Bu soruyu cevaplamak için
bazı cumhurbaşkanı adaylarının açıklamalarına ve kimlerin “İran karşıtı
kararlar" ve "yaptırımlar” meselesinin öne çıkmasından faydalandığına
bakmak yeterli olacaktır.
İRAN’A KARŞI ALINAN
KARARA KESİN BİR YANIT VERİLECEKTİR
5 Haziran Çarşamba günü akşam
saatlerinde, üç Avrupa ülkesinin (İngiltere, Fransa ve Almanya) İran’ın barışçıl
nükleer programına karşı önerdiği karar, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı
Yönetim Kurulu tarafından onaylandı.
20 lehte, 2 aleyhte ve 12
çekimser oyla kabul edilen bu kararda, İran'ın Uluslararası Atom Enerjisi
Ajansı ile işbirliğinden bahsetmeden Tahran'dan, iddia edilen koruma
sorunlarını çözmek için gerekli ve acil eylemlerde bulunulması istendi.
Daha önce aralarında Atom
Enerjisi Kurumu Başkanı ve Dışişleri Bakan Vekili'nin de bulunduğu İran’ın üst
düzey yetkilileri, İran'ın Guvernörler Konseyi kararına karşı kararlı ve sert
tutumu konusunda gerekli uyarılarda bulunmuştu.
Ancak AB Troykası'nın
aceleci ve yapıcı olmayan kararında şu iddialarda bulunuldu: ‘Kalan tüm
güvenlik önlemleri sorunlarını çözmek için İran'ın Uluslararası Atom Enerjisi
Ajansı ile gerekli, tam ve net bir işbirliğinin olmaması halinde, UAEK Genel
Direktörünün, mevcut bilgilere dayanarak, İran'ın nükleer programının geri
kalan geçmiş ve mevcut sorunlarıyla ilgili olarak beyan edilmemiş nükleer
maddelerin varlığı veya kullanılması olasılığına ilişkin kapsamlı ve güncel bir
değerlendirme sunması gerekebilir.
Oylama başlamadan önce, fikir
birliğine sahip olduğu söylenen ülkeler, ortak bir bildiri yayınladılar ve
İran'a karşı bu kararın kabul edilmesini yanlış bir hesaplama olarak
nitelendirdiler ve böyle bir eylemin tam tersi etki yaratacağı uyarısında
bulundular ve konseyden üye ülkelerden koruma konularını siyasallaştırma
çabalarına direnmelerini ve bu karar lehine oy kullanmamalarını istediler.
Bu, Nükleer Anlaşmanın
uygulanmasından ve Batılı ülkelerin Siyonist rejim tarafından İran'a karşı hazırlanan
İran'ın barışçıl nükleer programına ilişkin koruma iddiaları davasının
kapatılmasından sonra, dördüncü kez gündeme gelmiştir.
HİKAYENİN BAŞLANGICI
Yine Uluslararası Atom
Enerjisi Ajansı Guvernörler Kurulu'nun üç aylık toplantısı ve yine üç Avrupa
ülkesinin sunduğu İran karşıtı kararın onaylandığı fısıltıları.
Avrupa Troykası olarak
bilinen İngiltere, Fransa ve Almanya'dan oluşan üç ülke, 3 Haziran Pazartesi
günü Guvernörler Konseyi'ne bir karar taslağı sundu ve bu belgede İran'dan,
bildirilmemiş sitelerdeki bazı iddia edilen faaliyetleri ve İran'daki UAEA
müfettişlerinin varlığı hakkında açıklama talep ettiler.
Avrupa Troykasının
önerdiği karar taslağında, İran'da UAEA müfettişlerinin bulunmasının gerekliliği
hakkındaki olağan iddialar yineledi ve İran’dan "İran'da belirtilmeyen iki
yerde bulunan insan yapımı uranyum parçacıkları hakkında güvenilir
açıklamalarda bulunulması ve nükleer malzemelerin veya kontamine ekipmanların
mevcut konumları hakkında Ajansa bilgi verilmesi istendi. Bu, Siyonist rejimin
asılsız ve sahte belgelerine dayanan bir iddiadır. Öte yandan İran'ın nükleer
programı, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'na üye ülkeler arasında en şeffaf
programlardan biridir ve yüz yüze ve çevrimiçi denetimin düzeyi eşi benzeri
görülmemiş boyuttadır ve bu miktardaki denetim hiçbir üye ülke tarafından kabul
edilmemiştir.
