Carnegie Enstitüsü’nün
“Nicole Grajewski” tarafından kaleme alınan bir makalesinde şu ifadeler yer
aldı:
İran, 1 Ekim'de son
altı ay içinde İsrail'e yönelik ikinci doğrudan saldırısını başlattı. “Gerçek
Vaad-2” olarak adlandırılan bu
operasyon, İran İslam Cumhuriyeti Devrim Muhafızları'nın üst düzey
komutanlarının yanı sıra İran'ın vekalet güçleri olan müttefiklerinin üst düzey
yetkililerinin İsrail tarafından öldürülmesinin ardından gerçekleştirildi.
Bu saldırı aslında
İran'ın İsrail ile çatışmada caydırıcılığını yeniden sağlamaya yönelik bir
başka girişimidir ve gölge savaşından açık bir çatışmaya dönüşmüştür. İran
şiddetli intikam alma isteğini ve kapasitesini göstererek, İsrail'i, İran'ın
çıkarlarına yönelik herhangi bir saldırının olması halinde bunun bedelinin ne olacağını
yeniden düşünmeye zorlamayı amaçlamaktadır.
Yeni denklem
Geçtiğimiz yıllarda
İran'ın İsrail'e yönelik tehdidi iki ana temele dayanıyordu ve bunlar: Geniş
füze ve insansız hava aracı cephaneliği ve başta Lübnan Hizbullah Hareketi
olmak üzere vekil güçlerinin yeteneğiydi. İran'ın ileri savunma doktrini olarak
bilinen bu strateji, güç göstermeyi ve doğrudan çatışma olmadan sınırları
dışındaki düşmanları caydırmayı amaçlıyor.
Bir zamanlar
İran'ın bölgedeki nüfuzunun temel taşı olan bu strateji, vekil güçlerin
aşınması ve Nisan saldırılarının İsrail'in stratejik hesaplarını değiştirme
konusunda sınırlı kalması nedeniyle artık ciddi bir baskı altındadır.
Nisan ayındaki
saldırı, İsrail'in Şam'daki İran konsolosluğuna düzenlediği saldırının ardından
geldi. Yüzlerce füze ve insansız hava aracının yer aldığı Nisan ayı saldırısı,
İran-Irak savaşından bu yana yapılan en büyük askeri operasyon ve İsrail'e
kendi topraklarından yapılan ilk doğrudan saldırıydı. İsrail daha sonra
Beyrut'un güney bölgelerinde Hizbullah’ın üst düzey yetkilisi Fuad Şükür’ü
hedef alan bir hava saldırısı düzenledi. Mesud Pezeşkiyan’ın İran Cumhurbaşkanı
olarak göreve başlamasından birkaç saat sonra İsrail, Hamas lideri İsmail
Haniye’ye Tahran'da suikast düzenledi. Bu hamle birçok uluslararası gözlemciyi
şaşırttı ve Nisan ayındaki saldırı gibi İran bu saldırıyı da kırmızı çizgisi
olarak değerlendirdi.
Sonraki haftalarda
İranlı yetkililer yakın bir zamanda İsrail'e karşı misilleme saldırısı sözü
verdiler. Ancak İran ve Hizbullah, Gazze'de ateşkes müzakerelerinin devam
etmesi nedeniyle yanıt vermeyi reddetti. Bunu yaparken İsrail'in direniş
eksenine yönelik saldırısını durdurmak olan hedeflerine diplomatik yollarla
daha düşük maliyetle ulaşmayı amaçladılar. Ayrıca İsrail'in eylemleri Tahran
ile Washington arasında daha geniş bir çatışmayı kışkırtacak gibi görünüyor.
Ancak Ağustos ayı
sonlarında Hizbullah, İran'ın temkinli tutumundan vazgeçerek İsrail'deki
hedeflere 300'den fazla füze ateşledi ve ilk açıklamada bunun Fuad Şükür
suikastına bir yanıt olduğunu vurguladı. İsrail daha sonra Hizbullah'a karşı savaşını
yoğunlaştırdı. 27 Eylül'de İsrail uçakları, Hizbullah Genel Sekreteri ve
İran'ın vekalet ağının tartışmasız en önemli figürü Hasan Nasrallah'ın yanı
sıra Devrim Muhafızları komutanlarından Tuğgeneral Abbas Nilfuruşan'a suikast
düzenledi. Nasrallah suikastı başlı başına bir dönüm noktasıydı ancak Nilfuruşan
suikastı da İran için bir başka kırmızı çizgiydi.
