Her şeyin önünde-sonunda siyasal ya da ekonomik çıkara bağlandığı bir dünya için bu sorular normaldir.
Ne var ki onun şahsiyetini, mücadelesini ve öğretisini bilenler; onun konuşmalarıyla büyüyenler bu sorulara önem vermemektedir. Bu; analitik, bilişsel ya da stratejik bir mesele değildir. Bunlar belki kaybın manevi anlamını hissedemeyenlerin sorabileceği sorulardır. Onun kişisel öyküsünü bilmeyenlerin; kendini direnişe adamış yoksul ve mahrum insanların onunla arasındaki derin bağı anlayamamış olanların sorabileceği sorulardır.
O sadece “Hizbullah’ın lideri” olarak aramızdan ayrılmamıştır. Onun ölümü sadece bir Müslüman’ın, bir Şii’nin, bir Arap’ın, bir Lübnanlının, siyasal bir liderin ölümü değildir. 28 Eylül günü öğle vakitlerinde Hizbullah’ın resmi açıklaması geldiğinde onun keder, yorgunluk ve zaferlerle dolu hayat hikayesine tanık olmuş direniş dostlarının neler hissettiğini anlamadan Seyyid Hasan Nasrallah’ın nasıl bir kişilik olduğu anlaşılamaz.
Lübnan’dan bir vatandaşın Nasrallah’ın gidişinden sonra yazdıkları onların neler hissettiği hakkında bir fikir veriyor: “Her gece bombalandık, sağa sola koşuyorduk ama bu gece, yerimizde kaldık. Herkes füzenin kendisine isabet etmesini umuyor. Yaşamaya değer hiçbir şey olmadığı için ölümü bekledik. Bu gece yetim kaldık.”[1]
Kendi içinde 15 yıl savaşmış; ideolojik, dini, mezhebi temelde parçalanmış bir toplumun neredeyse tamamını yasa boğan[2] sebep sadece ideolojik, siyasi ya da dini gerekçelerle açıklanamaz.
Aşağıdaki video 28 Eylül günü izlediğim pek çok videodan biri: Nasrallah’ın şehadet haberini ilk duyduğunda bu Hıristiyan kadının feryatlarını ne açıklayabilir?
Onun mezhebî, dini ve etnik kalıpların çok ötesine geçen kişiliğini bilenler için bunlar şaşırtıcı değildir. O, İsrail bombalarıyla yıkılan kiliseleri ve zarar gören sinagogları onaran bir liderdir.[3] Bunları yapması için “birlikte yaşama” gibi sonu gelmez felsefi mülahazalara girmesine ya da riyakar liberal klişeleri kullanmasına gerek yoktur. Bunlar propagandası yapılacak politik malzemeler de değildir. Allah’ın adının anıldığı yerlere saygı onun samimiyetinin ve dünya görüşünün gereğidir.
*
Sonraki günlerde onun şehadeti hakkında yazılmış pek çok yazı okudum. Bu yazıların pek çoğu bir makaleden öte kişisel bir ağıt, kalemle tutulmuş bir yastı. Her biri artık ödenmesi mümkün olmayan kişisel bir borcun samimi itiraflarıydı.
8 Ekim’de el-Meyadin’de Kerim Çarara’nın “Sana Söyleyemediklerimiz”[4] başlıklı yazısı, “Hayattayken seninle konuşma şansımız olmadı ama belki bu sözler şimdi sana ulaşabilir. Herhangi biri olabiliriz, kadın ya da erkek, genç ya da yaşlı, Hıristiyan ya da Müslüman, dindar veya şüpheci... Hiç önemli değil.” diye başlıyor ve şöyle devam ediyordu:
“Takip eden yılların senin için zor geçtiğini biliyoruz. İsrail işgali ve onun her yere yerleştirdiği işbirlikçileri, direniş yoldaşlarının ve halkının hapishanede katlanmak zorunda kaldığı işkenceler, hareketin yetenekleri ile İsraillilerinki arasındaki ezici eşitsizlik arasında, bu yolda şehit olan kendi oğlun da dahil olmak üzere, huzurumuz için çok şey feda ettin. Yine de bize özgürlüğü hediye edene kadar güçlü durdun. Üstelik bunu Lübnan halkının bir başarısı olarak nitelendirip bir saniye bile siyasi çıkar için kullanmayı düşünmedin. Hâlâ kalplerimizde ve zihinlerimizde Bint Cubeyl'deki zafer konuşmanın yankılandığını duyarız.”
