Türkiye ile Suriye arasındaki olası bir normalleşmenin Doğu
Akdeniz’e büyük yansımaları olması bekleniyor. Uzmanlar, Suriye’deki savaşın
her şeyden önce bir deniz jeopolitiği konusu olduğunu vurguluyor. Denize
açılacak bir sözde Kürdistan için Suriye bölünmeye çalışılırken, Türkiye ve
Suriye bu hayali Akdeniz’in sularına gömüyor. Peki iki ülkenin ilişkilerini
geliştirmesi, Akdeniz’de başka ne gibi kazançlar sunabilir?
SURİYE KKTC İLİŞKİLERİ YENİDEN KURULUR
Suriye’de savaşın başladığı 2011 yılı öncesinde KKTC ile
Suriye yönetimi arasında yakın bir temas vardı. Suriye’den yetkililer sık sık
Ada’ya gidiyor, iki ülke arasındaki işbirliği konularını görüşüyorlardı. Hatta
bu dönemde Gazimağusa ile Lazkiye arasında 30 yıl sonra feribot seferleri
başlamış, iki ülke arasında ekonomi, turizm, sanayi ve kültürel ilişkiler
canlanmaya başlamıştı. Dönemin KKTC Dışişleri Bakanı ayda bir Şam’a gidiyor, bu
vesileyle Kıbrıs Türklerine uygulanan acımaz izolasyon, dost Suriye ile
aşılmaya çalışılıyordu. Suriye, yalnızca Suriye ile de sınırlı değildi. KKTC,
Suriye üzerinden Körfez ülkelerine açılmayı hedefliyor, bu vesileyle Katar,
Kuveyt, Umman gibi ülkelerle de temsilcilik açma görüşmeleri yapılıyordu.
Ancak tüm bu olumlu iklim, Suriye’de savaşın başlaması ve
Ankara’nın “6 hafta içinde Esad düşecek” politikasıyla sona erdi.
Şimdi Ankara ile Şam arasında yaşanacak yeni bir normalleşme
süreci, beraberinde mutlaka Suriye ve KKTC diyaloğuna da getirecektir.
DENİZ YETKİ ALANLARININ SINIRLANDIRILMASI
KKTC, Doğu Akdeniz’de Suriye’nin denizden komşusu. İki ülke
arasında yapılacak bir deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması, KKTC kadar
Suriye’ye de ek deniz alanları kazandırabilir. Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı,
2009 tarihli “Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanlarının paylaşılması sorunu ve
Türkiye” başlıklı makalesinde, Suriye ve Lübnan’ın ve İsrail’in KKTC yerine
GKRY ile anlaşma yapmasından dolayı yaşayacağı kayıpları şöyle anlatıyor:
“GKRY’nin Suriye, Lübnan ve İsrail ile sınırlandırma
antlaşması imzalarken ilgili kıyı olarak alındığı anlaşılan Baf ile Zafer Burnu
arasındaki toplam uzunluk 168,905 deniz mili iken Suriye, Lübnan ve İsrail’in
kıyılarının uzunluğu 316,907 deniz miline tekabül etmektedir. Bu durum da kıyı
uzunlukları oranı 1,87 olmaktadır ki, bunun anlamı Suriye, Lübnan ve İsrail’in
hakça bir paylaşım çerçevesinde yapılacak bir anlaşma ile GKRY’nin 1,87 katı
deniz yetki alanına sahip olmaları gerekmektedir.
"Ancak, GKRY yaptığı antlaşmalarla neredeyse eşit deniz
yetki alanına sahip olmuş ve bir anlamda bahse konu kıyıdaşların deniz yetki
alanını da sahiplenmiştir. Bu ülkelerin kıyı uzunlukları nispetinde ve hakça
paylaşım ilkesi doğrultusunda GKRY yerine KKTC ile sınırlandırma antlaşmaları
yapmaları durumunda, GKRY ile yaptıkları antlaşmadan elde ettikleri deniz
alanından çok daha fazla deniz alanına sahip olmaları mümkündür.
