Batı destekli Selefi[1]
akımının radikal yorumları, Suriye’de yaşanan trajediler, İslamofobik dalgaları
beslerken, İslam dünyasının genç kuşaklarını inanç ile şiddet, siyaset ile
baskı arasında sıkıştırmaktadır. Gençlik ya dine sırtını dönmüş ya da yüzeysel
günlük ritüeller arasında kaybolmuş durumdadır.
Kimi zaman “dindar ve
kindar nesil” söylemleri ile ifade edilen genç kuşak, zamanla bir toplumsal
mühendislik projesine dönüşmüştür. Ancak gelinen noktada gençliğin bu ideolojik
kurguyla kurduğu ilişki ne tam bir uyum ne de topyekün bir kopuşu ifade
etmektedir. Gençliğin dini söylemlere yönelik direnci, eleştirel tepkileri ve
koşullu uyum pratikleri, İslam düşüncesinde yeni bir paradigma arayışının temel
dinamiği olma potansiyelini içinde barındırmaktadır. Bu çalışmada, Dünya’da
gençliğin İslamcılık oyunu ile kurduğu bu karmaşık ilişki mercek altına
alınacaktır. Bununla birlikte İslam’ın özüne Kur’an ve Ehl-i Beyt[2] (as)
rehberliğinde bir hakikat arayışına geri dönmeye çağrı niteliği de
taşımaktadır.
Selefi zihniyetin en büyük sahnesi olan Suriye’de yaşanan
kriz, yalnızca bölgesel bir politik çatışma olarak değerlendirilmemelidir.
İslamcılık söylemiyle meşrulaştırılmaya çalışılan, Selefi kimliklerinin
araçsallaştırıldığı ve derin bir insanlık trajedisine dönüşen çok katmanlı bir
yıkım özelliği taşımaktadır. Bu süreçte özellikle Selefi ideolojiye dayalı
radikal grupların din adına işlediği sistematik şiddet eylemleri, İslam’ın öz
değerleriyle açıkça çelişmektedir. Özellikle genç kuşaklar nezdinde dini meşruiyet
algısında ciddi kırılmalara yol açmıştır. Batı medyasının İslamofobik
söylemleri ile Selefi şiddet ve tekfir pratiklerinin aynı bağlamda sunulması,
uluslararası kamuoyunda ve dünya gençliği arasında "İslam = terör"
şeklinde indirgemeci bir algının yerleşmesine zemin hazırlamıştır.
Oysa tarihsel ve ibadi olarak İslam, özünde bir rahmet ve
barış dini olma özelliğini ana merkezinde taşımaktadır. Hz. Peygamber’in (saa)
Mekke ve Medine dönemlerindeki daveti zorlayıcı değil, gönüllere hitap eden,
merhamet temelli bir çağrı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlayış, özellikle
Hz. Ali (as) ve Ehl-i Beyt İmamları (as)[4] tarafından nakledilen yorumlarla, adalet,
ahlak ve hakikat ekseninde derinleşmiştir. Nitekim Ehl-i Beyt’in (as) çizgisi,
tarih boyunca zorbalığa karşı adaleti, savaş kültürüne karşı ahlaki direnişi
temsil etmektedir.
Kur’an-ı Kerim’deki , “Kim bir cana kıymamış ya da yeryüzünde
bozgunculuk yapmamış bir kimseyi öldürürse, bütün insanlığı öldürmüş gibidir.”
(Maide, 5/32) ayeti, Ehl-i Beyt’in temsil ettiği insan merkezli İslam
anlayışının temel ilkelerinden birini gözler önüne sermektedir. Bu eksen, ne inanç
adına şiddeti meşrulaştırmaktadır ne de farklı mezhepleri ötekileştirmektedir.
Tam aksine, bireysel hürriyeti, toplumsal barışı ve evrensel adaleti önceleyen
bir yaklaşımı esas almaktadır. Tam anlamıyla bu minvalde Ehl-i Beyt (as) öğretileri,
hem İslam dünyasında mezhebi çatışmaların önüne geçecek potansiyele sahip bir
etik referans noktası, hem de dünya gençliğine hak, hukuk ve ahlak temelli bir
İslam anlayışının mümkün olduğunu göstermektedir.