Avrupa Troykası, UAEA
müfettişlerinin İran'da bulunmasını talep ediyorlar, oysa İran, Kapsamlı
Güvenlik Anlaşması çerçevesinde UAEA ile işbirliğini her zaman sürdürmüş,
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı müfettişleri, İran'ın nükleer tesislerini
birçok kez ziyaret etmiş ve İran'ın nükleer faaliyetlerinde askeri amaçlara
ilişkin herhangi bir kanıt bulamamıştır.
İngiltere, Fransa ve
Almanya taraflı taslaklarını sundular ve bundan bir hafta önce Amerikan
gazetesi Wall Street Journal şu iddialarda bulundu: ‘ABD hükümeti Avrupalı
müttefiklerine, İran'ın nükleer programının ilerlemesine karşı Uluslararası
Atom Enerjisi Ajansı'nda önerdikleri kararı geri çekmeleri için baskı yapıyor.’
Bu yayın organı, ABD'nin
bu eyleminin amacının, Biden hükümetinin ABD'de yaklaşan seçimlerdeki
sonuçlarla ilgili endişesi olduğunu belirtti ve bazı Batılı diplomatların şu
sözlerini aktardı: “ABD hükümeti bu sonbaharda yapılacak ABD başkanlık
seçimleri öncesinde Tahran'la gerilimin tırmanmasını önlemek istiyor.”
Ancak bu rapora rağmen
Washington bu kararı desteklemeye karar verdi ve dün ABD'nin Uluslararası Atom
Enerjisi Ajansı temsilcisi Laura Holgate şu iddialarda bulundu: ‘İran'ın UAEA
ile işbirliği yapmaması ve UAEA'nı desteklemek için kolektif eylem taahhüdümüz
göz önüne alındığında, NPT, "ABD bu kararı desteklemektedir.
SUÇLU ALACAKLI OLDU
Üç Avrupa ülkesinin İran
İslam Cumhuriyeti'nin nükleer programına karşı asılsız iddialarda bulunması İran’ın
yanı sıra Çin ve Rusya'nın da tepkisiyle karşılaştı. İran, Çin ve Rusya, Uluslararası
Atom Enerjisi Ajansı Yönetim Kurulu'nun üç ayda bir yaptığı toplantıda ilk kez ortak
bildiriyi yayınlayarak, Batı'nın 2015 nükleer anlaşmasını hayata geçirme
konusundaki yıkıcı eylemlerine dikkat çekti ve onlara bu konudaki kötü
niyetlerini ve eylemsizliklerini hatırlatıldı.
İran, Çin ve Rusya'nın
ortak açıklamasının bir bölümünde şu ifadeler yer aldı: ‘ABD'nin yasa dışı ve
tek taraflı olarak bu anlaşmadan çekildiği 2018 yılından bu yana, İran'a karşı
tek taraflı ve hukuka aykırı yaptırımların uygulanması ve azami baskı
politikasının uygulanması bu anlaşma için bir dönüm noktası oldu ve Nükleer
Anlaşmaya desteğimiz değişmedi. Batılı ülkelerin siyasi irade göstermelerinin,
son iki yıldır körükledikleri sonsuz gerilimi tırmandırma döngüsünden
kaçınmalarının ve Nükleer Anlaşma’nın uygulanmasına devam etmek için gerekli
adımları atmasının zamanı geldi.’
Yani aslında anlaşmayı ihlal
eden ve yükümlülüklerini yerine getirmeyen ABD ve üç Avrupa ülkesi artık alacaklı
konumuna gelerek İran'ı yükümlülüklerini yerine getirmemekle suçluyor. Bu arada
2015 yılında Kapsamlı Ortak Eylem Planı olarak bilinen anlaşmaya göre İran,
anlaşmanın diğer taraflarca ihlali durumunda yükümlülüklerini azaltma hakkına
sahipti. Rusya'nın Viyana merkezli uluslararası kuruluşlardaki temsilcisi Mihail
Ulyanov bu konuyla ilgili şunları söyledi: ‘Diplomasi tamamen unutuldu ve
yerini propaganda eylemleri aldı. Durumu normalleştirmenin yolu Avrupa
troykasının (Almanya, Fransa ve İngiltere) ve Amerika'nın elindedir. Ancak onlar,
İran'da nükleer meselelerle ilgili gündeme gelen endişeleri kolayca çözebilecek
olan müzakereleri engelliyorlar.’
