Gazze’ye Bir Kurşun

GİRİŞ: 14.05.2025 18:30      GÜNCELLEME: 14.05.2025 18:30
Rasthaber -  

“Mezhepçilik uğruna kurulan her cümle; Gazze’ye sıkılan bir kurşundur.”

Bu güçlü ve sarsıcı cümle, yalnızca mecazi değil aynı zamanda tarihsel, ahlaki ve stratejik bir kör bakışın gerçeğini özlü biçimde yansıtmaktadır. Zira İslam dünyasının asırlardır süregelen bölünmüşlüğü, bugün mazlum coğrafyalarda akan kanın arka planında sessizce duran en derin sebeplerden biridir. Kur’an’ın açık emirlerine, Allah Resulü ’nün (saa) ve Ehl-i Beyti’nin sünnetine ve sahabe örnekliklerine rağmen Müslümanlar, zamanla mezhepler, hizipler ve ideolojik fraksiyonlar üzerinden birbirine karşı konumlanmış durumdadır. Bu iç ayrışma ümmetin siyasi iradesini felç etmiş, direniş kabiliyetini zaafa uğratmış vaziyettedir. Gazze, bugün sadece siyonist bombaların hedefi değil, aynı zamanda ümmetin ihmalkârlığının, kardeşliğini unutmasının ve Kur’an’ın birlik çağrısına kulak tıkamasının da kurbanı konumunda yer almaktadır.

Kur’an, müminlere açık ve sarsılmaz bir emir vermektedir: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılmayın.” (Âl-i İmrân, 3/103). Bu ayet, sadece teolojik bir çağrı değil, aynı zamanda sosyolojik bir sorumluluk anlamına gelmektedir. Allah’ın ipine sarılmak, yalnızca bireysel takvayı değil, toplumsal birlikteliği de gerektirmektedir. Bu birlik, iman kardeşliği üzerine kurulmalı ve mezhebi farklılıklar bu kardeşliğe zarar vermemelidir. Ne var ki tarihsel süreçte bu farklılıklar bir zenginlikten ziyade bir çatışma zemini olarak görülmektedir. Kur’an’ın açık uyarılarına rağmen Müslümanlar dinlerini parça parça etmişlerdir: “Dinlerini parça parça edenler ve grup grup olanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur.” (En'am, 6/159). Bu ayet, mezhepçiliğin yalnızca bir farklı görüş değil, Kur’an'ın ruhuna aykırı, ümmeti bölen bir sapma olduğunu ortaya koymaktadır. Bugün Gazze gibi İslam beldelerinde yaşanan zulüm, sadece dışardan gelen saldırılarla değil, içerideki bu dağınıklıkla da doğrudan ilişkilidir. Çünkü Kur’an, müminlerin birbirine kardeş olduğunu şu ayet-i kerime ile bildirmektedir: “Müminler ancak kardeştir...” (Hucurat, 49/10). Bu kardeşlik hukuku, herhangi bir etnik, mezhebi ya da siyasi ön yargıya indirgenemeyecek kadar kutsaliyet ve kapsayıcılık noktasında altı kalınca çizilmiş vaziyette önem arz etmektedir. Kardeşliğin zayıfladığı bir ümmet, düşman karşısında direnemez. Bu zaafı gören zalimler, kardeşlik bağları gevşemiş Müslüman toplumlar arasında mezhep ayrımcılığını körükleyerek “böl ve yönet” taktiklerini başarıyla uygulamaktadırlar. (Pişgin, 2014)

Siyonist işgal rejimi, sadece askeri araçlarla değil, ümmetin iç çatışmalarını körükleyen politikalarla da varlığını sürdürmektedir. Filistin meselesinin kimi çevrelerde mezhebi çerçevede değerlendirilmesi, örneğin Gazze direnişinin belli mezheplere nispet edilerek küçümsenmesi, işgalcilerin en çok arzu ettiği sonuçlardan biri olma özelliğini taşımaktadır. Bu durum, direnişi yalnızlaştırmakta ve Filistin’in ümmet nezdinde kolektif bir dava olmaktan uzaklaşmasına neden olmaktadır. Oysa zulüm karşısında sessizlik veya mezhebi kimlik gerekçesiyle direnişe sırt dönmek, Kur’an’a göre apaçık bir yanlıştır: “Zulmedenlere meyletmeyin; yoksa size ateş dokunur.” (Hud, 11/113). Zulme karşı durmak, mezhebi kimlikten değil, iman kardeşliğinden beslenen bir görev şuurudur.( Muhammed B. Tavit Tanci,2011) 

