Birçok sebepten dolayı Suriye meselesine bu zaviyeden bakmak
oldukça yanıltıcıdır, zira orada Sünni olduğu sanılan eli silahlı grupların Sünnilikle
bir alakası yok. Çünkü Sünni fıkhında yönetim gayri meşru olsa da asker ve
polise kurşun sıkılmaz, zira asker de polis de müstevli değil Müslüman ahalinin
evlâtlarıdır. Silahlı muhalif gruplar 1982'de vuku bulan Hama katliamında da bu
yanlışı yaptılar. Merhum Mehmet Akif Ersoy'un ifade ettiği gibi, "Eğer
ibret alınsaydı tarih tekerrür mü ederdi?" Demek ki ibret alınmamış ve bu
yüzden aynı hataya düştüler.
Suriye olayları henüz patlak vermeden (2010 yılında) Saadet
Partisi'nden bir heyet Merhum Oğuzhan Asiltürk rehberliğinde Erbakan tarafından
Suriye'ye gönderiliyor. (Erbakan sağlık sorunlarından dolayı gidememişti.)
Heyet hem muhaliflerle hem Esad ile görüşüyor. Muhaliflerle görüşme esnasında
ÖSO liderlerinden biri kalkıp hiddetli bir şekilde silahlı kalkışmadan söz
edince Merhum Oğuzhan Asiltürk tepki verip yapmayı düşündükleri bu işin yanlış
olduğunu söylüyor. Söylüyor söylemesine fakat o şahıs bu sefer hışımla söylene
söylene salonu terk ediyor. Sayın Oğuzhan Asiltürk, salondaki heyete,
"Lütfen arkadaşınızla konuşun ve onu ikna etmeye çalışın, aksi taktirde bu
güzelim ülkeyi mahvetmiş olursunuz" diyor.
Evet, diyor demesine ama dinlemiyorlar ve o güzelim ülkenin
mahvolmasına sebep oluyorlar. (Merhum Oğuzhan Asiltürk vefatından önce son
televizyon programını kendisiyle yapmak nasip olmuştu. Program öncesi bu
hadiseyi bizzat kendisi anlatmıştı.)
Silahlı kalkışma fıkhen caiz olmamasına rağmen bu işe
giriştiler ve olanlar oldu. Koskoca bir ülke mahvoldu. 1 milyon dolayında insan
öldü. Milyonlarca insan doğup büyüdükleri toprakları terk etti. Yaban ellerde
mülteci olarak sefalete gark oldular. Şehirler ise harabeye, enkaz yığınına
döndü. Bu işe sebep onlara sormak lazım, "Bu vebâl ile Allah Teâlâ'nın
huzuruna nasıl çıkacaksınız?"
Bakınız, eğer Suriye müstevlilerin, yani dış güçlerin işgali
altında olsaydı bu durumda halkın eli silah tutan her kesimine cihad farz
olurdu. Muhalifler eğer Sünni ise henüz fıkıhta sınıfta kalmış oldular. Daha
önceleri konu ile ilgili yazılarımızda açıklamıştık, yeri gelmişken tekrar
edelim: 1982 yılındaki Hama kalkışmasından kısa bir süre önce "İhvan-ı
Müslimin" örgütünün temsilcileri olduklarını söyleyen bir heyet Suriye'den
gelip Merhum Erbakan'la görüşüyorlar. Bu görüşmede Erbakan'a silahlı kalkışma
niyetlerinden söz ediyorlar. Erbakan gelen heyete nasihatlerde bulunarak
kalkışma yapmamalarını, silaha sarılmamalarını ve bu işi yapmaya teşebbüs
ederlerse sonucun büyük bir faciaya dönüşme olasılığından söz ediyor. Söz
konusu heyet Erbakan'dan umduğunu bulamayınca doğruca İran'a gidip Merhum
Humeynî ile görüşüyorlar. Humeynî de, "Ya arkadaşlar biz bu devrimi tüfek
ve tabanca ile mi yaptık sanıyorsunuz? Biz İran halkı olarak 'Allah'u Ekber'
lafzını öylesine gür bir seda ile söyledik ki, 'Allah'u Ekber' lafzı balyoza
dönüştü ve biz bu balyozla Şah ve avanesinin beynini dağıttık. Sakın silahlı
kalkışmada bulunmayın. Müslüman ahalilinin evlatlarına kurşun sıkamazsınız.
Halkı irşad etmeye, halkı bilinçlendirmeye devam edin. Suriye sadece Hama'dan
ibaret değil. Bütün halk kıyam etmeli ama bu silahla olmamalı."
Humeynî'den de bekledikleri fetvayı alamayan heyet hayâl
kırıklığı içerisinde Hama'ya geri dönüyor. Meğer bunlar ilk önce Mısır
"İhvan-ı Müslimin" bürosundan fetva istemişler. Fetvayı alamayınca
Merhum Erbakan ve Rahmetli Humeynî'ye gitmişler.
Bir özlü sözde geçtiği üzere, "Nasihatleri ne kadar
umursamazsanız kendinize ve halkınıza o kadar zarar vermiş olursunuz."
Nitekim öyle oldu. Dinlemediler ve silahlı kalkışmada bulundular. Bir gece
emniyet birimlerine ve kamu binalarına baskın yaparak memur, asker, polis ne
varsa kurşuna dizip şehri ele geçirdiler ve şeriatı (!) ilân ettiler. Akabinde
diğer şehirlere haber salıp kalkışma yapmalarını söylediler. Fakat sonuç
beklentilerine göre olmadı. Hafız Esad tank birliğini Hama kentine gönderip
şehri muhasaraya aldı. İsyancılara teslim olmaları için üç gün mühlet tanındı.
Teslim olmadılar ve şehir tanklarla, toplarla vurulmaya başlandı. Sonuç 30 bin
dolayında ölü. Şimdi burada suçlu kim? Bu gençlere "silaha sarılın"
diye fetva veren âlim müsveddeleri mi, yoksa rejimi elinde tutan Hafız Esad mı?
Hemen hemen bütün dünya Müslümanları ve biz de Türkiyeli Müslümanlar olarak
nümayişler yaparak "Katil Esad" diye bağırdık. Bu hadiseden dolayı
İran'da da sokak gösterileri ve nümayişler yapıldı. Hatta Hafız Esad'a tepki
olarak öfkeli gençler Tahran'daki Suriye büyükelçilik binasını kundaklayıp
ateşe verdiler. Olayın iç yüzünü öğrendikten sonra durumun farklı olduğunu
keşfetmiş olduk.
Sayın okuyucumuz bugün şahsıma sorsanız yine Hafız Esad için
"katildir" derim ancak bir ekleme yaparak: "Hafız Esad daha
farklı yöntemler kullanarak o kadar kan akıtılmasına sebep olmayabilirdi. Evet,
Hafız Esad katildir ancak o gençlerin eline silah verip, fetvalarla o gençleri
ve Hama halkını ateşe atan âlim müsveddeleri Esad’dan daha katildir."
Aradan yıllar geçti ve oğul Beşşar Esad işbaşına geçti. Hama
olayından dolayı halk Esad ailesine karşı kırgındı. Oğul Esad bunu telafi etmek
için halkın % 65'i Hanefi mezhebinden olması hasebiyle evlenme, boşanma ve
miras gibi aile hukukuna tekabül eden Hanefi mezhebinin fıkıh kurallarını
anayasaya yerleştirmiş oldu. Beşşar Esad bu yöntemle halkın gönlünü kazanmaya
çalışıyordu. Beşşar Esad'ın asıl takdire şayan icraatı ise 22 Arap ülkesi
içerisinde Filistinli on küsur silahlı örgüte ev sahipliği yapan tek ülke
olmasıydı. Öyle ki, bu örgütlere İran'dan gelen silahların aktarımında lojistik
destek sağlıyordu. Hatta zaman zaman İran'dan gelen silah sevkiyatında aksama
olunca bizzat Beşşar Esad'ın talimatıyla Suriye ordusunun silah depolarından
Lübnan ve Gazze'ye silah ve mühimmat aktarılıyordu. Elbette bu durumdan en çok
işgalci İsrail ve onun hamisi olan ABD rahatsız oluyordu. Esad’dan, Golan
Tepeleri'nin iadesine karşılık Filistinli örgütlere silah vermesinden ve ev
sahipliği yapmasından vazgeçmesi isteniyordu. Bütün Arap ülkeleri "Namus-u
Ekber"imiz olan Filistin davasından vaz geçip zillet ve ihanet içerisinde
Siyonist çete ile diplomatik ilişkiler geliştirip masaya oturdular ve
uzlaştılar. Bugünlerde BAE ve Bahreyn Siyonist çete ile askerî tatbikat
yapıyor. Bu alçakça ihanetlere karşılık tek Arap ülkesi olarak Suriye asla
uzlaşmaya yanaşmadı. Arap ülkeleri içerisinde ve bölgemizde ABD üssü olmayan
İran'dan sonra tek ülke Suriye'dir. Sadece bu sebepten dolayı Arap Baharı
bahane edilerek Suriye iç savaş sarmalına sokuldu. Başta IŞİD El-Kaide,
El-Nusra ve ÖSO olmak üzere ellerine silah verilen muhalif gruplar Suriye'de
barbarca katliamlar yaparken aslında farkında olmadan Siyonist çete ve ABD'nin
değirmenine su taşıyorlardı. Bir milyon dolayında insanın ölümüne sebebiyet
verdiler, milyonlarca insanın doğup büyüdüğü toprakları terk etmelerine neden
oldular. Söz konusu silahlı terör örgütleri on yıllık bu süreç içerisinde
insanlık dışı vahşilikte katliamlara imza attılar. Çocukların bile boyunlarını
koyun boğazlar gibi kestiler. Kadınların bile kafalarına kurşun sıktılar.
Erkekleri elleri/kolları bağlı vaziyette ateşe verdiler. Nicelerini kafeslerin
içine koyarak suda boğdular. Nice insanları kafalarına sıkarak infaz ettiler.
Nice insanların kesik başlarını mızrağa geçirir gibi sokak korkuluklarına
geçirdiler. Şimdi sormuş olalım, bu mutasyona uğramış canavar sürüsü mü
Suriye'ye adalet getirip şeriatı uygulayacaklar? Siyonist çete bu silahlı
örgütlerin yaralılarını tedavi etmek için Golan Tepeleri'ne neden mobil
hastaneler kurup hizmet vermektedir. Bu da mı size bir şey anlatmıyor. Orada
baş düşman Filistin işgalcisi Siyonist çete dururken siz hangi saikle Esad'ı
alaşağı etmenin derdine düştünüz? Eğer bunu din ve şeriat adına yapmak
istiyorsanız işe baş düşmandan ve o düşmana piyonluk yapan işbirlikçi Arap
rejimlerinden başlamanız gerekmiyor mu? Suriye'nin, Siyonist çeteye karşı
Filistinli gruplara İran üzerinden gelen silahların sevkiyatına yardımcı olması
İran ile işbirliğinin bir sonucudur. İran'ın Siyonist çeteye piyonluk yapan gruplara
karşılık Suriye'ye yardım etmesi, arka çıkması hangi mezhebi saikle izah
edilebilir? Siyonist çete ve büyük şeytan ABD yıllardan beri Suriye üzerinden
sinsi plânlar yapıyorlar. Bu durumu her fırsatta Merhum Erbakan Hocamız dile
getirip anlatıyordu. Siyonist çetenin amacı "Arz-ı Mevud" hedefiyle
Mezopotamya topraklarını ve dolayısıyla Suriye'yi ele geçirmekti. Buna
istinaden Suriye İran ile bir anlaşma yaparak herhangi bir düşman Suriye'ye
saldırdığında İran'a saldırmış sayılacak, İran'a saldırıldığında Suriye'ye
saldırılmış olacak. İki ülke kendi aralarında toprak bütünlüğünü garanti altına
almak için bu anlaşmayı yaptı. İran'ın Suriye'ye iç savaşına müdahil olması da
bundandır.
Mesele Esad değil bunu anlayın lütfen...
Ne yazık ki hâlâ bazı aklı evvel arkadaşlarımız,
"Muhalifler Esad'ı yıkıp yerine şeriat düzeni getireceklerdi ama buna İran
engel oldu" diyebilmektirler. Şunu sormak lâzım, İran şeriat üzerine
kurulu bir devlettir. Her devlet kendi yönetim tarzını ve ideolojisini ihraç
etmek ister. Asıl şeriatı isteyen İran'dır. Ancak İran çok iyi biliyor ki,
Suriye'de şeriat adına mücadele verdiğini iddia eden grupların gerçek şeriatle
hiçbir ilgisi yok. Onlar iktidarı ele geçirse Suud örneğinde olduğu gibi
Amerikan şeriatını Suriye'de uygulamaya koyarlar ki onun da İslâm ve gerçek
şeriatle hiçbir ilgisi olmaz. Anlayın lütfen. Hâlâ bu çemkirmeler ve İran
düşmanlığı neyin nesi? Rabbimiz feraset versin, başka ne diyelim?