Günümüzde Batı’da yükselen İslamofobik söylemler, küresel
politik dinamiklerle beslenen karmaşık bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu söylemler, özellikle radikal İslamcı grupların eylemleri ve şiddet
pratikleri üzerinden meşrulaştırılırken, İslam dünyasından gelen tepkiler çoğu
zaman entelektüel derinlikten ve ahlaki tutarlılıktan yoksun kalması, bu
olgunun daha da karmaşık olarak kurumsallaşmasına hizmet etmektedir. Medyanın
İslam’ı marjinal ve uç gruplar üzerinden temsil etme çabası, barışçıl ve
çoğunlukta olan Müslüman gençlerin seslerini görünmez kılmaktadır. Bu avantajla
İslamofobi sadece politik bir sorun olmaktan çıkarak epistemolojik bir
hegemonya ve algı yönetimi aracı haline gelmiştir. Bu durum, genç kuşaklar
arasında dinin temel gerçekliklerine yönelik güven krizini derinleştirmektedir.
Dolayısıyla, “İslam terör dini değildir” ifadesi, bir savunma refleksi
olarak önemli olsa da, İslamcılık oyunundaki son perdenin açığa çıkarılması
için yeterli bir argüman niteliği taşımamaktadır. Gerçekçi ve sürdürülebilir
bir çözüm ile dinin sömürgesel siyasallaşmasının engellenmesi, ahlaki
tutarlılığın ön plana çıkarılması ve Kur’an’ın evrensel ilkelerinin yeni bir
entelektüel perspektifle gençliğe aktarılmasıyla mümkün görünmektedir.
İslamcılık oyunundaki son perdeyi anlamak için, İslam’ın öz
değerlerinin tarihsel ve ibadi bağlamda ele alınması önem arz etmektedir. Bu
değerler, Hz. Peygamber’in (saa) yaşamı ve öğretisi ekseninde şekillenmiştir.
O’nun ahlaki örnekliğiyle taçlanmış, ardından Ehl-i Beyt’in(as) temsil ettiği
düşünsel ve etik eksende derinleşmiş ve vücuda bürünmüştür. Ehl-i Beyt (as) öğretisi,
dini Selefi anlamda salt ritüel bir aidiyet olarak görmemektedir. Adalet,
insaniyet ve bilinçli iradenin merkezde olduğu bir yaşam biçimi olarak
tanımlamaktadır. Bu yönüyle Ehl-i Beyt (as), dinin politik perde oyunlarına dönüştüğü
modern İslamcılık sahnesine karşı entelektüel ve ahlaki bir karşı duruş
sunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in, “De
ki: Ben sizden, yakınlarıma sevgiden başka bir ücret istemiyorum” (Şura,
42/23) ayeti, bu anlayışın etik referans noktasını oluşturmaktadır. Aynı
şekilde, “Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve doğru söz söyleyin” (Ahzab, 33/70) emri, Ehl-i Beyt
İmamları hakikatin, adaletin ve özgür düşüncenin temel ilkeleriyle bütünleşen
duruşunu somutlaştırmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in evrensel aydınlığı ile Ehl-i
Beyt İmamlarıın ahlak yapısı ve yaşamı birleşerek, hem İslamofobik önyargıların
çözümünde hem de İslam dünyasındaki yozlaşmış dini yapıların aşılmasında güçlü
bir panzehir olarak en doğru reçete konumunda yer almaktadır.
Nihayet, genç kuşaklara yönelik dini anlatının, baskıcı,
korkutucu ve dogmatik kalıplardan arındırılması gerekmektedir. Gençlerin inanç
krizlerinin temelinde yalnızca materyalist düşünce yapıları değil; aynı zamanda
dini yapıların çelişkili söylemleri ve çıkarcı temsilleri bulunmaktadır. “Dinde zorlama yoktur. Artık doğruluk
ile sapıklık birbirinden ayrılmıştır”
(Bakara, 2/256) ayet-i kerimesi, hem bireysel inanç özgürlüğünün hem de
toplumsal ahlakın temel taşıdır.