Siyonist rejimin stratejisi açıktır. Müslümanlar arasında mezhebi gerilimleri tırmandırmak, Şii-Sünni çatışmalarını beslemek, direniş bölgelerinde (İran, Lübnan, Suriye, Yemen, Irak,…) mezhep temelli kutuplaşmaları teşvik ederek ümmetin ortak iradesini nihayetinde felç etmek. Bu strateji çoğu zaman başarılı da olmuştur. Filistin davası, Müslümanların kalbinde ortak bir iman davası olmaktan çıkarılmış, çeşitli siyasi kutuplaşmaların ve mezhebi ayrımların arasında parçalanmıştır. Oysa “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostudurlar. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar...” (Tevbe, 9/71) ayeti bize gösteriyor ki, müminlerin birbirine dostluğu yalnızca bir duygusal yakınlık değil, aynı zamanda ahlaki, siyasi ve toplumsal bir sorumluluktur. Kur’an, ümmetin birlik içinde olmasını yalnızca önermez, bunu bir yükümlülük olarak emretmektedir. “Şüphesiz bu ümmet, tek bir ümmettir (tevhid dini, bütün nebilerde tek bir dindir) ve Ben de sizin Rabbinizim. O hâlde Bana kulluk edin.” (Enbiya, 21/92) ayeti, İslam’ın bireysel bir din değil, toplumsal bir inşa projesi olduğuna işaret etmektedir. Tevhid inancı, yalnızca Allah’ın (cc) birliğini kabul değil, aynı zamanda O’nun dinine (İslam’a) bağlı olanların birlik içinde olması gerektiğini de ifade etmektedir. Bu ilahi sistemde mezhepçilik, yalnızca bir fikri eğilim değil özünde bir fitne kaynağı niteliği taşımaktadır. “Fitne, öldürmekten beterdir.” (Bakara, 2/191) buyruğu, bu ayrılığın ne kadar büyük bir tehdit olduğunu açıkça ortaya koymaktadır (Ahmady,2018). Mezhepçilik, Allah’ın rahmetini uzaklaştırır, Müslümanları birbirine düşürür ve neticede işgalcilere hizmet eden bir zemine dönüşür. (Karaman, 2014)

Gazze’de akan kanın durması, yalnızca diplomatik girişimlerle değil ümmetin kendi içinde sahih bir vahdet anlayışını inşa etmesiyle mümkün gözükmektedir. Bu ise ancak Kur’an merkezli, mezhep üstü bir yaklaşım ile sağlanabilir. Mezhebi kimliklerin kutsallaştırıldığı bir dünyada, Kur’an’ın birleştirici mesajı unutulmaktadır. Allah’ın emrettiği kardeşlik yerine hizipçilik esas alınmaktadır. Oysa iman kardeşliği, mezhebi kimliklerden önce gelmelidir. Müminin mümine karşı sorumluluğu, onun mezhebi aidiyetinden bağımsızdır. Bu nedenle, Filistin direnişi de mezhepçi gözlüklerle değil, adalet ve iman perspektifiyle sahiplenilmelidir.(Aygün,2016)

Bugün yapılması gereken, tarihsel ve fikri farklılıkları bir çatışma zemini olarak değil, bir rahmet ve çeşitlilik olarak görmektir. Müslümanlar, esas olanın Kur’an’ın çizdiği tevhid ve vahdet ekseninde birleşmek olduğunu kavramalıdır. Direnişi sadece ideolojik ya da mezhebi gerekçelerle dışlayan anlayışlar, işgalcilere dolaylı destek sağlamaktadır. Oysa vahdet, sadece stratejik değil, aynı zamanda ibadi bir sorumluluktur. Bu sorumluluk, kardeşliğe sahip çıkmakla, Kur’an’ın emirlerine uymakla ve ümmeti yeniden diriltmekle yerine getirilmiş olur. Aksi takdirde her mezhepçi tutum, her ayrıştırıcı söz ve her hizipçi duruş, Gazze’ye atılmış bir kurşun, Kudüs’te yükselen feryada tutulmuş siyah bir perde olacaktır.

Kur’an’ın emrine kulak vermek, ümmeti birleştirmek, zulmü durdurmak ve Filistin’in özgürlüğünü savunmak; hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılmakla mümkündür. Çünkü bu ip koparsa, yalnızca Gazze değil, bütün bir ümmet darmadağın olacaktır.

"Gazze’ye bir kurşun da benden diyorsan, mezhepçiliğe devam et, sakın geri durma!"

Hamd, Allah’a mahsustur.

Ali Ekber Karagöz

 

Kaynakça

1.      Muhammed B. Tavit Tanci , (2011), e-Makalat Mezhep Araştırmaları Dergisi, Cilt 4, Sayı 1, 2011, 403 - 408.

2.      Pişgin, Y. (2014). Vahdet Bilincinin Kur’an’daki Temelleri. EKEV Akademi Dergisi(58), 21-40.

3.      Ahmady, E. (2018). Muhammed İkbal'in Siyaset Felsefesi (Doktora tezi, Necmettin Erbakan Üniversitesi). (28676962)

4.      Karaman, H. (2014). İslam’ın Işığında Günümüz Meseleleri I–II. İstanbul: İz Yayıncılık.

5.      Aygün, A. (2016). Kur’an Perspektifinden Ümmet Kardeşliği. Diyanet İlmi Dergi, 52(2), 11–30. Nisan-Mayıs-Haziran.

6.      Kur’an-ı Kerim. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Not: Ayet referansları metin içinde sure adı ve ayet numarası ile verilmiştir (örneğin, Al-i İmran, 3/103).

YORUMLAR

REKLAM