***
Netanyahu, ABD’nin Suriye siyasetini de yönlendirmeye
çalışıyordu. Suriye’yi savunmasız bırakmak, ülkenin güneyini tampon bölgeye
çevirmek, müdahale gerekçesi yaratabilmek için Dürzilere ‘koruma’ sunmak, rejim
devrilinceye kadar desteklediği HTŞ yönetimine terörist muamelesi yapmak, bu
ülkenin hava sahasını her tür operasyon için ‘açık koridor’ ya da ‘özgür
gökyüzü’ olarak tutmak ve hedeflerini sıkıntıya sokacağı düşüncesiyle
Türkiye’nin üs edinme planlarını bozmak gibi politikalar da belirledi. Bu tür öncelikler
için Trump’ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oyununa ortak olmaması, Şam’la
angajmanı geciktirmesi, yaptırımları kaldırmamasını bekliyordu. Trump ise
Suriye’de Türkiye-İsrail gerilimini Amerikan çıkarlarına uygun görmedi,
tarafları Bakü üzerinden görüşmeye oturttu. Körfez gezisi sırasında da
“Yaptırımlar olduğu sürece Suriye başaramaz” diyen Suudi Veliaht Prens Muhammed
bin Selman ve Erdoğan’ın telkinleriyle yaptırımları kaldıracağını duyurup Ebu
Muhammed el Colani ile görüştü. Böylece Netanyahu’yu bir kez daha şaşırttı.
Trump gezi öncesi Suudilerle stratejik ortaklık anlaşmasını İsrail olmadan
ilerleteceği sinyalini de verdi. Çünkü Suudiler, Abraham Anlaşması için
Gazze’de ateşkes ve Filistin devleti konusunda güvence beklerken Netanyahu buna
yanaşmıyordu. Bunun üzerine Trump ilk bölge turuna İsrail’i dahil etmeyerek
mesafesini koydu. Netanyahu ile arasında oluşan çatlaklar ABD’nin İsrail’e
desteğinde temel bir değişikliği gerektirmese de 4 trilyon dolarlık şovun
planlandığı gibi gitmesine yaradı.
***
Körfez medyası Amerikan şirketleriyle yapılan anlaşmalara
teknoloji transferi açısından çok büyük anlamlar yüklüyor ve Arapların vermek
kadar almayı da öğrendiği övgüsünü diziyor. Fakat anlaşmaların siyasal
çerçevesi farklı bir yere bakmayı gerektiriyor. Eskiden İran’a karşı Amerikan
koruması bağımlılık ilişkisindeki ana denklem olarak görülürdü. Mesela Suudiler
Amerikan yönetimine Orta Doğu’daki sorunlardan kurtulmak için İran’ı kastederek
“Yılanın başının ezilmesi gerekiyor” derdi. Bunu İsrail-Amerikan ikilisi
yapacaksa canlarına minnetti. Yemen savaşına kadar bu böyleydi. 2015 sonrası
Amerikan koruması Yemen’deki Husilere karşı bile işe yaramayınca Suudiler, Irak
ve Çin’in yardımıyla Tahran’la ilişkileri normalleştirme yoluna gitti. İran’la
savaşın Amerikan üslerinin bulunduğu bölge ülkelerini yakacağı öngörüsünden
hareketle çatışma ve istikrarsızlık Vizyon 2030 rüyasının kabusa dönmemesi için
aranan son şey haline geldi. Komşular geçen yıl İran ile İsrail arasında
misilleme saldırıları olurken de Tahran’la diplomatik temasları hızlandırdı.
İran’a “Saldırı planlarında biz yokuz” güvencesi verildi. Gazze’deki soykırım
karşısında takındıkları tutumda görüldüğü üzere İsrail’i kızdırmaktan
kaçındıkları gibi İran’la hesaplaşmada da gümbürtüye gitmek istemiyorlar.
İran’la çatışmanın Tahran’ı hızlıca nükleer silah edinmeye iteceği korkusu da
var. O yüzden eskiden farklı olarak Körfez şeyhleri hem İran’ın nükleer
programlarının sınırlandırılmasını hem de İsrail’in dizginlenmesini bekliyor.
