Her Müzakere Turunda 2 Yaptırım Paketi Uygulanıyorsa Peki O Zaman Müzakereler Niye?

GİRİŞ: 26.05.2025 01:48      GÜNCELLEME: 26.05.2025 01:48

Rasthaber -  Yeni müzakere turunun başlamasının üzerinden 40 gün geçmesine rağmen, iyi niyete dair hiçbir işaret olmadığı gibi, ABD, en az dokuz yeni yaptırım paketi getirerek, diyaloğu anlaşmazlıkları çözmenin bir aracı olarak değil, düşmanlıkları tırmandırmanın bir kılıfı olarak kullandığını fiilen ortaya koymuştur. Kamuoyunun nezdindeki temel soru şudur: İyi niyet göstermek yerine tehdit ve yaptırımlar savuran bir tarafla böylesi bir müzakereyi sürdürmenin gerekçesi nedir?


İran ile ABD arasında dolaylı müzakerelerin yeni turunun başladığı 12 Nisan 2025 Cumartesi gününden bu yana, ABD, sadece 40 günlük bir süre içinde İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı en az dokuz yeni ve hedefli yaptırım uyguladı. Bu yaptırımlar hata veya dikkatsizlikten değil, hassasiyetle, planlamayla, kesin ekonomik ve politik hedeflerle İran ekonomisinin hayati darboğazlarını sıkacak şekilde tasarlanan yaptırımlardı. Sadece bu gerçeği bir ölçüt olarak ele aldığımızda sonuç basit ve açıktır ve o da şudur: Her müzakere turunda yaptırımların kaldırılması söz konusu olmadığı gibi, İran milletine her turda yaklaşık iki yeni yaptırım paketi uygulanmıştır ve bu sadece ABD yaptırımlarına ilişkin resmi istatistiklerdir. Bu konuların yanı sıra Fransa, Almanya ve İngiltere gibi Avrupa ülkeleri tarafından da sahte gerekçelerle ve Washington ile tam koordinasyon halinde koordineli ve bazen daha sert eylemlerde bulunulmuştur.

Diplomasinin Unutulan İlkesi; Karşılıklı İyi Niyet

Uluslararası ilişkiler tarihi boyunca, özellikle modern diplomasi çağında, uluslararası etkileşimlerde o olmadan her türlü müzakerenin anlamsız ve sonuçsuz kalacağı temel bir esas vardır ve o da karşılıklı iyi niyet ilkesidir. Diplomasi, ancak taraflar iletişimlerinde asgari düzeyde güven oluşturma ve dürüstlük göstermeleri halinde anlam ve işlev kazanır. Aksi takdirde yaşananlar sorunların çözüm süreci değil, bir tür psikolojik savaş, stratejik erozyon ve siyasal aldatmacadır. Münih Anlaşması'nda Nazi Almanyası'na tanınan tüm tavizlere rağmen, İngiliz Başbakanı Neville Chamberlain'in Hitler'in hırslarıyla mücadelesi ve Hitler'in saldırgan ve düşmanca yaklaşımına son vermeyi başaramaması da dahil olmak üzere çok sayıda tarihi deneyim, Winston Churchill'in Nazi Almanyası ve Hitler'e ilişkin gerçekçi bakış açısıyla karşılaştırıldığında, baştan aldatmaya niyetli bir tarafla müzakere etmenin sadece sonuçsuz değil, aynı zamanda tehlikeli ve maliyetli olduğunu açıkça ortaya çıkmıştır.