TEKRARLANAN OYUN
İngiltere, Fransa,
Almanya ve Amerika'nın Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'ndaki oyunu
tekrarlanan bir oyundur. Ajansın teknik yapısını itibarsızlaştırdılar ve bunu
kendi çıkarları için temel olarak kullandılar. Bu defa da Avrupa Troykasının
karar taslağında geçmişteki bazı konularda olduğu gibi, Siyonist rejimin İran'a
yönelik asılsız iddialarına yer verildi. Bu durum, İran’ın Uluslararası Atom
Enerjisi Ajansı’ndaki temsilcisinin de tepkisiyle karşılaştı ve İran temsilcisi
şunları söyledi: ‘Maalesef bu kurum, İsrail rejiminin sunduğu tüm sahte
belgeleri ve sahte bilgileri geçerli olarak kabul ediyor ve bu durum, bu kurumun
yanlış ve güvenilmez varsayımlara dayalı sonuçlar çıkarmasına neden oluyor.’
İran Dışişleri Bakan
Vekili Ali Bakıri de bu ajansın profesyonellikten uzak yaklaşımını eleştirerek
şunları söyledi: ‘Ajans teknik bir kurumdur ve Yönetim Konseyine üye ülkeler de
dâhil olmak üzere tüm ülkelerin ajansın teknik yaklaşımına göre davranması
beklenmektedir. Bazı üye ülkelerin ajansın kapasitesinin siyasi hedefleri
doğrultusunda kullanılması konusunda yapıcı olmayan yaklaşımları, ajansın
kimliğine ve uzmanlaşmış rolüne kesinlikle zarar verecektir. Çeşitli hükümetleri,
ajansın teknik ve uzmanlaşmış rolünü sürdürmesine izin vermeye ve ajansın
dışındaki alanlarda yaşadıkları başarısızlıklar nedeniyle bu kurumu siyasi hesaplaşma
mekânı haline getirmemeye davet ettik.’
Ali Bakıri, Amerika'nın
ve onun üç Avrupalı müttefikinin Gazze savaşındaki yenilgisine değindi ve
şunları söyledi: ‘Onlar, katil Siyonist rejim ordusuna tam destek sunmalarına
ve yaklaşık 8 aydır masum insanları öldürmelerine rağmen henüz asıl hedeflerine
ulaşamadılar.’
Görünen o ki, onlar şimdi
bu başarısızlığın ve bunun sonucunda dünya kamuoyunda oluşan izolasyon ve
nefretin intikamını almak istiyorlar ve Guvernörler Konseyi kararının
onaylanması yoluyla İran üzerinde baskı kurmayı amaçlıyorlar. Belki de bu
şekilde İran’ı, Filistin ulusunu ve direniş gruplarını destekleme yönünde tutumundan
vazgeçirmek istiyorlar.
Ancak eğer Wall Street
Journal'ın raporu doğruysa, bu Amerikan hükümetinin Avrupa Troykasının çözümünü
destekleme yönündeki fikrini değiştirdiğini gösteriyor ama bu kararın başka
amaçları da olabilir.
İŞİN İÇİNDE SEÇİMLER
Mİ VAR?
ABD hükümeti 2000’li
yılların sonunda 2009’daki isyanların heyecanı ve bunu planlayanlarla, İran'a
ekonomik baskı uygulayarak İran’ı tutumunu değiştirmeye zorlamaya karar verdi
ve uluslararası kararların kullanılması ellerindeki baskı araçlarından biriydi.
Amaç, İran'ı müzakere masasına gelmeye ve bu müzakerelerde İran’ı taviz vermeye
zorlamaktı. Amerika, İran'a baskı uygulamak için 2010'da yeni bir yaptırım planı
tasarladı. O dönemin ABD Başkanı Obama şöyle diyor: “İran'ın bu yaptırımların
tam etkisini hissetmesi iki yıl sürdü. Bu yaptırımları yeni bir dizi Amerikan
yaptırımıyla birleştirerek, müzakereleri kabul etmediği sürece İran ekonomisini
askıya almak için gerekli araçlara sahip olduk.”
İki yıl sonra İran'ın 11.
cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde yaptırımların kaldırılmasına yönelik
müzakereler fikri ülkenin siyasi literatüründe yerini açmıştı ve bu oyunun
kazananları, ülkeyi yönetmek için Amerika ile müzakere dışında neredeyse hiçbir
planı olmayan devlet adamları oldu.
Acaba Amerika ve Batılı
müttefikleri Guvernörler Konseyi kararıyla bir kez daha İran'daki belli bir
siyasi eğilimin çıkarlarına mı oynuyor?
Özellikle Donald Trump'ın
seçim vaatlerine rağmen Nükleer Anlaşmadan çekilmeyi ertelediğini ve 2007
seçimlerinde onların lehine oynadığını hatırlarsak, bu soruyu cevaplamak için
bazı cumhurbaşkanı adaylarının açıklamalarına ve kimlerin “İran karşıtı
kararlar" ve "yaptırımlar” meselesinin öne çıkmasından faydalandığına
bakmak yeterli olacaktır.