“Vahdet:
Stratejik Değil, İbadi Bir Sorumluluktur.”
İslam
dünyası tarih boyunca farklı coğrafyalarda, dillerde ve kültürlerde varlık
göstermiştir. Bu çeşitlilik, beraberinde farklı anlayışları, mezhepleri ve
günümüzde tarikat/cemaat fraksiyonlarını beraberinde getirmiştir. Ancak bu
farklılıklar, zamanla bir zenginlikten ziyade ayrışma ve çatışma nedeni haline
gelmiştir. Mezhepçilik, ümmet birliğini zedeleyen en temel unsurlardan biri
olmuştur. Günümüzde "İslami vahdet" söylemi, çoğu zaman emperyal
güçlere karşı bir strateji olarak gündeme gelmektedir. Siyasi ve toplumsal
faydalar üzerinden savunulmaktadır. Ne var ki bu bakış açısı, vahdetin daha
derin, daha köklü bir boyutunu göz ardı etmektedir. Vahdet, sadece stratejik
değil, ibadi bir sorumluluktur. Bu makalede vahdetin Kur’an ve Sünnet ışığında
ibadet boyutu ele alınacaktır. Sünni ve Şii geleneklerdeki ortak vurgularla
desteklenerek birliğin dini bir vecibe olduğu ortaya konulacaktır.
Kur’an-ı
Kerim, Müslümanlar arasında birliği sağlamak adına çok sayıda emir
içermektedir. Özellikle şu ayet, vahdetin bir emir ve sorumluluk olduğunun açık
göstergesi niteliğindedir:
"Hep
birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın; ayrılığa düşmeyin..."(Al-i İmran,
3/103)
Bu
ayet üzerine tefsir yazan Fahreddin er-Razi, burada geçen "Allah’ın
ipi" ifadesinin Kur’an, İslam ve Resulullah’ın (saa) sünneti olduğuna
dikkat çekmekte ve ayrılığın sadece dünyevi değil, uhrevi sonuçlar doğuracağını
ifade etmektedir. Benzer şekilde Ehl-i Beyt mektebinin büyük müfessirlerinden
Allame Tabatabai, bu ayetin tefsirinde ümmetin tevhid akidesi etrafında
birleşmesinin, imanın bir tezahürü olduğunu belirtmektedir. Her iki ekolün de
ortaklaştığı bu nokta, vahdetin sadece maslahat değil, bir itaat ve kulluk
görevi olduğu gerçeğidir. Hz. Peygamber’in (saa) sahih hadislerinde ümmetin
parçalanmaması açıkça uyarılmıştır:
"Cemaatten
ayrılan, ateştedir."
Bu
hadis, Sünni hadis kaynaklarında temel referanslardan biri olarak yer
almaktadır. Ümmetin birlikte hareket etmesi, sadece düzenin tesisi için değil,
aynı zamanda Allah’ın rızasına ulaşmak için şart koşulmuştur. Ehl-i Beyt
kaynaklarında da benzer vurgular oldukça fazla yer almaktadır. Hz. İmam Cafer-i
Sadık (as), şöyle buyurmaktadır:
"Mümin,
müminin kardeşidir; müminler tek bir gövde gibidirler; eğer bir tarafı ağrırsa
ağrısını diğer organlar da hisseder. Müminlerin ruhları da bir ruhtandır;
müminin ruhunun Allah’a bağlılığı, güneş ışınlarının güneşe bağlılığından daha
şiddetlidir."
Bu
rivayetler açıkça ortaya koymaktadır ki, hem Sünni hem de Şii rivayet ve yorum
geleneğinde İslam ümmeti arasında birlik ve beraberliğin tesisi, yalnızca
ahlaki veya siyasi bir öneri olarak algılanmamalıdır aksine doğrudan imanın
kemaline ve ibadetin kabulüne temas eden bir sorumluluk alanı olarak
değerlendirilmektedir. Mezhepler üstü bir ilke olarak vahdet, bireysel kulluğun
ötesine geçerek, Allah’a yönelişin kolektif ve sosyal tezahürü niteliği olarak
vurgulanmaktadır. Vahdetin terk edilmesi, yalnızca teorik bir kusur değil,
tarih boyunca ümmete zarar vermiş bir pratik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Endülüs İslam medeniyetinin çöküşü, Moğol istilasında Abbasi hilafetinin
düşmesi ve Osmanlı sonrası İslam dünyasının parçalanması, hep mezhepçi
ayrılıklar ve siyasi bencilliklerin tarihsel gerçekliğini gözler önüne
sermektedir. Yakın dönemde ise İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik iftira ve
baskılar, Filistin meselesi, Suriye üzerinden mezhebi savaşın körüklenme isteği,
İslam dünyasının vahdetten ne kadar uzaklaştığını ve bunun bedelini ne kadar
ağır ödediğini göstermektedir. Ali Şeriati bu konuda şöyle der:
"Mezhepçilik,
İslam'ın düşmanlarının silahıdır. Bizim değil."
