Son Perde: İslamcılık Oyunu

GİRİŞ: 31.05.2025 11:14      GÜNCELLEME: 31.05.2025 11:14
Rasthaber - Son yüzyıla baktığımızda siyasal İslami grupların derneklerle, vakıflarla ve cemaatlerle hegomonik yapılara dönüşmesi, Dünya'da din ile siyaset arasındaki alanların kullanım hacmini büyük ölçüde anlaşılmaz hale getirmiştir. Kurumsallaşma aygıtı içinde yer bulan İslamcılık oyununun popüler grupları, sadece yönetim biçimini değil, toplumun gündelik yaşamını, eğitim sistemini ve değer yargılarını da dönüştürmeye çalışmıştır. Bu dönüşümün merkezinde ise özel bir hedef kitlesi bulunmaktadır: Gençlik.

Batı destekli Selefi[1] akımının radikal yorumları, Suriye’de yaşanan trajediler, İslamofobik dalgaları beslerken, İslam dünyasının genç kuşaklarını inanç ile şiddet, siyaset ile baskı arasında sıkıştırmaktadır. Gençlik ya dine sırtını dönmüş ya da yüzeysel günlük ritüeller arasında kaybolmuş durumdadır.

Kimi zaman “dindar ve kindar nesil” söylemleri ile ifade edilen genç kuşak, zamanla bir toplumsal mühendislik projesine dönüşmüştür. Ancak gelinen noktada gençliğin bu ideolojik kurguyla kurduğu ilişki ne tam bir uyum ne de topyekün bir kopuşu ifade etmektedir. Gençliğin dini söylemlere yönelik direnci, eleştirel tepkileri ve koşullu uyum pratikleri, İslam düşüncesinde yeni bir paradigma arayışının temel dinamiği olma potansiyelini içinde barındırmaktadır. Bu çalışmada, Dünya’da gençliğin İslamcılık oyunu ile kurduğu bu karmaşık ilişki mercek altına alınacaktır. Bununla birlikte İslam’ın özüne Kur’an ve Ehl-i Beyt[2] (as) rehberliğinde bir hakikat arayışına geri dönmeye çağrı niteliği de taşımaktadır.

Dünya genelinde İslamcılık oyununun siyaset perdesi, gençliği sosyal sermaye açısından “gelecek yatırımı” olarak görmektedir. Akıldan yoksun tekfirci İslamcılık oyunundaki bu perdede kör bilinçle yetişen, emir-komuta zinciri içinde sadık kalacak bir kuşak hayali, kurumsal politikalara yansımıştır. Bu perdenin ana aktörü ise kendisini merkeze koyan, buna karşılık olarak “İslam’ın içindeki ötekiler” olarak gördüğü diğer fırkaları ve düşünce ekollerini
dalalete düşmekle suçlamaktan çekinmeyen ve bu fırkalara ait yorumların doğruluğunu kendi yorumlarına uygunluk ölçütüne göre değerlendiren, İslam tarihinde büyük hezeyanlara sebebiyet veren ergisel cemaat anlayışını içinde barındıran Selefiliktir. İslam dinini tarihsel, toplumsal ve ahlaki zeminden soyutlayarak, bağnaz yorumlarla salt metne indirgenmiş katı bir bataklığa dayandırmaktadır. Bu yaklaşım, özellikle Batı destekli Vahhabi[3]-Suudi merkezli aşırı dini söylemlerde, bireysel aklı ve toplumsal çeşitliliği dışlayan otoriter bir sözde İslam tasavvurunun temelini oluşturmaktadır. Selefiliğin normatif anlayışı, Allah-u Teala’nın (cc) Tevhid dinini korku, ceza ve mutlak itaat ekseninde yeniden kurgulamış, böylece hem birey hem de toplum düzeyinde ahlaki değil, dogmatik bir din algısı üretmiştir. Suriye örneğinde gözlemlendiği üzere, cihad söylemi adı altında yürütülen silahlı eylemler, yalnızca binlerce masum sivilin hayatını kaybetmesine neden olmamış, aynı zamanda İslam’ın küresel ölçekte barış dini olarak algılanmasını da derinden sarsmıştır. Kur’an’da açıkça ifade edilen, “Allah adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emreder...” (Nahl, 16/90) gibi temel etik ilkelerle çelişen uygulamalar ve kadınların köleleştirilmesi, çocukların çatışmalarda kullanılması gibi insan hakları ihlallerini meşrulaştırmaya yönelik uygulamaların sadece bir kısmını örnek olarak sunmaktadır. Bu tür radikal yorumlar, özellikle genç kuşaklar üzerinde iki yönlü bir etki yaratmaktadır, bir yanda Selefi radikalizme yönelim ve ideolojik militanlaşmış gençlik (El Kaide, Işid gibi Selefi örgütler), diğer yanda ise dini yapılarla tümden bağını koparan seküler bireylerin çoğalması. Bu bağlamda Selefilik, gençliğin dinden uzaklaşmasında tehlike saçan yapısal en temel etken haline gelmiştir. Bu yapay üretim süreci, genç bireylerin kendi yaşam deneyimleri ve gözlemleriyle çatıştıkça, ciddi kırılmalar yaşanmaya da devam edecektir.