Artık sadece geçmişin bir anlatısı değil, bugün ve gelecek için canlı bir ders niteliği taşıyan bu tarihi deneyim, üstünlük ve hegemonya peşinde koşan bir düşmana taviz vermenin onu durdurmadığı gibi, onun saldırganlık ve zorbalık iştahını da artırdığını açıkça göstermiştir. Bugün kurnaz bir düşman karşısında saflığın klasik bir örneği olarak hatırlanan Chamberlain'in yatıştırma politikası, eğer Churchill bu yanlış adımı ileride düzeltmeseydi, kesinlikle İngiltere'nin Nazi Almanyası karşısında yıkımına mal olabilecek türden bariz bir tehlikeydi.
Burada dikkat çeken husus, Chamberlain'in de tıpkı bazı yerli Batı yanlısı kesimlerin, barış yanlısı jestler ve gösterişli sözlerle gerçeklere gözlerini kapatmaları ve bu gülümsemenin ardında kaç tane yıkıcı plan gizlidir diye hiç sorgulamadan düşmanın gülümsemesine aldanmaları gibi barış sloganıyla sahaya çıkmasıdır ve Bugün Batı ile müzakereden bahseden ve anlaşmayı bir mucize olarak görenler, ne tarih okumuş, ne kendi milletlerinin yaşadıklarını görmüş, ne de “imtiyazlara karşı aldatma” politikasının getirdiği felaketlerden ders çıkarmış görünüyorlar.

Bu gerçek, Amerikalı liderlerin, özellikle Steve Witkoff’un Breitbart News'e verdiği röportajda, nükleer meselenin ardından İran'a insan hakları ve bu ülkenin bölgesel politikası gibi diğer konularda baskı yapmaya devam edeceğinden açıkça bahsettiği bir zamanda ortaya çıkmaktadır. Çünkü Batı'nın bakış açısına göre güç mantığı dürüstlüğe ve karşılıklı saygıya değil, aldatmaya, baskıya ve en nihayetinde taleplerin dayatılmasına dayanmaktadır. Batı'nın taahhütlerine bağlı kaldığına dair örnek olarak hangi anlaşma gösterilebilir? Nükleer Anlaşmadan diğer bağımsız ülkelerle yapılan yarı bağlayıcı anlaşmalara kadar hepsi gösteriyor ki, karşı taraf iyi niyet gösterdiğinde ve ilkelerinden geri adım atıldığında, onun zayıf noktası düşman nüfuzunun yeri haline gelmiştir. Zaten Amerikalılar da Nükleer Anlaşmadan sonra açıkça “azami baskı” başlattıklarını söylemediler mi?!

Bu yolda devam etmek, özellikle de düşmanın açıkça “anlaşmanın ölümü”, “askeri seçenek” ve “İran'ı kontrol altına almak için ittifak” tan bahsettiği bir durumda Chamberlain'in deneyimini tekrarlamak anlamına geliyor. Mücadelenin tek yolu, direniş, ulusal gücün güçlendirilmesi, geçiş sürecindeki dünyayla, yükselen aktörler ve süper güçlerle bağlantıların güçlendirilmesi ve içsel kapasitelerin harekete geçirilmesidir. Bu yol, sadece tarihin sınavından zaferle çıkmakla kalmamış, aynı zamanda İran milletinin direnişi boyunca birçok kez meyvelerini vermiştir ve elbette, yıllardır gerçeklere gözlerini kapamış, gerçeklerin çığlıklarına kulaklarını tıkamış olan içerideki Batı yanlısı hareketin, Nükleer Anlaşmadan Ukrayna'ya kadar tarihi ihanet, sözünde durmama ve savaş çığırtkanlığıyla dolu olanlarla hâlâ müzakere masasına oturmayı arzulaması da şaşırtıcı değildir. Ancak İran milleti, içerideki Chamberlain’lerden farklı olarak bu kez Avrupa'nın 1930'larda tattığı deneyimden daha acı bir deneyimle onlardan ayrılacaktır.

İyi Niyet Yoksa Müzakerelerin Sürdürülmesinin Gerekçesi Nedir?

Şimdi herkesin önünde şu temel soru var: ABD tarafı, içeridekilerin müzakerelerin sonuçlanmasını umutla beklemesini sağlayacak ne gibi bir iyi niyet göstergesi sergiledi? Sahi, önceki beş tur müzakerelerde toplam dokuz yeni yaptırım paketi getirilmedi ve yaptırımların kaldırılması yönünde tek bir somut adım atılmadı mı?