Bu
değerlendirme, İslam toplumlarındaki gerçek sorunun mezhebi farklılıklar değil,
bu farklılıkların siyasal ve ideolojik birer kimlik unsuruna dönüştürülerek
çatışma zemini haline getirilmesi olduğunu göstermektedir. Mezhep farklılıkları
ilmi ve kültürel zenginlik olarak değerlendirilmeli, ancak mezhepçilik yani
farklı mezheplerin birbiri üzerinde tahakküm kurma arzusu ümmetin birliğini
tehdit eden bir fitne unsuru olarak tanımlanmalıdır. Bu noktada Edward Said’in
şu uyarısı dikkatleri çekmektedir:
“Bizi
birbirimize düşman edenler, bizi kendilerine mahkum edenlerle iş birliği
içindedir.”
Bu
söz, oryantalist siyasetin İslam içindeki ayrılıkları nasıl araçsallaştırdığını
ve mezhepçiliğin emperyal/siyonist çıkarlar uğruna nasıl körüklendiğini açıkça
ortaya koymaktadır. Namaz kılarken aynı kıbleye yönelmek, aynı Allah’a dua
etmek ve aynı kelime-i tevhidi söylemek bunlar Müslümanları birleştiren temel
ibadetlerdir. Bu birliğin sosyal hayata yansımaması, dinin ruhunu
zedelemektedir. Çünkü dinin sadece bireysel değil, toplumsal sorumluluklar
doğuran yönleri daha kutsaldır. İmam Humeyni (ra), İran İslam Devrimi’nin
ardından sıkça şu cümleyi kullanmıştır:
"Müslümanlar,
mezhepler üstü kardeşlik çatısı altında birleşmelidir. Bu, Allah’ın
emridir."
Vahdet,
sadece siyasi bir zorunluluk veya toplumsal bir ihtiyaç değildir. İmanın ve
kulluğun bir gereğidir. Kur’an’da açıkça emredilen, Hz.Resulullah ve Ehl-i Beyt
tarafından vurgulanan, tarih boyunca ihmali taassup ehli Müslümanların yüzünden
felaketlere yol açan bu ilke, mezhep ve cemaat ayrımı gözetmeden tüm
Müslümanların riayet etmesi gereken ibadi bir sorumluluktur. Mezhep
farklılıkları bir zenginlik olarak görülmelidir. Farklılıklar değil,
düşmanlıklar terk edilmelidir. Müslümanlar arasında birliği sağlamak, sadece
maslahat değil, Allah’ın rızasını kazanmak için bir zorunluluktur. Bu bilinçle
hareket eden bir ümmet, hem bu dünyada izzet sahibi olacak, hem de ahirette
Allah’ın rahmetine mazhar olacaktır.
Hamd, Allah’a mahsustur.
Ali Ekber Karagöz
Kaynakça
1. Fahreddin
er-Razi. Mefatihul Gayb (Tefsiri Kebir).(çeviri Suat Yıldırım & Lütfullah
Cebeci) İstanbul. Akçağ Yayınları.1988.
2. Ebu
Davud. Sünen, Kitabu's-Sünne.
3. Allâme
Tabatabai. el-Mizan fî Tefsiri'l-Kur'an.Kevser Yayıncılık. İstanbul
4. İmam
Ruhullah Humeyni. İslam’da Devlet Velayet-i Fakih.(çeviri Ahmet Hüseyinoğlu)
Ehl-i Beyt Yayınları.2022.
5. Ali
Şeriati. Dine Karşı Din (çeviri Doğan Özlük) İstanbul.Fecr Yayıncılık.2009.