Siyonist rejimin Suriye'ye yönelik en son askeri saldırıları
kapsamında, bu rejimin ordusu Suriye’nin en büyük barajlarından biri olan
"El-Mantara" barajını işgal etti. Bu baraj, işgal altındaki
Suriye'nin Golan bölgesindeki Kuneytra'nın çevresinde yer almaktadır.
"El-Mantara" barajı, Kuneytra ve çevresinin, hatta
Dera iline kadar olan bölgenin ana su kaynağıdır. Güney Suriye'nin en büyük ve
en önemli barajı olan bu barajın İsrail tarafından işgal edilmesi, bölgede
"su savaşları" konusunu yeni bir aşamaya taşıyacaktır. Su meselesinin
İsrail için stratejik bir dosya olması göz önüne alındığında, bu rejimin işgal
ettiği bu barajdan geri çekilmesi oldukça düşük bir ihtimaldir.
Siyonist stratejilerde "su", Siyonistlerin ulusal
güvenliğini oluşturan en önemli unsurlardan biri olarak kabul edilir ve
Siyonistler suyu, "askeri üstünlük" stratejisiyle eşdeğer görürler.
Filistin'den başlayarak işgal altındaki Golan, oradan Ürdün
Nehri'ne, Güney Lübnan'a ve daha da ötesine, Türkiye ve Nil Nehri'ne kadar
uzanan birçok kanıt, bu stratejinin Siyonist rejim için ne kadar önemli
olduğunu göstermektedir.
Dolayısıyla, son günlerde "El-Mantara" barajının işgaliyle bölgede tanık olunan durum burada sona ermeyecek ve gelecekte bölgedeki su projeleri ve hedeflerinde tehlikeli stratejik sonuçlara yol açacaktır.
Bir buçuk asırdan fazla bir süredir "su",
Siyonistlerin bölgesel ve ötesine yönelik stratejik hakimiyet hedeflerinin en
önemli unsurlarından biri olmuştur. Ayrıca, bir asırdan fazladır
Siyonist-İsrail politikaları, siyasi olaylar ile suyla ilgili olaylar arasında
ayrım yapmamaktadır.
Siyonist rejimin yayılmacı su projelerine ve hedeflerine
dair birçok belge bulunmaktadır. Bunlardan en önemlilerinden biri, Amerika'nın
2012 yılında açıkladığı bir projedir.
Bu projede, Siyonist rejimin Doğu Afrika'daki büyük
"Nil" nehrinin su kaynaklarına hakim olma çabaları yer almaktadır. Bu
doğrultuda şu ana kadar önemli adımlar atılmıştır. Bu proje, Amerika'nın
desteğiyle ve Siyonist rejimin, Amerika'nın yerine, Afrika'daki Nil nehri
çevresindeki ülkelerin tarım projelerine finansman sağlaması ve katılımı
kisvesi altında gerçekleştirildi.
Ancak çok geçmeden bu proje, tarım projelerine finansman ve katılım şeklinden, Siyonist rejimin bu bölgede büyük ve eşi görülmemiş yatırımlara yönelmesi şeklinde bir hal aldı. Bu bölge, on yıllardır Siyonistlere kapalıydı ancak artık Amerika'nın yardımıyla, özellikle stratejik ve su bakımından zengin Nil nehrinin geçtiği ülkelerin kapıları İsrail'e açılmış oldu.
Amerika’nın Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) ile
İsrail’in eşdeğeri olan “Maşav” arasında imzalanan mutabakat zaptına göre,
Amerika ilk aşamada İsrail’in Uganda, Etiyopya, Tanzanya ve Ruanda’da tarımsal
kalkınma projeleri yürütmesine izin verdi. Bu, Siyonistlerin bu ülkelerdeki
diğer ekonomik sektörlere, özellikle Doğu Afrika'daki su kaynaklarına ve Nil
Nehri'ne odaklanarak büyük yatırımlar yapmasının önünü açtı.
Bu projenin ilk etkileri ve sonuçları, 2009 yılında Nil
Nehri havzasındaki ülkelerin, 1929’da imzalanan Nil Nehri su paylaşımı
anlaşmasında değişiklikler yapmayı planlamasıyla ortaya çıktı. O dönemde
Siyonistlerin bu büyük nehre yaptıkları gerçek yatırımlar gün yüzüne
çıktı.