Selefi zihniyetin en büyük sahnesi olan Suriye’de yaşanan kriz, yalnızca bölgesel bir politik çatışma olarak değerlendirilmemelidir. İslamcılık söylemiyle meşrulaştırılmaya çalışılan, Selefi kimliklerinin araçsallaştırıldığı ve derin bir insanlık trajedisine dönüşen çok katmanlı bir yıkım özelliği taşımaktadır. Bu süreçte özellikle Selefi ideolojiye dayalı radikal grupların din adına işlediği sistematik şiddet eylemleri, İslam’ın öz değerleriyle açıkça çelişmektedir. Özellikle genç kuşaklar nezdinde dini meşruiyet algısında ciddi kırılmalara yol açmıştır. Batı medyasının İslamofobik söylemleri ile Selefi şiddet ve tekfir pratiklerinin aynı bağlamda sunulması, uluslararası kamuoyunda ve dünya gençliği arasında "İslam = terör" şeklinde indirgemeci bir algının yerleşmesine zemin hazırlamıştır.

Oysa tarihsel ve ibadi olarak İslam, özünde bir rahmet ve barış dini olma özelliğini ana merkezinde taşımaktadır. Hz. Peygamber’in (saa) Mekke ve Medine dönemlerindeki daveti zorlayıcı değil, gönüllere hitap eden, merhamet temelli bir çağrı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlayış, özellikle Hz. Ali (as) ve Ehl-i Beyt İmamları (as)[4]  tarafından nakledilen yorumlarla, adalet, ahlak ve hakikat ekseninde derinleşmiştir. Nitekim Ehl-i Beyt’in (as) çizgisi, tarih boyunca zorbalığa karşı adaleti, savaş kültürüne karşı ahlaki direnişi temsil etmektedir.

Kur’an-ı Kerim’deki , “Kim bir cana kıymamış ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış bir kimseyi öldürürse, bütün insanlığı öldürmüş gibidir.” (Maide, 5/32) ayeti, Ehl-i Beyt’in temsil ettiği insan merkezli İslam anlayışının temel ilkelerinden birini gözler önüne sermektedir. Bu eksen, ne inanç adına şiddeti meşrulaştırmaktadır ne de farklı mezhepleri ötekileştirmektedir. Tam aksine, bireysel hürriyeti, toplumsal barışı ve evrensel adaleti önceleyen bir yaklaşımı esas almaktadır. Tam anlamıyla bu minvalde Ehl-i Beyt (as) öğretileri, hem İslam dünyasında mezhebi çatışmaların önüne geçecek potansiyele sahip bir etik referans noktası, hem de dünya gençliğine hak, hukuk ve ahlak temelli bir İslam anlayışının mümkün olduğunu göstermektedir.

Günümüzde Batı’da yükselen İslamofobik söylemler, küresel politik dinamiklerle beslenen karmaşık bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu söylemler, özellikle radikal İslamcı grupların eylemleri ve şiddet pratikleri üzerinden meşrulaştırılırken, İslam dünyasından gelen tepkiler çoğu zaman entelektüel derinlikten ve ahlaki tutarlılıktan yoksun kalması, bu olgunun daha da karmaşık olarak kurumsallaşmasına hizmet etmektedir. Medyanın İslam’ı marjinal ve uç gruplar üzerinden temsil etme çabası, barışçıl ve çoğunlukta olan Müslüman gençlerin seslerini görünmez kılmaktadır. Bu avantajla İslamofobi sadece politik bir sorun olmaktan çıkarak epistemolojik bir hegemonya ve algı yönetimi aracı haline gelmiştir. Bu durum, genç kuşaklar arasında dinin temel gerçekliklerine yönelik güven krizini derinleştirmektedir. Dolayısıyla, “İslam terör dini değildir” ifadesi, bir savunma refleksi olarak önemli olsa da, İslamcılık oyunundaki son perdenin açığa çıkarılması için yeterli bir argüman niteliği taşımamaktadır. Gerçekçi ve sürdürülebilir bir çözüm ile dinin sömürgesel siyasallaşmasının engellenmesi, ahlaki tutarlılığın ön plana çıkarılması ve Kur’an’ın evrensel ilkelerinin yeni bir entelektüel perspektifle gençliğe aktarılmasıyla mümkün görünmektedir.

