peki bunun neticesinde sonuç
ne olacak? Hesaplamada hata, eylemde hata ve ardından başarısızlık.
Kur’an-ı Kerim, Firavun'un
Mısır'da etrafındaki toplumsal güçlere karşı kazandığı zaferin nedeninin, dönemindeki
insanların çoğunlukla yozlaşmış olması ve bu yozlaşmanın onları itaat etmeye
zorlaması olduğunu belirtiyor. Daha sonra Firavun gelip aynı formülü imanlı bir
ümmete de uygulamak istiyor ve başarısızlığa uğruyor. Firavun bir gün Musa bin
İmran'a inanan Sohre’yi şiddetle tehdit etti ve şöyle dedi: “Musa'nın Tanrısına
hangi izinle inanıyorsunuz? Ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim ve bedeninizi
de çarmıha gereceğim.” Onlar güldüler ve şöyle dediler: “Bu durumda bizi Rabbimize
kavuşmak olan amacımıza ulaştırmış olursunuz. Bunlar iki mantık, iki durum ve
iki sonuçtur.
İsrail'in çarşamba
günü Gazze Şeridi'nde yaptığı şey, Gazze'deki direniş unsurlarına “kana
susamışlık" unsurunu da eklemek oldu. Yani artık Filistinli mücahitlerin
bu rejimden alacakları yeni bir şey var ve onu yerine getirmek için de meydana
çıkacaklar.
Bu yıllarda meydana
gelen ve Sinvar, Haniye ve Aruri gibi komutanların boşluğunu dolduran önemli
bir olay da “sahaların birleştirilmesi” ve bunun sonucunda dış ve iç komutanın
birbirine bağlanmasıdır. Dolayısıyla İsrail'in yapabileceği en fazla şey, insanları
uzaklaştırmak ve duvarları yıkmak olabilir ama Umman ile Akdeniz'i birbirine
bağlayan ipi kesemez.
Gaspçı rejim Sinvar’ı
şehit ederek aslında Batı Şeria'nın kinini suladı ve yeşertti, bu da Haniye, Aruri
ve Sinvar’ın şehadetinin idari olarak Hamas'a zarar vermiş olabileceği ama Hamas’ın
cihadi boyutunu daha coşkulu ve heybetli hale getirdiği anlamına geliyor. Bu
önemli bir konu ve bu nedenle birçok Batılı analist, Sinvar suikastının Hamas
hareketini daha aktif hale getirdiğini ve iç saflarını daha koordineli hale
getirdiğini söylüyor.
Savaşın başında
belirlediği hedeflerde başarısız olan Siyonist rejimin başarı sağlaması
gerekiyor ve Hamas ve Hizbullah'ın yetkili ve komutanlarının toplu fotoğraflarını
göstererek savaştaki hedeflerini gerçekleştirmeye yaklaştığını iddia ediyor.
Ancak gaspçı
rejimin bazı yetkililerinin de belirttiği gerçek şu ki, Şehit Nasrallah ve
Şehit Sinvar bir yolun başlangıcı değillerdi ki onların şehadetleri yolun sonu
olsun. Şam'da Seyyid Razi'den Gazze'de Sinvar'a kadar yakın zamanda şehit
edilen büyük şehitlerin hepsi yolun başlatıcısı değil, devam ettiricisiydiler. Bu
nedenle onların şehadetinden sonra durmak yok. Birileri kelime oyunu başlatıp,
bazı liderlerin ve bir grup komutanın kaybıyla direnişin yön değiştireceği,
gücünün ve hızının azalacağı yönünde bir ufuktan bahsediyor. Eğer böyle bir
şeye geçici olarak izin verilse bile ki buna kesinlikle izin verilmeyecektir, cephenin
ve direniş hareketlerinin düşmanın operasyonel seviyesinde bir artışla karşı
karşıya olduğu bir dönemde, direniş hareketinin gücünü ve yoğunluğunu korumak,
hatta arttırmak gerekmektedir. Bu nedenle düşman, devrimci örgütlerin liderlerin
şehadetiyle yapısının durumunu anlama konusunda şaşkına ve sıkıntıya düşeceğini
zannetmemelidir.
Peki Sinvar’ın bir
alternatifi ve onun yerine geçebilecek biri var mı? Bu, bugünlerde sıkça
sorulan bir sorudur.