Çarara, İslam’da en yüce makam olmasına rağmen pek çok direniş dostunun söylemeye dilinin varmadığı ve belki de sadece onların anlayabileceği bir çelişkiye de işaret eder: “İslam'da bir şehidin daha yüksek bir varlık mertebesine yükseldiği ve hâlâ hayatta olduğu bir hakikattir. Ancak pek çok kişi hâlâ sana şehit demeyi kendine yediremiyor.”
Hizbullah hakkındaki araştırmalarıyla tanınan California Üniversitesi’nden Esad Ebu Halil, Nasrallah hakkında yürütülen olağanüstü antipropagandanın kalplerdeki Nasrallah sevgisini engelleyemediğini yazar: “Peygamber ve Nasır döneminden bu yana hiçbir Arap lidere karşı Nasrullah'a karşı yürütülen kadar yoğun bir mücadele verilmedi. Her türlü yönteme ve iftiraya başvurdular. Hakkında dedikodular yaydılar ve gün boyu ona hakaret ettiler. Lübnan'daki Suudi ve BAE yanlısı grup (çoğunlukla gazeteciler ve STK aktivistleri), Batı basınına Hizbullah'ın kendilerini susturduğundan şikâyet ederken, internet sitelerinde ona karşı ağır hakaretler yağdırıyorlardı.”[5]
Halil, buna rağmen Nasrallah’ın yokluğunun doldurulamayacak bir boşluk yarattığını, onun adının Filistin özgürleştiğinde kutsal topraklarda yaşayacağını belirtir. Nasrallah’la görüşme fırsatı da bulan Esad Ebu Halil, Nasrallah’ın kişiliğini şu kelimelerle açıklar: “Zeki”, “alçakgönüllü”, “mükemmel bir dinleyici” ve “nazik bir muhatap”. Ama hepsinden önemlisi Nasrallah’ın onun dürüstlüğüdür: “Verdiği sözü mutlaka tutar… abartılı, içi boş konuşma tarzından uzak dururdu.”
Nitekim EMEL hareketi lideri ve Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri de şöyle demişti: “Ey şehit!...ilk kez sözünü tutmadın ve randevusuz gittin.”
El-Ahbar gazetesinin yayın yönetmeni İbrahim el-Emin şehadet haberinin ardından kaleme aldığı yazıda onu “Hüseyin’in ta kendisi!” olarak tanımladı: “Seyyid Hasan, haksızlık karşısında her devrimci için ebedi bir sembol haline gelmiştir. O, Kudüs ve Filistin'i savunmak için şehit düşmüştür. Tüm nefrete, çarpıtmalara, kine, hayal kırıklıklarına ve cehalete rağmen, hayatının son anına kadar Amerika ve İsrail'e karşı savaşmanın, özgür yaşamak isteyen herkes için kutsal bir görev olduğuna inanmıştır.”
Zülfikar Zahir el-Menar’daki yazısına “Şüphesiz ki o şimdi burada!” diye başlar[6] ve Nasrallah’la halk arasındaki ilişkiyi sade bir şekilde tanımlar: “O halkı sevdi, halk da onu sevdi. Hiçbir koşulda, en zor koşullarda bile halkını ya da banliyölerini terk etmedi...”
Nitekim doğduğu, büyüdüğü, mücadelesini verdiği, yürüyüşlere katıldığı, sloganlar attığı, ümit ve güven verdiği, zaferler müjdelediği mahallede şehid oldu. Bu, onun kendine bir vaadiydi. 2006’daki zafer konuşmasında şöyle demişti: “Ben hayatımı ihanetle değil, şehadetle sonlandırmayı umut ediyorum."[7]
Janna Kadri el-Meyadin’de yayımlanan makalesinde Nasrallah’ın şehadetiyle bıraktığı küresel mirasa vurgu yaptı:
“Seyyid Nasrullah'ın somutlaştırdığı direniş ruhu sadece Lübnan'da değil, emperyalizmin sürdürdüğü sömürü ve baskı sistemlerini parçalamaya çalışan küresel proletaryanın yüreğinde de yaşamaya devam ediyor. Hizbullah'ın mücadelesi münferit bir savaş değildir; insan hayatından ziyade kâra değer veren ve egemenliğini sürdürmek için tüm halkları heba eden bir sisteme karşı küresel direnişin bir parçasıdır.”[8]
Tirinity College’da profesör olan Hintli yazar Vijay Prashad, “İsrail’i Mağlup Eden Adam: Seyyid Hasan Nasrallah” başlıklı yazısında[9] Seyyid Hasan’ın neden hedef alındığını yalın bir şekilde açıkladı: “Nasrallah öldürüldü çünkü Filistin'e verdiği destekten taviz vermiyordu.”
