Toplumun hilafet algısı neydi? Müslümanların halifeliğe ve
halifeye bakış açısı neydi?
Peygamber sonrası bir sistem ortaya attılar, adına “hilafet”
dediler, din ve maslahat adıyla halife oldular, itaati farz kıldılar, itirazı
haram edip karşı gelenleri cezalandırdılar.
Emeviler, başa geçince de hilafeti kutsallaştırdılar, Allah’ın
halifesi, Peygamberin halifesi gibi unvanlar kullanmaya başladılar. Bu
kelimelerle halifeliğe kutsallık elbisesi giydirip dokunulmaz kıldılar ve
itirazın caiz olmadığını halka kabul ettirdiler.
Halifelik kutsallaşınca halife de mukaddes olmuş oluyordu.
Halife mukaddes olunca halifenin her yaptığı, verdiği her emir de kutsal
sayılacağı için sorgulanamazdı.
Hilafeti kutsallaştırmanın sebebi halifelerin yaptıklarını
meşru göstermek ve onların söz ve amellerine dini bir kılıf uydurmaktı. “Halife
yanlış yapmaz, halife Allah adına her şeyi yapabilir çünkü kutsal bir makamda
oturuyor” inancı hakim kılındı. İnsanlar, zulme ve adaletsizliğe dahi itiraz
edemez hale geldiler.
Sözde bu kutsal halifeler zulüm ve adaletsizliği Allah adına
yapmaya başladılar; harama da emretse kutsaldır, Kabe’yi yıkmak için emir verse
de bu emir kutsaldır, çarşamba günü cuma namazı kıldırsa da caiz olur, -daha
sonra-Harre olayında olduğu gibi Medineli Müslümanların canına kast edip
namusuna tecavüz de caiz olur.
Bu kutsallığın neticesinde ümmet halifenin emriyle
peygamberin torunu İmam Hüseyin’i (as) de Allah rızası için şehid etmek için
yarışır hale gelecekti.
Halifeliği/Devleti, din adamlarının fetvalarıyla
kutsallaştırmak, fasık ve facir sultanların bir oyunuydu. Halifeliğin/halifenin
kutsallaşması dinden sapmaları kolaylaştırdı.
Halifelik kutsallaşırsa halife olacak şahısın artık
liyakatine bakılmıyordu; hilafeti nasıl ele geçirirse geçirsin halife olmuşsa
artık kutsaldır. Halifenin imanı, takvası, ilmi yeterliliği var mıdır, adil
midir, müdüriyet kabiliyeti var mıdır, toplum tarafından kabul görüyor mu, gibi
konular incelenemez, sadece itaat beklenir.
Böyle kutsallaştırılmış halifelik/devlet sisteminde lider
fasık ve facir olursa, devlet de tağut olursa dinin hükümlerinin tahrif olması
kaçınılmaz olacaktır. İlahi hükümler, şeriat kanunları yani İslam hukuku devre
dışı kalacaktır.
İşte böyle bir durumda dinin yeniden yapılanması ve
öldürülen ilahi hükümlerin ihyasını gerekiyordu. Dinin inşası ve ıslahı
gerekiyordu. Bunun önünde en büyük engel halifeliğin-halifenin/devlet
adamlarının kutsallaştırılmasıydı.
İmam Hüseyin(as) hilafetin/devletin bizatihi kutsal
olmadığını insanlara ulaştırmak istiyordu. Bundan dolayı öncelikle bu kutsallık
duvarının yıkılması gerekiyordu, İmam Hüseyin (as) vazifelerinden biri de bu
kutsallığı yok etmekti; lideri fasık, facir olan ve temeli, esası ilahi olmayan
devletin kutsallığının olmadığını insanlara öğretmesi gerekiyordu.
İmam Hüseyin(as), İmam Hasan'ın(as) şehadetinden sonra 10
yıl boyunca bunu anlattı ama fayda vermedi. İmam Hüseyin (as) bu batıl
kutsiyetin, insanlara anlatmakla, dersler verip öğretmekle yıkılamayacağını
biliyordu.
Allah adına oluşturulan bu kutsallık, ancak toplumda şok
etkisi yaratacak, insanları gaflet uykusundan, cehalet karanlığından
uyanmalarını sağlayacak Kerbela’da ŞEHADET ile yok edilebilirdi.
İmam Hüseyin'in (as) şehadetinin meyvelerinden biri de işte
bu evrensel mesajdır; “ne adına olursa olsun, ilahi dayanağı olmayan beşeri
sistemlerin ve devlet adamlarının hiç bir kutsallığı yoktur, tağuttur.”
Gününüzde aynı zihniyet devam etmektedir; "toprak,
bayrak, devlet, millet kutsaldır" düşüncesi Emevilerden kalmıştır. O
zamanın hilafetinin yerini alan liberal demokrasi, laisizm, cumhuriyet gibi
sistemler aynı kutsallığa ve dokunulmazlığa sahip olduğu müddetçe İslam’ı
anlatmak, İmam Hüseyin’in (as) kıyamını anlamak imkansızdır.
İslam ümmetini ve dini çepeçevre saran bu batıl kutsallar
hisarı yıkılmadıkça Muhammedi İslam ortaya çıkamayacaktır.
Sabahattin Türkyılmaz