Kur’an ve Ehl-i Beyt (as) ekseninde yorumlanan İslam
düşüncesi, kurgulanmış İslamcılık oyunlarının tüm perdelerine karşı ahlaki,
entelektüel ve manevi düzeyde reel ve somut bir rehberlik özelliğini
taşımaktadır. Elinde hakiki bir yol haritasına sahip gençlik, sadece dine
yabancılaşmayı aşmakla kalmayacak, aynı zamanda İslamcılık oyununun kapanan son
perdesiyle birlikte gerçek ahlak ve toplumu yeniden inşa sürecinin baş aktörü
haline gelecektir. Bu dönüşüm, gençliğin bilinçli, adaletli ve ahlaki bir inanç
pratiği geliştirerek hem iç hem de dış dünyada barış ve hakikati savunmasına
olanak sağlayacaktır.
Kaynakça
1.
Acar, Mustafa, “Radikal
Selefi Zihniyete Bir Reddiye”, Muhafazakar Düşünce Dergisi, 2005, Yıl 2, sy. 6.
2.
Büyükkara, Mehmet Ali,
"VEHHÂBÎLİK", TDV İslâm Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org.tr/vehhabilik (31.05.2025).
3.
Demirbilek, M.,Atalay, H.,
“Türkiye’de Selefîlik Araştırmalarında Rastlanan Bazı Sorunlar”, İslami
Araştırmalar Dergisi, 2018, 29. cilt – 2. sayı – Farklı İslam Yorumları Olarak
Mezhepler.
https://www.islamiarastirmalar.com/journal_article/turkiyede-selefilik-arastirmalarinda-rastlanan-bazi-sorunlar-some-problems-of-academical-studies-about-salafism-in-turkey/
(31.05.2025).
4.
Düzgün, Şaban Ali, Sosyal
Teoloji - İnsanın Yeryüzü Serüveni, Otto Yayınları, 2021.
5.
Koca, Ferhat, “İslam
Düşünce Tarihinde Selefilik: Tarihsel Serüveni ve Genel Karakteristiği /
Salafism in The History of Islamic Thought: Its Historical Journey and General
Characteristics / السلفية في تاريخ الفكر الإسلامي تطورها التاريخي وخصائصها العامة”,
İlahiyat Akademi, 1-2, 2015, 15-70.
6.
Kur’an-ı Kerim Meali,
Ayetullah Murtaza Turabi, İstanbul: Kevser Yayınları, 2012.
7.
Lean N., İslamofobi Endüstrisi, Ankara: Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları, 2015.
8.
MUSTAFA ÖZ,
"ŞÎA", TDV İslâm Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org.tr/sia#1 (31.05.2025).
9.
Öztürk, Mustafa, “Selefilik
ve Te’vil Üzerine”, Marife Dini Araştırmalar Dergisi, 9/3, 2009, 85-110.
https://doi.org/10.5281/zenodo.3344112.
10. Özervarlı, M. Sait, "SELEFİYYE", TDV İslâm
Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/selefiyye (31.05.2025).
11. Subhani, C., Ana Hatlarıyla Caferilik, çev. Cafer Bendiderya,
İstanbul: Kevser Yayınları, 2009.
12. Subhani, C., Vahhabilik, çev. Hasan Kanaatlı, İstanbul: Kevser
Yayınları, 2009.
13. SÜLEYMAN ULUDAĞ, "ÂL-i ABÂ", TDV İslâm Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org.tr/al-i-aba (31.05.2025).
14. Turan, A., Ehlibeyt Mektebinde Temel İnançlar, İstanbul: Al-i
Taha Yayıncılık, 1999.
