İnsanoğlunun yaratılışında fıtrat olarak var olan inanç
duygusu (“iyi bilin ki, ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler
diye yarattım” (Zariyat 56)) dolayı insan, kendini ve her şeyi var eden doğa
üstü bir güce inanmıştır. Çünkü, Hatırlayalım; “Rabbin Âdemoğullarından
-onların sırtlarından- zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye
şahit tutmuştu: Ben sizin rabbiniz değil miyim? “Elbette öyle! Tanıklık ederiz”
dediler.” (A’raf-172). Eğer Allah (cc), insanlara bu duyguyu (kalplerine ve
düşüncelerine) fıtratı olarak vermeseydi insanların kendisine inanmasını
istemez ve sorumlu tutmazdı. İnsanoğlu, Rabbini kim olduğunu daha dünyaya
gelmeden önce biliyordu. Fakat bu sözleşme (tanışma) dünya hayatında insanda
“inanç duygusu” olarak kendini gösterdi. Bizlerin var oluş sebebini bilen ve
ebedi düşmanımızı şeytan, bize karşı dünya çekiciliğini kullanarak kurguladığı
oyunlarla inancı farklı algılamamızı sağladı. “Dedi ki: 'Rabbim, beni
kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana
başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların
tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım.” (Hicr-39) dolayısıyla bunu bilen Allah
(cc), bizlere hatırlatıcı olarak Nebiler, Peygamberler ve ilahi kitaplara
yolladı.
(İnancın nedir? etimolojik tanımını yaptığımızda, eski
Türkçe, inanç; güvenilen kimse, (mutemet); devlet hazinesini anahtarını elinde
tutan bir unvan, vezir, sözcüğünden evirilmiştir. Türkiye Türkçesi: [Ahmed
Vefik Paşa, Lehce-ı Osmani, 1876] inanç: Emin, mutemet, mutemen, mevsuk
(kanıtlı olarak doğruluğuna güvenilen kimse). Yeni Türkçe: [Osmanlıcadan Türkçeye
Cep Kılavuzu, 1935] inanç = Akide, itikat anlamındadır. Iman, inanç kelimesinin
tamamlayıcısıdır. Hatırlatırsak iman, “Arapça Amn kökünden gelen īmān ايمان “dine inanma, inançlı
olma” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça amana امن “inandı” fiilinin ifˁāl vezninde IV. mastarıdır. Bu fiil
Aramice/Süryanice ve İbranice āmēn אָמֵן “emin ve sadık olma, âmin deme” sözcüğü ile eş kökenlidir.)
İnanç & Iman, hayatımızda çok önemli yer bir tutmakta
öylesine ki hayatımızın temelini oluşturmaktadır fakat biz bunun bilinç ve
şuurunda pek değiliz. Çünkü bizler inancı olması gereken yerde değil de değişik
tanımlar/ anlamlar vererek farklı yerlerde aramaktayız.
İnanç; İnsanın çevresinde oluşmuş & oluşan doğa üstü
olay ve yapılanmalar var eden, kendi varlık sebebini ve sebepleri oluşturan
gücü araması, kendini o güce bağlayarak/ itaat ederek güvende, emniyete
hissetme duygusudur. İnsan, varlığından buyana farklı şekillerde kendine
inançlar oluşturmuş ve bu bağlamada ritüeller var etmiştir. Dolayısıyla inanç
karşımıza iki türde çıkmakta; Ruhun aradığı inanç ve Vücudun istediği inanç
1-) Ruhun aradığı inanç (Maneviyat); “Inne lillah va inne ileyhi rajioun” (Ondan
gedik ona döneceğiz) Ruh, aslına dönmek ve yönelmek istiyor, kendini var eden
yaratıcığı biliyor fakat bulunduğu boyuta (dünya) ve yapıda (bedende) bunu
açıklaması/ tanımlaması mümkün değil, dolayısıyla insanlar yaratıcığı madde
boyutta indirgeyerek, şekillendirerek açıklamaya, iman etmeye çalışıyorlar ve
en uç noktası inkâr etmek oluyor. Örnek; Putperestler, Budistler, Yahudiler
Hristiyanlar yaratıcıya şekil vermişlerdir “Yahudiler: ‹Üzeyir Allah’ın
oğludur› dediler. Hıristiyanlar da: ‹Mesih Allah’ın oğludur› dediler. Bu,
onların ağızlarında geveledikleri cahilce sözlerdir ki, kendilerinden önce
geçmiş bazı kâfirlerin sözlerine benzetiyorlar” (Tevbe-30) Hata hiçbir şeye
inanmıyorum diyenlerde verdikleri negatif cevapla inançlı olduklarını teyit
etmektedir, çünkü yukarda açıkladığımız gibi ruh, bu soruyu fabrika ayarı
olarak otomatik sormaktadır yani fıtratı arayıştır. Yeryüzündeki her bir insan,
inansın & inanmasın Allah (cc) varlığını bilmektedir.