Bunun yanı sıra İran’ı topraklarından kovmuş, Hizbullah’ın ikmal hatlarını
kesmiş yeni Suriye’nin desteklenmesi ve İsrail’le barışık olarak yoluna devam
etmesini teşvik ediyorlar. Gazze’de Hamas’ın yok edilmesi, Lübnan’da
Hizbullah’ın belinin kırılması da işlerine geliyor. Fakat beladan uzak durmak
da istiyorlar. Trump’ı memnun eden görgüsüz bonkörlüğün altındaki motivasyonlar
arasında bunları da aramak gerekiyor. Kadınlar konusunda sicili bozuk olan
Trump’ın Abu Dabi’de Kasr’ul Vatan’da Ayyala dansıyla karşılanması tiksinti uyandırdı.
Fakat İslam öncesi dönemde kadınların erkekleri savaşa teşvik etmek ve
“Cesaretle git, düşmanın kellesini getir” demek için saçlarını sağa sola
savurarak yaptıkları bu dansla verilen mesajın orijinaliyle ilgisi yoktu.
Trump’a “paranı al ve bizi selamette tut” der gibiydiler.
***
Trump, Araplara akıl veren, içişlerine karışan ve savaş
çıkaran müdahaleci neocon ve neoliberal seleflerini yerin dibine sokarak alkış
topladı, yükünü aldı ve muzaffer başkan edasıyla döndü. Şimdi sıra
Netanyahu’da. İsrail medyasına göre çok alkışlandığı Amerikan Kongre’si
üzerinden Trump’ı sıkıştırmak için pusuda bekliyor. Ancak Trump, İsrail’i
İsrailli liderlerden daha çok düşünen lider pozuyla kendini korunaklı bir
alanda tutuyor. Gezi sırasında ateşkes müjdesi vereceği ve Filistin devletini
tanıyacağı yönünde oluşan beklentileri karşılamadı. Molozlar altında sığınak
arayan Filistinlilere acıdığını belirtip Gazze’nin Amerikalılara verilmesini
istedi, zengin züppeler için Riviera düşlerini tekrarladı. İsrail’in
Suriye’deki saldırılarıyla zaten sorunu yok. Aynı şey Lübnan için de
geçerli.Bunun ötesinde Colani’ye verdiği 5 ev ödevinden ikisi doğrudan İsrail’i
temin etmeye dönüktü: “Abraham anlaşmalarına dahil olun” ve “Filistinli
teröristleri sınır dışı edin.” Trump, Colani’yi test sürüşüne çıkarırken
nihayetinde İsrail’le barışmış bir Suriye hedefliyor. Aynı oyun planı Lübnan ve
Libya’da da tekrarlanıyor. Trump’ın özel elçisi Steve Witkoff, 14 Mayıs’ta The
Atlantic’e demecinde “Suriye'de başarılı olacağız; bunu çok çabuk duyacaksınız.
Libya'da başarılı olacağız; bunu çok çabuk duyacaksınız” dedi. NBC News’in
Gazze’den 1 milyon Filistinlinin Libya’ya yerleştirilmesi yönünde bir plan
üzerinde durulduğuna dair haberini de dikkate alarak Amerikan yönetiminin
Libya’ya yaklaşımında üç boyutlu bir tasavvur olduğunu söyleyebiliriz: Libya’da
bölünmüşlüğü bitirip ‘yönetilebilir bir devlete’ kavuşturmak; Trablus’u Abraham
Anlaşmaları’na dahil etmek ve burayı Filistinliler için yeni bir vatana
dönüştürmek. Ham hayal. Ama bu hamleler Trump’ın İsrail’in hizmetinde olduğunu
ve Abraham Anlaşmalarını genişletme ısrarını koruduğunu teyit ediyor. Bu algıya
Kongre’de de ihtiyacı olacak. Trump’ın İsrail’i hesaba katmadığı tespiti geçici
bir değerlendirme. Hedefledikleri yeni Orta Doğu düzeninde İsrail yine
merkezde. Sadece kendi yöntemleriyle hegemonyayı güncellemeye çalışırken
İsrailli liderlerin kendinden daha fazla bencil olmasına tahammül edemiyor.
evrensel