Prashad şöyle devam ediyor: “Diğer tüm Arap liderlerin aksine Nasrallah İsrail'e karşı iki kez savaş açmış ve İsrail'i mağlup etmişti: ilki İsrail'in 2000 yılında Lübnan'dan çekilmek zorunda kalması, ikincisi ise 2006 yılında İsrail'in Hizbullah'ı yok edememesi şeklinde gerçekleşti. İsrail'i mağlup eden adam en sonunda 27 Eylül 2024'te binlerce Lübnanlı yoldaşıyla birlikte öldürüldü.”
Prashad da Kadri gibi onun mirasına değindi. Nasrallah’ı yok etmek mümkün değildi çünkü O geride bir “direniş toplumu” bırakmıştı: “Güney Lübnan ve Bekaa Vadisi'ndeki insanların dünya görüşünü şekillendiren bu direniş toplumudur. Bu insanlar kendilerini İsrail'in Filistin'i işgaline ve İsrail'in Güney Lübnan'daki eylemlerine karşı devam eden mücadeleye adadılar. Hizbullah'ın dayanıklılığının anlamı, Lübnan'ın güney bölgesindeki tünellerde sakladığı binlerce füze değil, işte bu direniş topluluğudur.”
Muhammed Nazzal, 30 Ekim’de el-Ahbar’da yazdığı “Allah Aşkına!” başlıklı yazıda bu mirası beliğ bir şekilde anlatırken bilip de anlatamayanların haline de değinir: "Dünyanın tanıma fırsatı bulamadığı, tanıyanların da bilinmediğine üzüldüğü bir grup var: Allah'ın gerçek halkı. Onlar 'Allah yolunda' olan kimselerdir ve âlemlerden bir karşılık veya minnet istemezler... Onlarla yağmur yağar, onlarla toprak yeşerir, onlarla zafer sağlanır, onlarla azap uzaklaştırılır, onlarla rahmet iner. Dünya onlardan asla mahrum olmayacak!"
*
Seyyid Hasan Nasrallah, son kez 19 Eylül’de seslendi bizlere. Çağrı cihazları terörünün hemen sonrasıydı. Darbe çok ağırdı. Bunu açıklıkla dile getirdi. İsrail’in talebi açıktı: Lübnan cephesinin kapatılması. Verdiği cevabı 27 Eylül gecesi -hepimizin kaygı ve ümit arasında sabahladığı o gece- tekrar dinledim. Şöyle demişti: " Gazze'yi terk etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun!"
Bu onun Filistin’e vaadiydi. Bu onun, kendine olan vaadiydi. Oğlu şehid olduğunda sakin bir şekilde “Bu, oğlumla yalnızca geçici bir ayrılık” demişti. Ayrılık sona erdi. O vaadinden dönmeyenlerin efendisiydi.
Şey Naim Kasım, ilk kez Hizbullah’ın lideri olarak ekranlara çıktığı konuşmada kederle dolu kalbinden hepimizin adına Seyyid Hasan Nasrallah’a şöyle seslendi:
"Sen, muzaffer direnişin sancağı, direnişin aşığı, umut kaynağı, zaferin habercisi, aziz hayata hasret kalanların sevgilisiydin ve öyle kalacaksın."
Dipnotlar:
[1] https://x.com/FiratGedikoglu/status/1840497686300213608
[2] https://ydh.com.tr/d/21601/nasrallah-sehadetiyle-de-lubnan-i-birlestirdi
[3] https://medyasafak.net/haber/3548/vijay-prashad--israili-maglup-eden-adam--seyyid-hasan-nasrallah
[4] https://www.ydh.com.tr/d/21849/d/21846/d/21907/ irak-direnisi- abd-yi-alarma-gecirdi
[5] https://ydh.com.tr/d/21756/nasrullah-in-donemi-ve-filistin-e-donus
[6] https://www.almanar.com.lb/12620093, Türkçesi: https://ydh.com.tr/d/22125/o-burada
[7] https://x.com/m_alierdogan/status/1854577032828797326
[8] https://english.almayadeen.net/news/politics/sayyed-nasrallah-s-martyrdom--a-catalyst-for-renewed-resista, yazının Türkçesi: https://ydh.com.tr/d/22148/direnisin-yenilenmesi-icin-bir-katalizor-seyyid-in-sehadeti
[9] https://medyasafak.net/haber/3548/vijay-prashad--israili-maglup-eden-adam--seyyid-hasan-nasrallah
islamianaliz