Bu olayın hemen
ardından Tahran'daki yetkililerin açıklamaları, savaşın geniş çaplı olarak
tırmandırılmak istenmediğini ortaya koydu. İran Dışişleri Bakanlığı 30 Eylül'de
İran'ın Lübnan veya Gazze'ye asker göndermeyeceğini duyurdu. İslam İnkılabı
Rehberi direniş ekseninin Nasrallah olmadan devam edeceğini vurguladı. Ancak
İran kendisini belirsizlik içinde gördü. İsrail'e doğrudan bir askeri saldırı
başlatmak, teknolojik açıdan gelişmiş bir düşman olan ABD ile topyekün bir
savaşın ateşlenmesi tehlikesini taşımaktadır.
Buna karşılık
olarak, geri planda durma da İran'ın hem müttefikleri hem de düşmanları
nezdindeki güvenilirliğini ve bölgesel stratejisinin merkezinde özenle
oluşturulan vekil ağını potansiyel olarak yok edebilir.
İran, İsrail ve
ABD'ye misilleme yapmak için Irak, Suriye ve Yemen'deki Şii gruplar da dahil kendi
ekseninin diğer üyelerini potansiyel olarak kullanabilirken, Hizbullah liderinin
kaybı İran'ın bölgesel nüfuzunu ve etkili güç kullanma
yeteneğini
Bu sorunun
tırmanması, İran askeri liderliği arasında Lübnan'dan sonra sıranın Suriye,
ardından Irak ve son olarak da İran’a geleceği duygusunun artmasına neden oldu.
Savaşın kaçınılmaz olduğuna dair bu yaygın inanç, birçok kişinin önleyici
eylemi savunmasına yol açtı. Bunun nedeni, hazırlıksız ve savunmasız yakalanma
riski yerine tehditle aktif bir şekilde mücadelenin daha iyi olmasıdır.
1 Ekim'de İran
misilleme yaptı ancak saldırının niteliği Nisan operasyonundan önemli ölçüde
farklıydı. Nisan saldırısında İsrail hedeflerine dakikalar içinde ulaşabilen
balistik füzelerin yanı sıra vurulması saatler süren insansız hava araçları ve
seyir füzeleri de yer aldı. Ancak Ekim saldırısında İran, uyarı süresini en aza
indirmek ve İsrail'in savunmasının etkinliğini azaltmak için yalnızca balistik
füzeler kullandı.
Ayrıca Nisan ayına
göre daha az füze gönderdi ancak Fetih-1 de dahil olmak üzere İran İslam
Cumhuriyeti'nin en gelişmiş sistemlerini sergiledi. İlk analizler, Ekim
saldırılarının altyapıya Nisan saldırılarından daha fazla zarar verdiğini
gösteriyor. Bununla birlikte İsrail'e verdiği zarar, Tel Aviv'in bakış açısına
göre çok ağır görünmüyordu. Bunun bir nedeni, çoğunlukla askeri tesisleri hedef
alması ve sivil kayıplardan kaçınmasıydı ve sadece Eriha'da bir kişi ölmüş, Tel
Aviv'de ise iki kişi yaralanmıştı.
İran'ın
caydırıcılığı yeniden tesis etme ve hatta İsrail'i gelecekte seçeneklerini
yeniden hesaplamaya zorlama yönündeki olası stratejisi geri tepebilir. Sadece
füze fırlatmak otomatik olarak etkili bir caydırıcılık yaratmaz. Hatta,
İsrail'in beklenen misillemesi, Nisan ayındaki tepkisinden çok daha şiddetli olabilir.
Artık İsrail'in
İran hedeflerine zarar verebilecek güçlü bir karşı saldırı gerçekleştirmesi
muhtemel. İsrail'in şu anda en radikal seçeneği, Natanz uranyum zenginleştirme
sahası da dahil olmak üzere İran'ın nükleer tesislerine saldırmak. Bir diğer radikal
seçenek ise İsfahan ve Abadan'daki petrol rafinerilerine, Fars Körfezi'ndeki deniz
gaz tesislerine veya Bender Abbas gibi önemli ulaşım merkezlerine saldırmak
olabilir.
Bu seçenekler
İran'ın ekonomisini ve operasyonel yeteneklerini felce uğratabilir. Ancak
İsrail'in son saldırılarla bağlantılı askeri tesislere veya İran'ın füze üretim
ve konuşlandırma merkezlerine saldırmaya odaklanması daha muhtemel. Böyle bir
tepki, nükleer sahalara yönelik saldırılarla birlikte gelen daha geniş
uluslararası tepkiyi kışkırtmadan, İran'ın askeri kapasitesini zayıflatabilir.