Bu soruyu
yanıtlamak için Yahya Sinvar’ın normal bir üyeyken bazı medya kuruluşlarının deyimiyle
“Siyonistlerin kâbusu” haline gelen Hamas'ın önde gelen isimlerinden olacak bir
konuma nasıl ulaştığını görmek gerekir.
Yahya Sinvar, 1962
yılında Han Yunus’ta mülteci kampında doğdu. İslam İnkılabının zaferi sırasında
16 yaşındaydı, İslam İnkılabından etkilenen 1987 yılındaki ilk Filistin
intifadası sırasında ise 25 yaşındaydı ve Hamas kurulduğunda 26 yaşındaydı,
Gazze'nin yönetimini siyasi büro başkanından devraldığında ise 50 yaşındaydı.
O, Şeyh Ahmed Yasin’in tutkulu bir öğrencisiydi. Sinvar, hayatının 23 yılını
İsrail rejiminin korkunç zindanlarında geçirmiş, 12 yıl boyunca Gazze'nin
idaresini üstlenmiş, İsmail Haniye'nin şehadeti ile siyasi büronun başına
geçmiş ve Hamas’ın lideri olmuştur.
Bu yolu
incelediğimizde, onun şehadetinin Hamas'ın devrimci hareketi açısından büyük
bir kayıp olarak görülmesine rağmen, günümüz Hamas'ında bu özelliklere sahip
veya bu özelliklere yakın en az 10-12 kişinin bulunduğunu görüyoruz. Ayrıca
Hamas'ın diğer güçlerden “geleceğin Sinvar’larını” yetiştirme imkânı da var.
Yani Hamas çıkmaza girmiş durumda değil.
Bir diğer nokta ise
Hamas'ın devrimci hareketinin artık en zor ve ağır dönemini geçirmiş olmasıdır.
Aksa Tufanı operasyonunun üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçti ve bu, Hamas'ın
bu 36 yıl içindeki en zorlu dönemidir. Çünkü hiç bu kadar kuşatmaya, baskıya,
bombalamaya ve her türlü zorluğa maruz kalmamıştı. Direnişin bugünkü durumu,
halkın idaresinin organize edilebilmesi ve direnişin çok zor şartlarda idaresi,
gıda ve füzelerin yönetimi açısından bir yıl öncesine göre daha kolaydır. Bir
liderlik zor ve riskli durumlardan geçtiğinde, öğrencilerinin durumu yönetmesi çok
daha kolay olur ve çıkmaza girmezler.
Hamas'ın bir yıl
boyunca yeraltında yönetilmesi ve Siyonist rejimle savaşın karada yönetilmesi
ve aynı zamanda savunma yeteneklerinin genişletilmesi için fırsatlar
yaratılması güçlükle yapıldı. Bu zorluklardan elde edilen manevi ve yönetimsel
başarılar bugün Hamas'ın yeni liderliğinin sermayesi olmuştur.
İran'da şehitlerin
şehit olmasının büyük etkisini, onlarının yolunun güçlü bir şekilde devam
etmesiyle gördük. İran’da cumhurbaşkanlığı seçimi ile Recai’nin şehadeti arasında
sadece 33 gün var! İran Yargı Erki Başkanı Şehid Beheşti'nin şehadeti ile Cumhurbaşkanı
ve Başbakan Recai ve Bahüner’in şehadeti arasında ise sadece iki ay var! 8 yıl
süren savaşta önde gelen komutanlar bazen bir gün arayla şehit düştüler. Allah’u
Teala Hacı Kasım’ın derecesini yüceltin, o şöyle söylemişti: “Bir operasyonda 41.
Sarallah tabur ve bölük komutanlarının neredeyse tamamı şehit olmuş, ancak ordunun
operasyonel kabiliyetine, otoritesine ve idaresine herhangi bir zarar
gelmemiştir.” Bu, şehit kanının işlerin tutarlı bir şekilde devam etmesi
üzerindeki etkisini gösteren bizim tecrübe ettiğimiz bir konudur. İşin sırrı
şudur ki, kişi hak cephesinde şehit olduğunda onun yerini Allah doldurur ve Allah-u
Teala’nın bulunduğu bir cephe solmaz ve geri çekilmez.
Şehadetten sonra
manevi unsurun maddi unsura hâkim olması aslında batıl cephenin silahlarının hak
cepheye olan üstünlüğünü ortadan kaldırmakta ve hak cephenin daha hızlı hareket
etmesinin önünü açmaktadır.
Sadullah Zarei