“Mezhepçilik
uğruna kurulan her cümle; Gazze’ye sıkılan bir kurşundur.”
Bu güçlü ve sarsıcı cümle, yalnızca mecazi değil aynı
zamanda tarihsel, ahlaki ve stratejik bir kör bakışın gerçeğini özlü biçimde
yansıtmaktadır. Zira İslam dünyasının asırlardır süregelen bölünmüşlüğü, bugün
mazlum coğrafyalarda akan kanın arka planında sessizce duran en derin
sebeplerden biridir. Kur’an’ın açık emirlerine, Allah Resulü ’nün (saa) ve
Ehl-i Beyti’nin sünnetine ve sahabe örnekliklerine rağmen Müslümanlar, zamanla
mezhepler, hizipler ve ideolojik fraksiyonlar üzerinden birbirine karşı
konumlanmış durumdadır. Bu iç ayrışma ümmetin siyasi iradesini felç etmiş,
direniş kabiliyetini zaafa uğratmış vaziyettedir. Gazze, bugün sadece siyonist
bombaların hedefi değil, aynı zamanda ümmetin ihmalkârlığının, kardeşliğini
unutmasının ve Kur’an’ın birlik çağrısına kulak tıkamasının da kurbanı
konumunda yer almaktadır.
Kur’an, müminlere açık ve sarsılmaz bir emir
vermektedir: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılmayın.” (Âl-i
İmrân, 3/103). Bu ayet, sadece teolojik bir çağrı değil, aynı zamanda
sosyolojik bir sorumluluk anlamına gelmektedir. Allah’ın ipine sarılmak,
yalnızca bireysel takvayı değil, toplumsal birlikteliği de gerektirmektedir. Bu
birlik, iman kardeşliği üzerine kurulmalı ve mezhebi farklılıklar bu kardeşliğe
zarar vermemelidir. Ne var ki tarihsel süreçte bu farklılıklar bir zenginlikten
ziyade bir çatışma zemini olarak görülmektedir. Kur’an’ın açık uyarılarına
rağmen Müslümanlar dinlerini parça parça etmişlerdir: “Dinlerini parça parça
edenler ve grup grup olanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur.”
(En'am, 6/159). Bu ayet, mezhepçiliğin yalnızca bir farklı görüş değil,
Kur’an'ın ruhuna aykırı, ümmeti bölen bir sapma olduğunu ortaya koymaktadır. Bugün
Gazze gibi İslam beldelerinde yaşanan zulüm, sadece dışardan gelen saldırılarla
değil, içerideki bu dağınıklıkla da doğrudan ilişkilidir. Çünkü Kur’an,
müminlerin birbirine kardeş olduğunu şu ayet-i kerime ile bildirmektedir:
“Müminler ancak kardeştir...” (Hucurat, 49/10). Bu kardeşlik hukuku, herhangi
bir etnik, mezhebi ya da siyasi ön yargıya indirgenemeyecek kadar kutsaliyet ve
kapsayıcılık noktasında altı kalınca çizilmiş vaziyette önem arz etmektedir.
Kardeşliğin zayıfladığı bir ümmet, düşman karşısında direnemez. Bu zaafı gören
zalimler, kardeşlik bağları gevşemiş Müslüman toplumlar arasında mezhep
ayrımcılığını körükleyerek “böl ve yönet” taktiklerini başarıyla uygulamaktadırlar. (Pişgin,
2014)
Siyonist işgal rejimi, sadece askeri araçlarla değil,
ümmetin iç çatışmalarını körükleyen politikalarla da varlığını sürdürmektedir.
Filistin meselesinin kimi çevrelerde mezhebi çerçevede değerlendirilmesi,
örneğin Gazze direnişinin belli mezheplere nispet edilerek küçümsenmesi,
işgalcilerin en çok arzu ettiği sonuçlardan biri olma özelliğini taşımaktadır.
Bu durum, direnişi yalnızlaştırmakta ve Filistin’in ümmet nezdinde kolektif bir
dava olmaktan uzaklaşmasına neden olmaktadır. Oysa zulüm karşısında sessizlik
veya mezhebi kimlik gerekçesiyle direnişe sırt dönmek, Kur’an’a göre apaçık bir
yanlıştır: “Zulmedenlere meyletmeyin; yoksa size ateş dokunur.” (Hud, 11/113).
Zulme karşı durmak, mezhebi kimlikten değil, iman kardeşliğinden beslenen bir
görev şuurudur.( Muhammed B. Tavit Tanci,2011)
Siyonist rejimin stratejisi açıktır. Müslümanlar
arasında mezhebi gerilimleri tırmandırmak, Şii-Sünni çatışmalarını beslemek,
direniş bölgelerinde (İran, Lübnan, Suriye, Yemen, Irak,…) mezhep temelli
kutuplaşmaları teşvik ederek ümmetin ortak iradesini nihayetinde felç etmek. Bu
strateji çoğu zaman başarılı da olmuştur. Filistin davası, Müslümanların
kalbinde ortak bir iman davası olmaktan çıkarılmış, çeşitli siyasi
kutuplaşmaların ve mezhebi ayrımların arasında parçalanmıştır. Oysa “Mümin
erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostudurlar. İyiliği emreder, kötülükten
sakındırırlar...” (Tevbe, 9/71) ayeti bize gösteriyor ki, müminlerin birbirine
dostluğu yalnızca bir duygusal yakınlık değil, aynı zamanda ahlaki, siyasi ve
toplumsal bir sorumluluktur. Kur’an, ümmetin birlik içinde olmasını yalnızca
önermez, bunu bir yükümlülük olarak emretmektedir. “Şüphesiz bu ümmet, tek bir
ümmettir (tevhid dini, bütün nebilerde tek bir dindir) ve Ben de sizin
Rabbinizim. O hâlde Bana kulluk edin.” (Enbiya, 21/92) ayeti, İslam’ın bireysel
bir din değil, toplumsal bir inşa projesi olduğuna işaret etmektedir. Tevhid
inancı, yalnızca Allah’ın (cc) birliğini kabul değil, aynı zamanda O’nun dinine
(İslam’a) bağlı olanların birlik içinde olması gerektiğini de ifade etmektedir.
Bu ilahi sistemde mezhepçilik, yalnızca bir fikri eğilim değil özünde bir fitne
kaynağı niteliği taşımaktadır. “Fitne, öldürmekten beterdir.” (Bakara, 2/191)
buyruğu, bu ayrılığın ne kadar büyük bir tehdit olduğunu açıkça ortaya
koymaktadır (Ahmady,2018). Mezhepçilik, Allah’ın rahmetini
uzaklaştırır, Müslümanları birbirine düşürür ve neticede işgalcilere hizmet
eden bir zemine dönüşür. (Karaman, 2014)
Gazze’de akan kanın durması, yalnızca diplomatik
girişimlerle değil ümmetin kendi içinde sahih bir vahdet anlayışını inşa
etmesiyle mümkün gözükmektedir. Bu ise ancak Kur’an merkezli, mezhep üstü bir
yaklaşım ile sağlanabilir. Mezhebi kimliklerin kutsallaştırıldığı bir dünyada,
Kur’an’ın birleştirici mesajı unutulmaktadır. Allah’ın emrettiği kardeşlik
yerine hizipçilik esas alınmaktadır. Oysa iman kardeşliği, mezhebi kimliklerden
önce gelmelidir. Müminin mümine karşı sorumluluğu, onun mezhebi aidiyetinden bağımsızdır.
Bu nedenle, Filistin direnişi de mezhepçi gözlüklerle değil, adalet ve iman
perspektifiyle sahiplenilmelidir.(Aygün,2016)
Bugün yapılması gereken, tarihsel ve fikri
farklılıkları bir çatışma zemini olarak değil, bir rahmet ve çeşitlilik olarak
görmektir. Müslümanlar, esas olanın Kur’an’ın çizdiği tevhid ve vahdet
ekseninde birleşmek olduğunu kavramalıdır. Direnişi sadece ideolojik ya da
mezhebi gerekçelerle dışlayan anlayışlar, işgalcilere dolaylı destek
sağlamaktadır. Oysa vahdet, sadece stratejik değil, aynı zamanda ibadi bir
sorumluluktur. Bu sorumluluk, kardeşliğe sahip çıkmakla, Kur’an’ın emirlerine
uymakla ve ümmeti yeniden diriltmekle yerine getirilmiş olur. Aksi takdirde her
mezhepçi tutum, her ayrıştırıcı söz ve her hizipçi duruş, Gazze’ye atılmış bir
kurşun, Kudüs’te yükselen feryada tutulmuş siyah bir perde olacaktır.
Kur’an’ın emrine kulak vermek, ümmeti birleştirmek,
zulmü durdurmak ve Filistin’in özgürlüğünü savunmak; hep birlikte Allah’ın
ipine sımsıkı sarılmakla mümkündür. Çünkü bu ip koparsa, yalnızca Gazze değil,
bütün bir ümmet darmadağın olacaktır.
"Gazze’ye bir kurşun
da benden diyorsan, mezhepçiliğe devam et, sakın geri durma!"
Hamd, Allah’a mahsustur.
Ali Ekber Karagöz
1.
Muhammed B. Tavit
Tanci , (2011), e-Makalat Mezhep Araştırmaları
Dergisi, Cilt 4, Sayı 1, 2011, 403 - 408.
2.
Pişgin, Y. (2014).
Vahdet Bilincinin Kur’an’daki Temelleri. EKEV
Akademi Dergisi(58), 21-40.
3.
Ahmady, E. (2018).
Muhammed İkbal'in Siyaset Felsefesi (Doktora tezi, Necmettin Erbakan
Üniversitesi). (28676962)
4.
Karaman, H.
(2014). İslam’ın Işığında Günümüz Meseleleri I–II. İstanbul: İz
Yayıncılık.
5.
Aygün,
A. (2016). Kur’an Perspektifinden Ümmet
Kardeşliği. Diyanet İlmi Dergi, 52(2), 11–30. Nisan-Mayıs-Haziran.
6. Kur’an-ı Kerim. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. Not: Ayet referansları metin içinde sure adı ve ayet numarası ile verilmiştir (örneğin, Al-i İmran, 3/103).