İslamcılık oyunundaki son perdeyi anlamak için, İslam’ın öz değerlerinin tarihsel ve ibadi bağlamda ele alınması önem arz etmektedir. Bu değerler, Hz. Peygamber’in (saa) yaşamı ve öğretisi ekseninde şekillenmiştir. O’nun ahlaki örnekliğiyle taçlanmış, ardından Ehl-i Beyt’in(as) temsil ettiği düşünsel ve etik eksende derinleşmiş ve vücuda bürünmüştür. Ehl-i Beyt (as) öğretisi, dini Selefi anlamda salt ritüel bir aidiyet olarak görmemektedir. Adalet, insaniyet ve bilinçli iradenin merkezde olduğu bir yaşam biçimi olarak tanımlamaktadır. Bu yönüyle Ehl-i Beyt (as), dinin politik perde oyunlarına dönüştüğü modern İslamcılık sahnesine karşı entelektüel ve ahlaki bir karşı duruş sunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in, “De ki: Ben sizden, yakınlarıma sevgiden başka bir ücret istemiyorum” (Şura, 42/23) ayeti, bu anlayışın etik referans noktasını oluşturmaktadır. Aynı şekilde, “Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve doğru söz söyleyin” (Ahzab, 33/70) emri, Ehl-i Beyt İmamları hakikatin, adaletin ve özgür düşüncenin temel ilkeleriyle bütünleşen duruşunu somutlaştırmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in evrensel aydınlığı ile Ehl-i Beyt İmamlarıın ahlak yapısı ve yaşamı birleşerek, hem İslamofobik önyargıların çözümünde hem de İslam dünyasındaki yozlaşmış dini yapıların aşılmasında güçlü bir panzehir olarak en doğru reçete konumunda yer almaktadır.

Nihayet, genç kuşaklara yönelik dini anlatının, baskıcı, korkutucu ve dogmatik kalıplardan arındırılması gerekmektedir. Gençlerin inanç krizlerinin temelinde yalnızca materyalist düşünce yapıları değil; aynı zamanda dini yapıların çelişkili söylemleri ve çıkarcı temsilleri bulunmaktadır. “Dinde zorlama yoktur. Artık doğruluk ile sapıklık birbirinden ayrılmıştır” (Bakara, 2/256) ayet-i kerimesi, hem bireysel inanç özgürlüğünün hem de toplumsal ahlakın temel taşıdır.

Kur’an ve Ehl-i Beyt (as) ekseninde yorumlanan İslam düşüncesi, kurgulanmış İslamcılık oyunlarının tüm perdelerine karşı ahlaki, entelektüel ve manevi düzeyde reel ve somut bir rehberlik özelliğini taşımaktadır. Elinde hakiki bir yol haritasına sahip gençlik, sadece dine yabancılaşmayı aşmakla kalmayacak, aynı zamanda İslamcılık oyununun kapanan son perdesiyle birlikte gerçek ahlak ve toplumu yeniden inşa sürecinin baş aktörü haline gelecektir. Bu dönüşüm, gençliğin bilinçli, adaletli ve ahlaki bir inanç pratiği geliştirerek hem iç hem de dış dünyada barış ve hakikati savunmasına olanak sağlayacaktır.

Kaynakça

1.      Acar, Mustafa, “Radikal Selefi Zihniyete Bir Reddiye”, Muhafazakar Düşünce Dergisi, 2005, Yıl 2, sy. 6.

2.      Büyükkara, Mehmet Ali, "VEHHÂBÎLİK", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/vehhabilik (31.05.2025).

3.      Demirbilek, M.,Atalay, H., “Türkiye’de Selefîlik Araştırmalarında Rastlanan Bazı Sorunlar”, İslami Araştırmalar Dergisi, 2018, 29. cilt – 2. sayı – Farklı İslam Yorumları Olarak Mezhepler. https://www.islamiarastirmalar.com/journal_article/turkiyede-selefilik-arastirmalarinda-rastlanan-bazi-sorunlar-some-problems-of-academical-studies-about-salafism-in-turkey/ (31.05.2025).

4.      Düzgün, Şaban Ali, Sosyal Teoloji - İnsanın Yeryüzü Serüveni, Otto Yayınları, 2021.

5.      Koca, Ferhat, “İslam Düşünce Tarihinde Selefilik: Tarihsel Serüveni ve Genel Karakteristiği / Salafism in The History of Islamic Thought: Its Historical Journey and General Characteristics / السلفية في تاريخ الفكر الإسلامي تطورها التاريخي وخصائصها العامة”, İlahiyat Akademi, 1-2, 2015, 15-70.

6.      Kur’an-ı Kerim Meali, Ayetullah Murtaza Turabi, İstanbul: Kevser Yayınları, 2012.

7.      Lean N., İslamofobi Endüstrisi, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2015.

8.      MUSTAFA ÖZ, "ŞÎA", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/sia#1 (31.05.2025).

9.      Öztürk, Mustafa, “Selefilik ve Te’vil Üzerine”, Marife Dini Araştırmalar Dergisi, 9/3, 2009, 85-110. https://doi.org/10.5281/zenodo.3344112.