15. Ünal, Yaşar, “Selefi Zihnin Doğuşu Ve Gelişimi Üzerine”, Dini
Araştırmalar, 18/14-12, 2015, 55-78. https://doi.org/10.15745/da.54923.
[1] Sözlükte “önce gelmek, geçmek,
geçmişte kalmak” anlamındaki selef (sülûf) kelimesinden gelen selefiyye “geçmiş
insanlar, soy, fazilet ve ilim bağlamında önce gelip geçenler” demektir. Selef,
terim olarak ilim ve fazilet açısından müslümanların önderleri sayılan ashap ve
tâbiîn için kullanılır. Selefin üstünlüğü ümmetin en hayırlısının Hz. Peygamber
döneminde yaşayanlar, sonra onların ardından gelenler (sonra da onları takip
edenler) olduğu yolunda rivayet edilen hadise dayanır (Müsned [nşr. Arnaût],
IV, 76-77; Buhârî, “Şehâdât”, 9, “Aṣḥâbü’n-nebî”, 1; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”,
210-214). “Sahâbe ve tâbiîn mezhebinde bulunan fakih ve muhaddislerin yolu”
şeklinde de tanımlanan Selefiyye ayrıca “Ehl-i sünnet-i hâssa” olarak da anılır
(Gazzâlî, s. 53; İzmirli, I, 98). Bu ekolün mensupları kendilerini
“ehlü’s-sünne, ehlü’l-hadîs ve’s-sünne, ehlü’l-hak” gibi terkiplerle anarken
muhalifleri onları Eseriyye, Haşviyye, bazan da Müşebbihe diye
nitelendirmiştir. https://islamansiklopedisi.org.tr/selefiyye (31.05.2025).
[2]
Sünnî ve Şiî hadis
kitaplarında yer alan bir rivayete göre, Hz. Peygamber Ümmü Seleme’nin evinde
iken, “Ey Ehl-i beyt! Allah kusurlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak ister”
(el-Ahzâb 33/33) meâlindeki âyet nâzil olmuş, bunun üzerine Peygamber Hz. Ali’yi,
Fâtıma’yı, Hasan ve Hüseyin’i abasının altına alarak, “Allahım, benim ehl-i
beytim işte bunlardır; bunların kusurlarını gider, kendilerini tertemiz yap!”
diye dua etmiştir.
[3]
Ortaya
çıkışından günümüze kadar İslâm dünyasında çok yönlü ve geniş bir etkiye sahip
dinî ve siyasî bir harekettir. Adını hareketin dinî yönünün temellerini atan
Muhammed b. Abdülvehhâb’a nisbetle almış, bu adlandırma akımın dışındaki dinî
çevrelerde, ilmî ve siyasî sahalarda geniş kullanım alanı bulmuştur. Mensupları
ise akımı Ehl-i sünnet dairesinde kalan bir ıslah ve dinin aslına dönüşmesini
hedefleyen bir ihya hareketi olarak gördüğünden Muvahhidûn (ehl-i tevhîd) veya
izledikleri geleneksel dinî usule göre Ehl-i hadîs ya da Selefiyye diye
anılmayı tercih etmiştir.
[4] Şîa’nın, Resûlullah’ın vefatının
ardından önceki halifelerin hilâfetini reddedip Ali’nin imâmetini kabul eden;
imâmetin kesintisiz devamını isteyen, kendilerinin Ali’ye tâbi olduğunu, onun
ise kimseye tâbi olmadığını düşünen Ali taraftarlarına verilen bir isim kabul
edildiğini söyler (Evâʾilü’l-maḳālât, s. 1-2). Şeyh Müfîd’in öğrencisi Ebû
Ca‘fer et-Tûsî buna nas ve vasiyet kavramlarını ekleyerek Şiîliğin, Allah’ın
iradesi ve Peygamber’in vasiyetiyle Hz. Ali’nin müslümanların imamı olduğuna
inanmaktan ibaret bulunduğunu belirtir (Telḫîṣü’ş-Şâfî, II, 56)