İran'ın barışçıl nükleer sanayiine karşı terör ve casusluk operasyonları yürüttüğünü itiraf eden, İran’ın tesislerine sabotaj operasyonları düzenleyen, İran’ı askeri olarak tehdit etmek için her fırsatı kullanan ve terörist kolu Siyonist rejimle tam koordinasyon içinde İran'ın ulusal güvenliğini hedef alan bir hükümetin, şimdi aniden rotasını değiştirip kalıcı ve saygılı bir anlaşmaya hazır olduğunu düşünmek saflık değil midir?

Bu ülke, hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi başkanlar dönemlerinde İran milletine karşı çeşitli düşmanca eylemlerde bulunmaktan çekinmeyen bir ülkedir ve aldatma ve sahtekarlık geçmişi ise İslam İnkılabı’ndan ve petrol endüstrisinin millileştirilmesi ile Muhammed Musaddık hükümetinden bile önceye dayanan bir ülkedir.
Esasında ABD, son kırk yıldır tekrarlanan iyi niyete nasıl karşılık verdi ve İran'ın hangi diplomatik anlaşmalarına ve iyi niyetine olumlu yanıt verdi ki, şimdi aniden rotasını değiştirsin?

Bu, Trump gibi tuhaf ve tamahkar bir kişinin dışında, Zarif ve Ruhani gibi kişilerin (12. yönetim sırasında) konuşmalarında kabul ettikleri gibi, onunla müzakere etmenin hiçbir değeri olmayacağı gerçeğini gösteriyor.

Şu an maalesef, bir zamanlar Beyaz Saray'ın kanlı ve acımasız yüzünü “gülümseme edebiyatı” ve “tek taraflı güven inşası” ile aklamaya çalışan aynı iddialı hareket, şimdi bir kez daha yanılsama bayrağını dalgalandırmış, geçmişin pahalı deneyimlerinden ders çıkarmak yerine aynı başarısız yolu yeniden canlandırmaya çalışmaktadır. ABD'nin Nükleer Anlaşmadan resmen çekilmesinin, uluslararası gözlemcilere göre İran'ın taahhütlerine tam olarak uyduğu bir dönemde gerçekleştiğini gerçekten unuttular mı?
İkincil yaptırımların, mal varlıklarına el konulmasının, petrol tankerlerine yönelik tehditlerin, ambargoların ve hatta İran halkına aşı transferinin engellenmesinin acı hatıraları bu insanların zihninden bu kadar çabuk mu silindi de bugün Amerikalı yetkililerin birkaç muğlak açıklamasını kanıt göstererek altın fırsattan ve müzakerelerin yeniden canlandırılmasından bahsediyorlar? ABD eğer uzlaşı ve yapıcı bir anlaşma arayışındaysa, İran'ın askeri, siyasi ve ekonomik yetkililerine yaptırım uygulayarak neden müzakere ilkesiyle adeta alay etti?

Batılılar ve Şaşırtıcı İlgisisizlik; Açık Düşmanlık

Diplomasi sahasında oynamak, diğer tüm sahalardan daha fazla zekâ, sürekli gözlem ve hassas hesaplama gerektirir. Bu safça düşünülecek bir alan değildir. Ancak, Washington aynı anda müzakere masasına oturup yeni yaptırımlar, askeri tehditler ve İran'ın tarihi ve medeniyet kimliğini çarpıtma (örneğin “Fars Körfezi” adını kaldırmaya yönelik yeni bir girişim) ile meşgulken, bir grup yerli Batılı hâlâ bu gerçeklere olabilecek en şaşırtıcı şekilde gözlerini kapatıyor ve Trump veya onun savaş çığırtkanı danışmanlarıyla “tarihi müzakere fırsatına” sahip olmaktan memnunlar!

Uluslararası ilişkilerdeki güç denklemlerini doğru dürüst kavrayamayan bu kişiler, ülkeyi bir kez daha bitmek bilmeyen bir gecikme ve bekleyişin içine soktular. Sanki içerideki kapasiteleri geri planda tutarak ve Nükleer Anlaşmanın boş vaatlerine kulak vererek bu insanlara ne kadar zarar verdiklerini unutmuş gibiler.