2-) Materyalist yönde (Madde) inanç; Vücudun aradığı, kendi
güvenini ve emniyetini sağlayacağı aynı anda görebileceği ve hâkim olabileceği
bir güç. Ekonomik güce inanç, Politik güce inanç, Bilime inanç, hükmetmeye
(kuvvet) inanç, materyalist sistemlere inanç vs. İnsanlar yaşadıkları ortamın
sunduğu verilerle & bilgilerle sükuneti & huzuru bulmak için kendi
elleriyle yaptıklarına iman etmesidir. (En son Metavars) Fakat Materyalist
inanç, ruhu hiçbir zaman tatmin etmemiştir tam aksine insanın çevresi ve
kendisiyle olan dengeyi, uyumu bozmuştur.
Her bir yapı, inancı kendi terminolojilerindeki ögeleri
referans alarak kavramaya, anlam vermeye ve şekil vermeye çalışmış, insanları
yönlendirmiş ama hiçbir zaman yeterli olmamıştır. İnsan yapısı doğal olarak
değişken ve doyumsuzdur. Bu doyumsuzluk sadece ruhun kendi kaynağına
dönmesiyle, yönelmesiyle tatmin olması mümkündür. Buda ancak ruhu kendi
kaynağına yöneltecek ve insani “denge, uyum ve gereklilik” (sırat el
müstakim-doğru yol) menzilinde tutacak TEVHID inancıyla mümkündür. Tevhit
inancı, Adam atamızdan Peygamberimize kadar gelen her Nebi ve her Resulün ilan
ettiği tek ilahi inançtır. Buna rağmen insanlar ebedi düşmanımızın oyunları
& kurgularıyla farklı inançlara sahip olmuşlardır.
Bizler “La ilahe” derken bütün ilahlıkları ret ediyor, kabul
etmiyoruz, ilahlıklar insan elliye oluşturulmuş, değişken, tezatlı, zulümkâr,
hükümsüz, manipüle edilen inançlardır. Biz Sadece tek olan Allah inanıyoruz ki;
O, Allah'tır, bir tektir. Allah Samet'tir. (Her şey O'na muhtaçtır, o, hiçbir
şeye muhtaç değildir.) Ondan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir).
Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir). Evveli ve ahiri olmayan, düşünemediğimiz
ve de tasvirini bile edemediğimiz tüm mükemmeliyetlerin sahibi, her şeyi
kapsayan, sınırlanmayan, şekillenmeyen, var olan her şeyin aynı zamanda;
önünde, beraberinde ve de arkasında olan. Eklenemeyen veya çıkarılamayan,
sayısal olmayan ve bilip-bilemediğimiz her tür boyutu kapsayan tek olan Allah’a
inanıyor ve iman ediyoruz.
İnançlı & iman etmiş bir Müslümanın bir Yahudi'den, bir
Hristiyan'dan veya bir Budist'ten inanç farkı nedir?
Buradaki farkı bilmemiz için inançlı (iman etmiş) Müslüman
tanımını yapmamız gerekir. Kime Müslüman denir? Tabi ki şahadet (Tevhit ve
Muhammed Mustafa (saa) Allah'ın resulü olduğunu ikrar etmek) getiren her bir
kişi Müslümandır. Fakat tevhit bilmek, inancın (gerçek güvenilir) ve iman
ettiğine (emin ve sadık) olduğu ispat etmek için yeterlimidir?
“İmanlı & inançlı” olmak için
sadece “ben Müslümanım” demekle (lafla) olmuyor. Bu sözler, kendisini amellerde
samimi (ihlasla) olarak göstermesi gerekiyor. Allah (cc) diyor ki; “Bedeviler,
'İman ettik' dediler. De ki: 'Siz iman etmediniz; ancak 'İslam (Müslüman veya
teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir” Söz (bilmek,
tanımak), Ameli (itaat & uygulamayı) bir şahit olarak beraberinde getiri.
“Eğer Allah'a ve Resul'üne itaat ederseniz,” (Hucrat-14) iman etmiş olursunuz.
“Onlar hem sana indirilene hem de senden önce indirilenlere iman ederler.
Ahiret gününe ise yakinen inanırlar.”
(Bakara-4)
İnanmak/bilmek (inanç) ile iman etmek (itaat etmek)
arasındaki fark nedir? Peygamberi (saa) & Kuranı kerimi bilmek/ tanımak/
görmek hata bu konularda eğitimini almak onlara inanmak anlamında gelmez. Ne
demek istediğimi daha detaylı açıklarsak;
1-) Tevhidi özümsemek, hayatını merkezi & uygulayıcısı
yapmak;
Allah (cc); bilmek, tanımak, inanmak, itaat etmek, yaşamak,
yaşadığını ilan etmek ve özünü bilerek hiçbir şeyi ortak koşmamak. “Rablerinin
ayetlerine inananlar; Rablerine ortak tanımayanlar ve Rablerine dönecekleri
için yapmakta oldukları işleri kalpleri çarparak yapanlar.” (Mu’minun / 58-60.)
