“En kötü barış savaştan iyidir!” ifadesi kulağa ne kadar masum ve saf geliyor. Trump ve Netanyahu’nun eseri olan “Gazze için barış planı” devreye girince iyi niyetle söylenen veya bu planın propagandası için itimat edilen en güçlü argümanlardan birisi başlıktaki slogandır. Unutmayalım ki; daha korkunç bir cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşenir. Mesela yağmurdan kaçarken doluya yakalanabilirsiniz.
Trump ve Netanyahu’nun sunduğu Gazze Antlaşması, Sevr Antlaşması’nın (Osmanlı buna Sevr Sulh Muahedesi der.) daha kötü bir kopyasıdır. Sevr cehennemine giden yolun temeli dönemin müttefik devletleri İngiltere, Fransa, Rusya ve önce Almanya ile cilveleşen sonra İngiltere ve Fransa’nın safına geçen İtalya’nın da dâhil olduğu gizli 26 Nisan 1915 tarihli Londra Paktı ve Rusya’ya İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının bırakılmasını öngören 30 Haziran 1915 tarihli Boğazlar Antlaşması’yla döşendi. Mart 1916’da İngiltere ve Fransa arasında imzalanan Sykes-Picot Antlaşması, hedefe giden yolda ana kolonu oluşturdu.
PAYLAŞMA ANLAŞMASI
Rusya ve İtalya. Sykes-Picot Antlaşması’nı imzalamadı ancak onayladı. Bu gizli anlaşma Osmanlı İmparatorluğu’nun Orta Doğu’daki topraklarının nasıl paylaşılacağını belirliyordu. Rusya ve İtalya da bu antlaşmayı onaylayarak Birinci Dünya Savaşı sonrasında elde edecekleri etki alanlarını tanımlamış oldular. Bu yolda 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması mihenk taşıdır. Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’ndan çıkarak, savaş durumuna son vermiş, ateşkesi ve şartlarını kabul etmiştir. Bu antlaşma stratejik nokta ve bölgelerin işgaline zemin hazırlamış, boğazlar, demiryolları ve limanların kontrolünün İngiltere ve Fransa ile İtalya’nın denetimine verilmesine yol açmıştır.
KAĞIT ÜSTÜNDE VARDI AMA…
Rusya, Ekim 1917 “Komünist” Devrimi sebebiyle eski müttefiklerini “emperyalist sömürge” devletler olarak nitelendirmiş ve tüm eski antlaşmalardan çekilmişti. En nihayet yolun sonunda ateşkes, barış ve başka şatafatlı terimlerle pazarlanan antlaşmalar 10 Ağustos 1920’de Osmanlı Devleti’yle imzalanan Sevr Sulh Muahedesi, Osmanlı Devleti’nin canına Fatiha okudu. Osmanlı Devleti kağıt üzerinde vardı. Ancak devletin olmazsa olmazı olan ordusu ve ordunun ihtiyacı olan silahı yoktu. Olan ise iç asayişi hafif silahlara sahip zaptiye, polis ve asker vardı. Bunların da bürokrasinin de, Halife’nin de medyanın da görevi işgal devletleri ve ordularının emirlerini yerine getirmekti.
Ülkeyi, milleti ve devleti rahat idare etme, talan, taksim ve terör makinesinin işlemesine yardımcı olmaktı. Tüm kurumları, limanları, demiryollarını, ticareti, tarımı, sivil ve askeri kuruluşları, bankaları müstevli yani işgalci kuvvetlerin çıkarlarına uygun tanzim etmeye yardımcı olmaktı. Kıssadan hisse kendi milleti, devleti ve toprağına tecavüz edene havlu taşımaktı. Buna mukabil, etin artığı kemiği semirme hakkı verilecekti. Hakikatte müstevlinin işbirlikçileri, memurları, ajanları ve sopaları olarak görev yapan bu güruh yabancılardan daha zalim idi. Ağacın en üzüldüğü şey baltanın sapının kendisinden olmasıydı. İşte o tarihlerde milletimizi yabancı işgal, talan ve zulmünden daha çok üzen “kendisinden görünen” bu habis oportünist ve menfaati için tüm insani onurunu satmış olan bu güruhtu.
İşte Sulh Muahedesi diye pazarladıkları ve “En kötü barış savaştan daha iyidir!” dedikleri Sevr, daha büyük bedellerin ödenmesine ve daha çetrefilli savaşların yaşanmasına sebep olmuştur. Zira barış, ateşkes ve benzeri hadiseler iki eşit ve iki tarafa haklar ve imtiyazlar sağlarsa makbuldür. 12 Mart 1921’de TBMM’de kabul edilen İstiklal Marşı’nı yazamaya giden yeni yolun açılmasını önleyen antlaşmalardır. Gerisi teslimiyet ve zûldür; işgalin, talanın, esaretin ve sömürünün farklı ve yeni araçlarla devam etmesidir.