KKTC’nin, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail ve Mısır ile deniz yetki alanları sınırlandırmasına esas olan karşılıklı kıyıları bulunduğu görülmektedir. Bu durumda KKTC’nin, GKRY’nin ilan ettiği 3 ve 13 numaraları parsellerin tümünde, 2, 9 ve 12 numaralı parsellerin ise bir kısmında doğrudan haklarının mevcut olduğunu ifade etmek mümkündür.”
YUNAN BASINI: SURİYE ‘SAHTE DEVLETİ’ TANIYABİLİR
Aslında KKTC’yi kim tanır sorusunun yanıtını, Yunan basını
Türk basınından çok daha iyi veriyor. Geçen aylarda Pentapostagma gazetesinde
çıkan bir haberde Suriye, KKTC’yi tanıyabilecek öncelikli ülkeler arasında
sayılıyordu. Üstelik bu haber, Ankara ile Şam arasında hiçbir temasın olmadığı
dönemde yapılmıştı.
KKTC’den “sahte devlet” olarak bahsedilen haberde, şu
ifadeler yer alıyordu:
“Sözde devleti tanıyabilecek ülkeler arasında, Cumhurbaşkanı
Erdoğan'ın birçok konuda işbirliği yaptığı Macaristan ile Münhasır Ekonomik
Bölgesi (MEB)’ni sözde devlet ile sınırlandırarak Kıbrıs’ın hidrokarbon
rezervlerinden bir parça pay alabilecek Suriye de var. Elbette Suriye
dediğimizde aynı zamanda Rusya'yı da kastediyoruz. Bu şekilde Rusya ve Türkiye,
Kıbrıs'ın (GKRY) rezervleri üzerindeki egemenliğine meydan okuyarak Batılı
şirketlerin önüne takoz koyacaktır. Bu, AB için çok hayati olan doğal gaz
yataklarının işletilebilirliğini karmaşıklaştıran ve geciktiren bir müdahale
olacaktır.
"Ayrıca Türkiye, Türk Devletleri Teşkilatı ile İslam
İşbirliği Teşkilatı üyelerini de sözde devleti tanımaya çağırdı. Bu nedenle bu
ülkelerden de gelişmeler bekliyoruz. Azerbaycan ve Pakistan en tehlikeli
ülkelerin başında geliyor. Tatsız bir sürpriz ise şu anda Lübnan'ın sahte
devleti tanıması olacaktır. Doğu Akdeniz'deki her şeyi havaya uçuracak en büyük
sürpriz ise Büyük Britanya’dır. Britanya’nın AB'den çıkışı, dünya çapında
jeopolitik gücünü yeniden kazanma girişimi ve Türkiye ile ticari-ekonomik ve
silah sektöründeki çok iyi ilişkileri nedeniyle bu ihtimali de ekledik. Ancak
şu anda bunun gerçekleşme ihtimali sıfırdır.”
ADA’NIN ELEKTRİĞİ SURİYE’DEN
Diğer yandan Suriye ve KKTC arasındaki bölgede büyük
hidrokarbon rezervlerinin olduğu görülüyor. 8 Nisan 2010 tarihinde ABD Jeolojik
Araştırmalar Merkezi tarafından yayınlanan bir rapora göre, Kıbrıs, Suriye,
Lübnan ve İsrail arasında kalan Levant Havzası’nda, 3,45 trilyon metreküp doğal
gaz ve 1,7 milyar varil petrol bulunuyor. Bu zenginlikten faydalanabilmek için
atak yapan Lübnan, Suriye ile deniz yan sınırını çizmek için görüşüyor.