İsrail'in eylemleri
üzerinde etkili bir şekilde caydırıcılık oluşturmamanın veya Hizbullah gibi
kilit vekil güçlerini korumamanın İran'ın bölgedeki konumunu zayıflatacağını ve
ileriye dönük savunma stratejisinin uzun vadede uygulanabilirliği hakkında
soruları gündeme getireceğini söylemek gerekir Her ne kadar “Gerçek Vaad-2”
operasyonu ilk saldırıdan daha gelişmiş olsa da İran'ın füzelere olan
bağımlılığının, İsrail'in askeri yeteneklerini dengelemek veya topyekün ve uzun
süreli bir savaşa girmek için yeterli olmayabileceğini bir kez daha gösterdi.
İran'ın nükleer
programı şüphesiz “Gerçek Vaaad-2” Operasyonunu başlatma kararının arka planını
oluşturdu. Nükleerleşmenin eşiğindeki bir ülke olarak İran, nükleer silah üretmek
için bölünebilir malzeme, teknik uzmanlık, dağıtım sistemleri ve tesisler gibi
tüm temel bileşenlere sahiptir.
İsrail'e saldırının
yapıldığı gün İran parlamentosu nükleer doktrini üzerinde bir oturum düzenledi.
Bazı milletvekilleri de nükleer silahların potansiyel gelişimini destekledi. Bu
tür tartışmalar nükleer seçeneğin giderek ulusal söylemin daha belirgin bir
parçası haline geldiğini gösteriyor. İran, nükleer mesele konusundaki duruşunu
yeniden gözden geçirmek istediğini belirterek, rakiplerine açık bir mesaj
veriyor olabilir. Eğer anlaşmaya dayalı yöntemler başarısız olursa, nükleer
seçenek hala mevcuttur.
İran nükleer
potansiyelini daha geniş bir güvenlik stratejisinin kritik bir parçası olarak
görebilir. İsrail gibi teknolojik açıdan üstün bir düşmana karşı füze
saldırılarının ve vekil güçlerin sınırlı etkinliği, İranlı politikacıları nükleerleşmenin
eşiğinde olduklarını açıkça vurgulamaya sevk edebilir. Bu mutlaka nükleer silah
geliştirmeye yönelik acil bir hamle anlamına gelmez, ancak düşmana nüfuz etme yaklaşımında
bir değişiklik olduğunu gösterir.
İran henüz nükleer
silah edinme yönünde önemli bir karar vermedi. Bunun nedeni, ilk olarak nükleer
silah üretiminin zorlu ve uzun yıllar sürecek bir süreç olacak olması ve İran
için önemli bir risk oluşturacak olmasıdır ve İsrail ile ABD’nin İran'a karşı
önleyici saldırılarını tetikleyebilir. Ancak İran ve Uluslararası Atom Enerjisi
Kurumu arasındaki anlaşmazlıklar ve nükleer anlaşmadaki çıkmaz nedeniyle
müfettişlerin görevden alınması, bugün İran'ın bazı silah faaliyetlerinin
tespit edilmesini daha da zorlaştırdı. Gerçek silahlar birçok risk taşısa da İran'ın
bunları geleneksel ve vekalet temelli caydırıcılığının zayıfladığı bir dönemde
gücünü yansıtmasının bir yolu olarak sağlaması muhtemeldir.
İran içindeki bu
ülkenin bölgesel konumu ve potansiyel nükleer seçeneğine ilişkin mevcut
tartışmalar, Tahran'ın içinde bulunduğu stratejik kavşağı vurgulamaktadır.
İleri savunma stratejisinin zayıflaması, İran'ın muhafazakarlarının daha sert eylemlerde
bulunmasına yol açabilir. Bu, mutlaka nükleer silah edinmeye yönelik acil bir
karara işaret etmese de İran'ın inandırıcı caydırıcılık yaratmanın alternatif
yollarını değerlendiriyor olabileceğine işaret etmektedir.
İran ve İsrail
arasında süregelen asimetrik çatışma, İran'ın füze saldırıları ve İsrail
misillemesinden oluşan beyhude bir döngüye dönüşme riski taşıyor. Bunların her
biri askeri sınırlamaları açığa çıkarırken dengeyi değiştirmeyi başaramıyor ve bu,
potansiyel olarak inandırıcı bir caydırıcılık
arayışında olanİran'ı daha umutsuz ve öngörülemeyen eylemlere sürükleyebilir.