2-) Takva Elbisesin giymek ve kirletmemek;
- Ne milletin/ Irkın ne mevkiinin ne deri rengin ne
zenginliğin nede kabilenin Allah indinde değeri yoktur “Allah indinde en
üstününüz, en şerefliniz takvada en ileri olandır.” (Hucurat 13).
- Ne doğu ne batı nede nefsiniz, sadece İslam; “Yüzlerinizi
doğu ya da batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik; Allah’a,
ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere inanan; malını sevdiği
halde akrabasına, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, dilenenlere,
hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren; namazı dosdoğru kılıp
zekâtı ödeyen, antlaşma yaptığında sözünde duran; sıkıntı, darlık, hastalık ve
şiddetli savaş zamanlarında sabredenlerin yaptığıdır. Kulluklarında samimi ve
dürüst olanlar işte bunlardır; gerçek takva sahipleri de yine bunlardır.”
(Bakara-177)
- Allah’ın sevdiklerini (dostlarını) sevmek Allah'ın buğz
etikleri (düşmanlarını) düşman edinmek; “Allah’a ve kıyamet gününe iman
edenler; babaları, kardeşleri ve akrabası olsa da Allah’ın ve Resulünün
düşmanlarını sevmez.” (Mücadele-22), “Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları
dost edinmeyin! Onlar, birbirinin dostudur. Onları (benzeyerek) dost edinen
onlardan olur. Allah, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere hidayet
etmez.” (Maide 51)
- Allah'ın Peygamberi (saa) ve Ehli beytini sevmek, onların
dostlarını dost düşmanlarını düşman edinmek; “De ki: Sizden, tebliğime karşılık
bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma (ehli beytime) sevgidir.”
(Sura-23)
- Allah (cc) Peygamberinin ve de velilerini (önderlerinin)
takipçisi/taraftarı olmak; “Sizin dostunuz yalnız ve yalnız Allah, O’nun Resulü
ve namaz kılan, rükû etmiş haldeyken zekât veren müminlerdir.” (Maide-55), “Ve
onların içinden, sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola iletip-yönelten
önderler kıldık. (Secde-24)
- Yapılan her amelde Allah rızasını ve hoşnutluğunu aramak,
gösterişten, riyadan uzak durmak; “Ey iman edenler! Allah’a ve âhiret gününe
inanmadığı halde sırf insanlara gösteriş olsun diye mallarını harcayanlar gibi,
başa kakıp eziyet etmek sûretiyle sadakalarınızı boşa çıkarmayın.” (Bakara-264)
İşte bizler müminleri, Yahudilerden, Hristiyanlardan ve
Budistlerden ayıran farkımız budur. Ama ne yazık ki İslam Ümmetinin
Yahudilerden ve Hristiyanlardan yaşantı olarak hiçbir farkı kalmamıştır ve
bugün yaşantımızda onların elleriyle oluşturdukları inançları (helal &
haram) yaşamakta ve uygulamaktayız. İslam'a uymak değil İslam'ı uydurmak üzeri
bir yaşantı yaşadığımız için zulme, adaletsizliğe ve acizliğe uğramamızın ana
sebebidir.
Netice olarak; Tevhit inancı üniverseldir, bir Yahudi, bir
Batılı (Amerikalı, Fransız, İngiliz vs), bir Hindu, bir Arap, bir Türk, bir
Kürt veya bir Marslı veya bir uzaylı tek bir şartla “Müslüman” ve “Iman etmiş”
olabilir. Sadece TEVHIDI kabul edip TAKVA elbisesini giyer ve kirletmezse. Allah (cc), bunu net belirtmiştir. “Şüphesiz,
Yahudiler, Hristiyanlar ve sabilerden inanlardan kim Allah’a (Tevhit) ve ahiret
gününe (Resulüne) iman eder ve Salih amellerde bulunursa, artık onların Allah
katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.”
(Bakara-62)
Allah’a olan inancımızdan & imanımızdan (tevhitten)
sapmamak için Allah'ın hüccetin (velisini) tanımalıyız, Allah'ın hüccetini
tanımak için Allah Resulünü tanımalıyız, Allah'ın resulünü tanımak içinde kendi
hür irademize sahip olmalıyız ki hiçbir şeyin kölesi olmadan Allah'a tam
teslimiyetle iman etmeliyiz.
Mustafa Kemal TASPINAR
19 Nisan 2022