Aslında Suriye yönetimi de 2011 öncesinde bu konuda oldukça
ataktı. Çıkardığı bir kanun ile kendi deniz yetki alanı sınırlarını ilan etmiş,
buradaki doğal gazın Türkiye ile ortak çıkarılmasını ve sınırın sıfır
noktasında ortak bir tesis kurularak üretilecek elektriğin ve doğal gazın
Suriye ile Gaziantep ve Çukurova bölgesindeki sanayinin ihtiyaçlarında
kullanılmasını önermişti. Şimdilerde ilişkilerin yeniden tesisi, Somali’de dahi
doğal gaz aramaya giden Türk enerji filosuna yeni işler çıkarabilir. Üstelik
KKTC de bu sürece dahil edilerek, Rumlara bağımlı olduğumuz elektrik konusuna
kalıcı bir çözüm üretilebilir.
RUS DONANMASI KKTC LİMANLARINA GELEBİLİR
Diğer yandan Rusya’nın da KKTC’de yüksek çıkarları olduğu
görülüyor. Hatırlanacağı üzere ABD, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ne (GKRY)
uyguladığı 33 yıllık silah ambargosunu 1 Eylül 2020 tarihinde 'kısmi' olarak
kaldırmıştı. ABD Dışişleri tarafından her yıl yeniden değerlendirilen bu karar,
Rumlar tarafından iki şart sağlanırsa uzatılıyor:
• Rus gemilerinin Güney Kıbrıs limanlarına sokulmaması
• Kara parayla mücadelenin raporlanması
Rumlar da Moskova’yı arkadan bıçaklayarak limanlarını Rus
gemilerine kapatmış durumda. Ancak Rum Yönetimi'nin bu düşmanca tavrı, KKTC'nin
önemli bir alternatif olarak ortaya çıkmasını sağladı. Turizmden spora kadar
pek çok alanda yeni işbirliği imkanları doğarken, limanların Ruslara
açılmasının da stratejik bir etki yaratacağı değerlendiriliyor.
Üstelik Rus gemilerinin KKTC limanlarını kullanabilmesinin
meşru bir zemini de var. KKTC’nin en kıdemli denizcilerinden Enver Yetkili, bu
durumu şöyle anlatıyor:
“Bizim limanlarımız uluslararası olarak açıktır. Bu konuda
hiçbir sıkıntımız yoktur. Avrupa Birliği'nin 2008 yılında aldığı bir karar var:
Olli Rehn kararı. Dönemin Genişlemeden Sorumlu AB Komiseri. Rumların bir
müracaatı üzerine Avrupa Birliği adına 2008'de açıklama yapmıştı. Biz o dönem
Suriye'ye deniz otobüsüyle yolcu götürüp getirmeye başlamıştık. Harpten
önceydi. Rumlar, 'AB buna engel olmalı.' dediler.
AB de konuyu inceledi ve dedi ki; 'Sizin Kuzey'de bir
denetim, yönetim gücünüz yok. Oradaki bütün işleri yapan Kuzey'deki yönetimdir.
Dolayısıyla oradaki bir limanın açık ya da kapalı olmasını tayin edecek olan da
Kuzey'deki yönetimdir.' Bu nedenle KKTC limanlarının tümü, Girne, Mağusa ve
Gemikonağı, genel trafiğe, uluslararası trafiğe açıktır. Bu konuda Olli Rehn'in
çok net ifadeleri vardır.”
KKTC limanlarının sivil ve askeri gemilerin yanaşması için
gerekli altyapı imkanlarına da sahip olduğunu bildiren Yetkili, “Altyapı
imkanlarımız vardır. Su ve yakıt temin edilebilir. Türk savaş gemileri zaten
buraları kullanıyorlar. Limanlarımız herkese açıktır.” diye konuştu.
İşte KKTC’nin limanlarını açması, Rum limanlarından
dışlanarak ciddi bir lojistik sıkıntı içine giren Rus Donanması için altın bir
imkân yaratabilir. Doğu Akdeniz’deki Rus varlığı ise her şeyden önce ABD’yi
baskılayacak, Suriye ve Lübnan’a yönelik saldırıları durduracak, böylece
Türkiye’nin de güvenliğine katkı sunacaktır/aydınlık