Siyonist rejimin Nil Nehri havzasındaki projeleri,
Amerika’nın sınırsız desteğiyle devam ediyor. Uganda, Etiyopya, Tanzanya ve
Ruanda’dan sonra şimdi sıra Mısır’a geldi. İsrail, Nil Nehri üzerinden
Mısır’daki su yatırımlarına nüfuz etmeyi hedefliyor.
Siyonist rejimin Afrika’daki su yatırımları arasında, Güney Sudan ve Etiyopya’daki büyük projeler özellikle dikkat çekiyor. Bunların başında büyük “En-Nahda” barajı geliyor. Bu baraj, Siyonistlerin tam kontrol ve denetimi altında bulunuyor. Ayrıca, Maşav aracılığıyla Nil Nehri havzasındaki ülkelerde yürütülen yüzlerce tarım ve kalkınma projesi de bu kapsamda yer alıyor.
İsrail’in Arap dünyasındaki su hedefleri, 1967 savaşına
kadar uzanıyor. O dönemde İsrail, üç önde gelen araştırmacısı olan “Elisha
Kali”, “Samuel Bahiri” ve “Abraham Tal”ı Arap dünyasının su kaynaklarının
haritalarını çıkarmak ve bu kaynakların kontrolü için planlar hazırlamakla
görevlendirdi.
Bu üç Siyonist araştırmacı, çalışmalarını dönemin İbrani
Üniversitesi Rektörü Profesör “Hayim Ben Şahar”ın gözetiminde yürüttüler.
Hazırladıkları planlar arasında, Nil Nehri’nin suyunu Negev Çölü’ne taşımak ve
Litani Nehri’nin suyunu Taberiye’ye yönlendirmek gibi projeler bulunuyordu.
Ayrıca bu grup, Mısır ve Suudi Arabistan’daki petrol ve
gazın boru hatlarıyla İsrail limanlarına taşınmasını ve İsrail’in komşu Arap
ülkeleriyle kara yolları üzerinden bağlanmasını öngören projeler hazırladı. Bu
projelerin ardındaki motivasyonlar, ekonomik, ardından stratejik ve en son
olarak da siyasi hedeflere dayanıyordu.
Bu durum, İsrail’in onlarca yıl önce su savaşları için planlar yaptığını gösteriyor. İsrail’in ilk Başbakanı David Ben Gurion bu konuda şöyle demiştir: “Araplarla olan savaşımız, bir su savaşıdır ve İsrail’in kaderi buna bağlıdır.”
Batı Asya'da, özellikle Suriye'de, "Yermuk
Havzası" bölgesi ve Dera’nın batısındaki stratejik öneme sahip “El-Vahde”
barajı İsrail tarafından ele geçirildi. Bu durum sadece Suriye için değil,
Ürdün için de büyük bir stratejik öneme sahiptir. Ardından Siyonist rejim,
Kuneytra kırsalındaki “El-Mantara” barajını da ele geçirdi. Böylece Suriye ve
hatta komşusu Ürdün’ün su kaynakları artık Siyonistlerin kontrolü altına
girdi.
“El-Mantara” barajının işgaliyle birlikte İsrail, Suriye ve
Ürdün'ün ana su kaynaklarından yedi tanesini kontrol etmeye başladı. Bu
kaynaklar, Suriye’nin su ihtiyacının %40’ını ve Ürdün’ün su ihtiyacının %40’ını
karşılamaktadır.
Su kaynaklarının işgali, ekonomik, insani ve çevresel birçok
sonucu beraberinde getiriyor. Yermuk Havzası ve El-Vahde ile El-Mantara
barajlarına bağımlı bölgeler sadece içme suyu kaynaklarının azalmasıyla karşı
karşıya kalmayacak, aynı zamanda enerji, özellikle elektrik ve tarım
alanlarında ciddi sorunlar yaşayacak.
Ayrıca suyun eksikliği veya yokluğu, bu bölgelerde çevresel
açıdan çok zararlı etkiler yaratacak, ekosistemlere ve biyolojik çeşitliliğe
büyük zararlar verecek ve hatta bir bölgenin coğrafi yapısını, verimli ve yeşil
bir alanı çorak bir araziye dönüştürebilecektir.
Tüm bu gelişmeler, Arapların ve Suriye’deki Colani
hükümetinin sessizliği ve kayıtsızlığı altında gerçekleşmekte ve bölgenin
geleceğini tehlikeli ve büyük olaylara gebe bırakmaktadır.