Y-SEVR
Gazze Antlaşması çağımızın Filistin’e en iyi ihtimalle esaret, zûl, tüm yaşananları, düşen canları, yıkımı, sürgünleri ve onursuzluğu kabullenme ile celladına teslim olmayı veren Y-Sevr antlaşmasıdır. Buna istinaden silahla dize getirilemeyen Filistin’in son direniş kalesi Gazze’nin barış yalanlarıyla mutlak teslim alınmasıdır. Gazze’nin yeni amiri, Irak Kasabı olarak bilinen Tony Blair olacak. Kendisine yardımcı olarak seçilen dört milyarder “Gazze Kentsel Dönüşüm Projelerinden” sorumlu olacak. Netanyahu ve Trump’ın görevlendirdiği uygun milyarderler; Marc Rowan ve Aryeh Lightstone adında iki Amerikalı, Sigrid Kaag adında bir Hollandalı kadın (Bir Filistinli Milyarderler evli) ve Naguib (Necip) Sawiris adında bir Mısırlı milyarder. Bu Mısırlı, Mısır-İsrail gaz antlaşmalarının mimarı ve tüccarıdır. Baş üstünde baş, taş üstünde taş bırakmayanlar Gazze’yi Dubai yapacak, aç, sefil ve işsiz Filistinlilere aş ve iş sağlayan müteahhitler olacak.
KURTLAR VADİSİ FİLİSTİN
Ama ve lakin, Sevr gibi Netanyahu ve Trump’ın barışı da Filistin’i haritadan silecek. Acıdır ki, Sevr Antlaşması sonrasında işgalci devletlere memurluk yapan “yerliler” gibi Gazze’nin Trump ve Netanyahu’nun projelerine hazır ve güvenli hale gelmesi için askerlik yapacak olanlar da “yerli ve Müslüman” kuvvetlerden oluşacak. Osmanlı’yı haritadan ve tarihten silen sürecin baş aktörü Sevr oldu. Osmanlı bugün TRT dizilerinde yaşıyor. Gazze’nin Sevr’i hasıl olursa bundan sonra Filistin de “Kurtlar Vadisi Filistin” dizilerinde yaşar. HAMAS teslim olsa da, silah bıraksa da, Gazze’yi boşaltsa da ve barış diye yutturulan teslimiyet kabul edilse de Filistin davası ve mücadelesi bitmeyecek. “En kötü barış savaştan iyidir!” deyimini Suriye’de de tatbik ediyorlar.
MÜJDELER OLSUN ATEŞKES!
Önce Ahmet Şara ile Mazlum Abdi arasında 10 Mart 2025 barış antlaşmasını propaganda ettiler. Birkaç gündür SDG’nin kontrolündeki Halep, Eşrefiye ve Şeyh Maksud’un kontrolü için iki taraf çatışma halindeydi. Tom Barack amcaları devreye girdi. Önce Şara’yla konuştu sonra Abdi’yle buluştu. Muhteşem bir tabloydu. Kucaklaşmalar, samimi pozlar, gülüşmeler, hükûmetimize ABD’de göstermediği yakınlığı Abdi’ye gösterdi. Şak dün barış antlaşması imzalandı. Zira en kötü barış savaştan iyiydi. Şara ve Abdi müjdeyi verdi; Ateşkes sağlandı.
Şara’nın Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra, “Abdi ile Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusundaki tüm cephelerde ve askerî konuşlanma noktalarında kapsamlı bir ateşkes konusunda anlaştık, ateşkesin uygulanmasına hemen başlanacak.” açıklamasında bulundu. Güler misin ağlar mısın? Tam bir trajik-komedya. İki devlet misali ateşkes ve barış antlaşmaları imzalıyorlar. Suriye’nin güneyini, Golan’ı, Şeyh Dağı’nı İsrail’e, Fırat’ın doğusu ve kuzeyini ABD’ye ve denetimlerindeki örgütlere bırak diyor, şak yapıyorlar. Savaşın diyorlar savaşıyorlar, anlaşın diyorlar anlaşıyorlar.
İki örgüt lideri anayasa yazıyor, meclis seçimi yapıyor. Komutanlar atıyor. Heyetler kabul ediyor, ticari, askeri, siyasi antlaşmalar imzalıyor. Asker ve vergi topluyor. Kontrol ettiği bölgesindeki tüm yeraltı ve yerüstü zenginliği Kral gibi yönetiyor, kullanıyor. Trump ve Tom amcalar kime istiyorlarsa onlara satıyor. Şara, Trump ve Tom amcaların işaret ettiği ABD petrol şirketleriyle 7 milyar dolar kıymetinde petrol antlaşması imzalıyor. Zira egemen, bağımsız ve meşruiyetini milletten alan bir Suriye Devleti yok. Zira onların meşruiyeti Trump amcalarının tekelinde. Olmasaydı, Trump, Tom ve Netanyahu’nun nefret ettiği, İsrail ordusunun ilk yenilgisini aldığı, 1967’de işgal ettiği Golan’ın üçte ikisini Suriye Ordusu’na kaybettiği, savaşta yüzlerce ölü ve esir verdiği Suriye’nin 6 Ekim 1973 Zafer Bayramı’nın kutlamalarını yasaklamaz ve o günü bayram listesinden çıkarmazdı. Kıssadan hisse Trump, Blair, Netanyahu’nun sağlayacağı barış en kötü savaşlardan daha kötüdür.
AYDINLIK