Diplomatik Mücadelenin Ön Saflarında Yer Almak; 14. Hükümetin Batı Baskısına Karşı Sınavı ve Yerli Batılılar

İran İslam Cumhuriyeti ile ABD temsilcileri arasında yeni bir nükleer müzakere turu sürerken, Dışişleri Bakanı Seyyid Abbas Irakçi başkanlığındaki İran’ın müzakere heyetinin performansı, diplomasinin karmaşık arenasında eşsiz bir incelik ve derin bir anlayış ortaya koymaktadır. Batı medyası ve Siyonist çevrelere bağlı düşünce kuruluşlarının defalarca ima ettiği gibi, İran ekibi bugüne kadar akıllıca hareket etmiş, ABD tarafının ve temsilcisi Witkoff'un psikolojik oyunlarına ve medya operasyonlarına hiçbir şekilde kanmamıştır.

Ancak burada en endişe verici olan, Beyaz Saray'ın düşmanca ve öngörülebilir tutumları değil, müzakere ekibine ilkeli tutumlarından sapmaları ve her ne pahasına olursa olsun anlaşma mantığıyla İran İslam Cumhuriyeti'nin ulusal çıkarlarından çok Amerika'nın gayrimeşru ve mantıksız taleplerini tercih eden bir anlaşmayı kabul etmeleri yönünde baskı uygulayan, giderek yaygınlaşan Batı yanlısı iç akımdır.

Bu hareket, sözlerini tutmayan Amerikalı politikacıların çehrelerini temizleyerek ve müzakere uğruna müzakerenin yanlış mantığını abartarak, kamuoyunu, Washington'un aşırılıklarına karşı herhangi bir direnişi “diplomasinin kapanması”, kırmızı çizgilerden herhangi bir geri çekilmeyi ise “siyasi akılcılık” kisvesi altında şekillendirilmeye çalışılıyor.

Ancak Nükleer Anlaşmanın tarihsel deneyimi açıkça göstermiştir ki, barışçıl nükleer teknoloji alanında İran milletinin ilkeli duruşlarından ve tartışılmaz haklarından geri adım attığımızda, baskıları, tehditleri artırmaktan ve ulusal çıkarların yitirilmesinden başka bir sonuç elde etmemişizdir.
Seyyid Abbas Irakçi ve müzakere heyetindeki arkadaşları, Batı yanlısı hareketin istek ve tahriklerinin aksine, uranyum zenginleştirmenin sadece teknik bir konu değil, aynı zamanda bağımsızlığın, milli gücün sembolü ve ülkenin sürdürülebilir güvenliğinin bir garantisi olduğunu doğru bir şekilde kavramışlardır. Defalarca dile getirildiği gibi zenginleşme, İran'ın kırmızı çizgisidir ve bu çizgiyi aşmak, ülkenin bağımsızlığının, gücünün ve güvenliğinin temeline saldırmak anlamına gelecektir. Dolayısıyla Irakçi, bu temel ilke temelinde müzakerelerde doğru bir şekilde ilerlemiş ve bu milli kazanımı etkisiz kılmaya yönelik her türlü girişime karşı kararlı bir duruş sergilemiştir.

Son dönemdeki müzakereler karmaşık bir yapıda olmasına ve karşı tarafın medya baskısı ve propaganda kuşatmasına dayanarak irade savaşını kazanmaya çalışmasına rağmen, bu denklemi İran lehine değiştiren şey, müzakere ekibinin gücü ve Washington'un gizli hedeflerini çok iyi anlamaları olmuştur. Aslında İran ekibi, geçici duygulardan kaçınarak ve ülkenin uzun vadeli çıkarlarına güvenerek, hem Amerikan tarafına hem de içerideki nüfuzilere karşı koyabilecek akılcı ama onurlu bir yol izleyebilmiştir.