10.  Özervarlı, M. Sait, "SELEFİYYE", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/selefiyye (31.05.2025).

11.  Subhani, C., Ana Hatlarıyla Caferilik, çev. Cafer Bendiderya, İstanbul: Kevser Yayınları, 2009.

12.  Subhani, C., Vahhabilik, çev. Hasan Kanaatlı, İstanbul: Kevser Yayınları, 2009.

13.  SÜLEYMAN ULUDAĞ, "ÂL-i ABÂ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/al-i-aba (31.05.2025).

14.  Turan, A., Ehlibeyt Mektebinde Temel İnançlar, İstanbul: Al-i Taha Yayıncılık, 1999.

15.  Ünal, Yaşar, “Selefi Zihnin Doğuşu Ve Gelişimi Üzerine”, Dini Araştırmalar, 18/14-12, 2015, 55-78. https://doi.org/10.15745/da.54923.

 

 

 

 

 



[1] Sözlükte “önce gelmek, geçmek, geçmişte kalmak” anlamındaki selef (sülûf) kelimesinden gelen selefiyye “geçmiş insanlar, soy, fazilet ve ilim bağlamında önce gelip geçenler” demektir. Selef, terim olarak ilim ve fazilet açısından müslümanların önderleri sayılan ashap ve tâbiîn için kullanılır. Selefin üstünlüğü ümmetin en hayırlısının Hz. Peygamber döneminde yaşayanlar, sonra onların ardından gelenler (sonra da onları takip edenler) olduğu yolunda rivayet edilen hadise dayanır (Müsned [nşr. Arnaût], IV, 76-77; Buhârî, “Şehâdât”, 9, “Aṣḥâbü’n-nebî”, 1; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 210-214). “Sahâbe ve tâbiîn mezhebinde bulunan fakih ve muhaddislerin yolu” şeklinde de tanımlanan Selefiyye ayrıca “Ehl-i sünnet-i hâssa” olarak da anılır (Gazzâlî, s. 53; İzmirli, I, 98). Bu ekolün mensupları kendilerini “ehlü’s-sünne, ehlü’l-hadîs ve’s-sünne, ehlü’l-hak” gibi terkiplerle anarken muhalifleri onları Eseriyye, Haşviyye, bazan da Müşebbihe diye nitelendirmiştir. https://islamansiklopedisi.org.tr/selefiyye (31.05.2025).

[2] Sünnî ve Şiî hadis kitaplarında yer alan bir rivayete göre, Hz. Peygamber Ümmü Seleme’nin evinde iken, “Ey Ehl-i beyt! Allah kusurlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak ister” (el-Ahzâb 33/33) meâlindeki âyet nâzil olmuş, bunun üzerine Peygamber Hz. Ali’yi, Fâtıma’yı, Hasan ve Hüseyin’i abasının altına alarak, “Allahım, benim ehl-i beytim işte bunlardır; bunların kusurlarını gider, kendilerini tertemiz yap!” diye dua etmiştir. 

[3] Ortaya çıkışından günümüze kadar İslâm dünyasında çok yönlü ve geniş bir etkiye sahip dinî ve siyasî bir harekettir. Adını hareketin dinî yönünün temellerini atan Muhammed b. Abdülvehhâb’a nisbetle almış, bu adlandırma akımın dışındaki dinî çevrelerde, ilmî ve siyasî sahalarda geniş kullanım alanı bulmuştur. Mensupları ise akımı Ehl-i sünnet dairesinde kalan bir ıslah ve dinin aslına dönüşmesini hedefleyen bir ihya hareketi olarak gördüğünden Muvahhidûn (ehl-i tevhîd) veya izledikleri geleneksel dinî usule göre Ehl-i hadîs ya da Selefiyye diye anılmayı tercih etmiştir.

[4] Şîa’nın, Resûlullah’ın vefatının ardından önceki halifelerin hilâfetini reddedip Ali’nin imâmetini kabul eden; imâmetin kesintisiz devamını isteyen, kendilerinin Ali’ye tâbi olduğunu, onun ise kimseye tâbi olmadığını düşünen Ali taraftarlarına verilen bir isim kabul edildiğini söyler (Evâʾilü’l-maḳālât, s. 1-2). Şeyh Müfîd’in öğrencisi Ebû Ca‘fer et-Tûsî buna nas ve vasiyet kavramlarını ekleyerek Şiîliğin, Allah’ın iradesi ve Peygamber’in vasiyetiyle Hz. Ali’nin müslümanların imamı olduğuna inanmaktan ibaret bulunduğunu belirtir (Telḫîṣü’ş-Şâfî, II, 56)

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM