Lübnan Hizbullahı ile Suudi Arabistan arasındaki kan davası,
partinin Çarşamba günü Beyrut'un güneyindeki kalesinde bir "Arap
Yarımadası Muhalefet Konferansı"na ev sahipliği yapmasıyla yeni bir
zirveye ulaştı. Toplantıya Hizbullah'ın Yürütme Komitesi başkanı Haşim
Safiyüddin başkanlık etti ve görüşmelere önde gelen Lübnanlı Sünni ve
Hıristiyan politikacıların yanı sıra birkaç Suudi muhalefet figürü de katıldı.
Hizbullah bu zamana dek Suudi Arabistan ile herhangi bir
açık çatışmadan kaçınıyordu. Lübnan'ın iç dengelerine hep dikkat etti ve
ülkenin, Krallıkla tarihî mezhep bağları olan Sünni topluluğunu üzmekten veya
Suudi destekli Hıristiyan partilerle çatışmaktan kaçınmak istedi. Ancak bu
durum, son haftalarda eski bakan George Kordahi'nin Yemen savaşını eleştirmesi
üzerine dört Körfez büyükelçisinin Beyrut'tan çekilmesi ve en önemlisi Kral
Salman'ın Hizbullah'ı, Lübnan’daki egemenliği sona erdirilmesi gereken
“terörist” bir grup olarak etiketlemesinin sonrasında, Beyrut ve Riyad
arasındaki ilişkilerde yaşanan krizden bu yana değişti.
Partinin ilk yanıtı, Genel Sekreter Hasan Nasrallah’ın İran
Devrim Muhafızları komutanı Kasım Süleymani'nin şehadet yıldönümü münasebetiyle
yaptığı konuşmada geldi. Suudi hükümdarını ve rejimini terörist olmakla ve
Yemen, Suriye, Irak ve başka yerlerdeki binlerce masum insanı öldürmekle
suçlayarak iyi bir karşılık verdi.
Bu tepki, muhalefet gruplarını desteklemek ve teşvik etmek
de dâhil olmak üzere Krallığa karşı “siyasi savaş” ilan etme yeni stratejisinin
yalnızca bir parçası gibi görünüyor. Parti’ye yakın bilgili kaynaklar,
önümüzdeki haftalarda ve aylarda hareketin bundan daha ileri de gidebileceğini
öne sürüyorlar.
Hizbullah'ın ikinci komutanı olarak tanımlanan Safiyüddine,
muhalefet konferansını, Parti’nin kendisine veya destekçilerine yönelik
herhangi bir Suudi “küstahlığına” şiddetle yanıt vereceği konusunda uyarıda
bulunan bir konuşmayla açtı. Ve krallığın Lübnan'a hükmetme hedefinden
vazgeçmesini ve Lübnan'ı tehdit edip iç işlerine karışmayı bırakmasını istedi.
Bu yeni stratejinin nasıl gelişebileceğini söylemek zor.
Ancak savaşı Suudi Arabistan'a, özellikle de Şii azınlığın çoğunun yaşadığı
doğudaki Ahsa bölgesine götürmeyi içeren geçmiş örnekler var. 1980'lerin
başında Hassan es-Saffar'ın kurduğu Arap Yarımadası İslam Devrimi Teşkilatı'nı
unutmamak gerekiyor. Ne de Krallığın, 1996 yılında Güney Lübnan'da hazırlandığı
iddia edilen bir kamyonla gerçekleştirilen ve 19 ABD askeri personelinin
öldürüldüğü El-Hobar bombalamasıyla suçladığı Suudi "Hicaz Hizbullahı"nı
unutmalıyız. Bu kampanya ancak Kral Fahd'ın Şii muhalif gruplarla müzakere
etme, üyelerine garantiler verme ve toplumsal şikâyetlerinin bir kısmını ele
alma konusunda gösterdiği sağduyu ile sona ermişti. Bu örgütlerin de
liderlerinden bazıları bu haftaki Beyrut konferansının en yüksek profilli
katılımcıları arasında yer alıyordu. Bu yoksa onların dirilişine mi işaret
ediyor?
O zamanlar Suudi hükümeti Hizbullah'la bir savaş başlatmamış
veya onu terörizmle suçlamamıştı. Dahası, dönemin içişleri bakanı Prens Nayef,
güvenliklerinin tamamen kendi iç işleri olduğu gerekçesiyle, bu bombalamadaki –
ve aynı yıl, bir Suudi Ulusal Muhafız üssündeki Amerikalı danışmanlara yönelik
başka bir saldırıdaki – şüphelileri Amerikalıların sorgulamasına bile izin vermedi.
Suudi Arabistan değişti. Yeni liderliği, seleflerinin siyasi
ve diplomatik temel kurallarının çoğunu terk etti. Hizbullah da değişti ve
Direniş Ekseni'nin dayanak noktası ve bölgesel bir askeri güç haline geldi.
Hizbullah ayrıca kuzeyde Irak, güneyde Yemen ve doğuda İran'daki müttefikleri
aracılığıyla Suudi Krallığının içlerine her zamankinden daha yakın. Bu konudaki
mesajı nettir.
Suudi Arabistan ile Hizbullah arasındaki gerginlik devam
edecek çünkü Hizbullah’ın sabrı tükendi ve güçlü bir misilleme yapmaya karar
verdi. Bunun, sonraki hangi adımları gerektireceğini kimse tahmin edemez.
Medya Şafak