Bu arada 14. Hükümet henüz yolun başındadır ve ilk önemli sınavlarından biri de bu stratejik meseleyle nasıl başa çıkacağı olacaktır. Hiç kuşkusuz, müzakerelerin başarısı aceleyle ve zayıf bir anlaşmanın imzalanmasıyla değil, kırmızı çizgilerin ve ulusal çıkarların korunmasıyla ölçülür. Yeni hükümet, kamuoyu nezdinde konumunu sağlamlaştırmak ve İran milletinin tarihi hafızasında parlak bir kayıt oluşturmak istiyorsa, müzakere heyetine tam destek vermeli, içerideki Batılıların saf veya bilinçli düşüncelerine ağırlık vermemeli ve ulusal çıkarları diplomatik jestler ve boş gülümsemeler uğruna feda etmeyeceğini göstermelidir.

Irakçi ve arkadaşları bugün yumuşak savaşın ve diplomasinin ön saflarında yer alıyorlar. Ama onları desteklemek sadece hükümetin değil, ülkenin tüm yönetim ve medya kuruluşlarının sorumluluğundadır. Ulusal medyadan kültür ve bilim kuruluşlarına kadar herkes bilmelidir ki, müzakere ekibinin güçlendirilmesi, İran İslam Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ve onurunu korumak anlamına gelmektedir ve bu alanda herhangi bir belirsizlik, düşmanın değirmenine su taşımak anlamına gelecektir.

İran milleti direnişin kadrini kıymetini bildiğini göstermiştir. Tarihte kalacak olan, istikrarsız bir anlaşmanın imzalanması değil, bu milletin binlerce şehidinin kanlarının meyvesi olan bir hak uğruna direniştir. Bugün bu direnişe taş atanlar, tarihin onları yargılayacağını bilmelidirler. Bu yargı hem acımasız, hem de kesin bir yargı olacaktır.
Müzakere Ehli Olan İran’dır Amerika Değil
İran İslam Cumhuriyeti diyalog ve diplomasiden yana olduğunu defalarca ortaya koymuştur. Bazı medya imalarının aksine Tahran hiçbir zaman müzakereleri reddetmemiş, aksine diplomasi alanına her zaman akılcılık, ulusal çıkarlar ve açık gözlerle girmiştir.

Diplomasiyi alaya alan, müzakereyi psikolojik savaş aracı olarak gören, müzakere masasında gülümserken bir yandan da Hazine Bakanlığı'nda yeni yaptırım listesi hazırlayan Amerika'dır.

Kayhan Gazetesi defalarca uyarmıştı, şimdi bir kez daha bunu tekrarlıyor: Ülke, geleceği belirsiz, hatta başarısızlık belirtileriyle dolu müzakerelerle oyalanmamalıdır. Bu aşındırma süreci insanlara zaman kaybı dışında psikolojik ya da ekonomik bir maliyet getirmemektedir. Bugün haklı olarak şu soru gündeme gelmektedir: Saygıdeğer hükümet, ülkeyi yönetmek için müzakerelerin sonucuna bağlı kalmaksızın, açık bir icraat programı hazırlayıp halkın bilgisine sunacak mıdır?

Rutinlerden kopup, yerel kapasitelere dayanan yerli yolları güçlendirmeliyiz. Eğer müzakere bir araçsa amaç haline gelmemelidir. Dış politika, ulusal çıkarları güvence altına almanın bir aracıdır.
Sonuç olarak, açık ve tefsiri olmayan bir uyarıyı da hatırlatmak gerekir: ABD veya Siyonist rejimin her türlü akılsızca senaryosu, İran'ın güvenliğini tehdit eden her türlü maceracı eylemi, şüphesiz ki faillerine cehennemin kapılarını açacaktır.

İran, caydırıcılık kabiliyeti yüksek, eşsiz bir bölgesel güce ve tarihi direnişten kaynaklanan halk desteğine sahip bir ülkedir. Bu millet ne yaptırımlarla ne tehditlerle ne de çarpıtmalarla geri çekilecek, ne de sahte gülümsemelere aldanacaktır.

Bu yazının sonunda inkılap tarihi boyunca defalarca tekrarlanan ve bugün her zamankinden daha fazla geçerlilik taşıyan aynı stratejik ifadeyi tekrarlıyoruz: Eğer bir doğru hareket edersek Amerika hiçbir halt edemez
Diplomasi, evet; Teslim olmak, asla.

Keyhan Gazetesinden tercüme edilmiştir

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM