Heyet-i Tahrir-i Şam
terör örgütünün Şam'da iktidara gelmesi, İsrail'in Suriye'de istediği bir şey
değildi. Çünkü bu tür örgütlerin eğilimleri her şeyden önce Tel Aviv'in hoşuna gitmiyordu.
İkincisi, bu grupları, Türkiye'nin Suriye'deki uzantısı olarak görüyor ve bu konuda
Tahrir-i Şam ve lideri Ebu Muhammed el-Culani'nin Ankara ile yakın ilişkilerine
işaret ediyordu.
Suriye'de Ankara ve Tel
Aviv arasındaki çatışmaya ilişkin 10'dan fazla Türk ve İbranice çalışma ve
analiz incelendiğinde, bu çatışmadaki temel sorunun, siyasi ve güvenlik
boyutları olan bölgesel ve ekonomik çatışmalardan kaynaklandığı ortaya
çıkmaktadır.
Türkiye, İsrail’in özerk bölgelerle yönetilen zayıf ve bölünmüş bir Suriye yaratmaya çalıştığına ve bu durumun bir yandan Suriye'nin kolayca kontrol edilebilmesine imkân sağlarken, diğer yandan da bu rejimin Golan'daki sınırlarının güvenliğini ve Güney Suriye'deki askeri ve siyasi yayılmacılığını hiçbir engelle karşılaşmadan garanti altına alacağına inanıyor.
Buna karşılık İsrail
ise Türkiye'nin Suriye'de güçlü bir rejim kurmak istediğini ve bu rejimin
Ankara'ya bağımlı ve itaatkâr olacağını ve bunun Suriye'de, tüm etnik kökenler
ve mezhepler katılsa bile, Kürtlere, özellikle Kürdistan İşçi Partisi ve Halk
Destek Birlikleri'ne yer olmayacağı anlamına geldiğini çünkü Ankara’nın onları
kendi ulusal güvenliğine doğrudan tehdit olarak gördüğünü düşünüyor.
Ekonomik boyutta ise
Doğu Akdeniz'deki enerji kaynakları anlaşmazlığı, Türkiye ile İsrail arasında
tırmanan gerginliğin ana eksenlerinden birini oluşturuyor.
Türkiye şimdiye kadar Suriye'deki ekonomik hedeflerini ve beklentilerini dile getirmeyi reddetmiş olsa da, İsrail, bu tamah ve beklentileri Türkiye'nin Suriye'deki doğrudan tehditlerinden biri olarak görüyor. Ayrıca Ankara'nın Golan'la deniz sınırı anlaşmaları yoluyla Suriye'nin gaz ve petrol açısından zengin deniz alanlarının kontrolünü ele geçirmeye çalıştığına inanıyor ve İsrail bunu yalnızca Suriye'deki değil, aynı zamanda bölgedeki ekonomik çıkarları için de doğrudan bir tehdit olarak görüyor.
Tel Aviv, Ankara'nın
Hicaz Demiryolu (Türkiye-Katar hattı) gibi stratejik projelerle nüfuzunu
artırmaya çalıştığını vurguluyor. Fars Körfezi'ni Türkiye toprakları üzerinden
Avrupa'ya bağlayan bu demir yolu hattının hayata geçirilmesi durumunda
İsrail'in ticaret koridoru tehdit altına girecek.
İsrail'in ticaret
koridoru Hindistan'dan başlayıp Hayfa limanına ulaştıktan sonra Avrupa'ya kadar
uzanıyor. İsrail koridoru uzun vadeli, pek çok zorluk ve engeli olan bir proje
gibi görünse de, Türkiye koridoru yakın gelecekte pek çok engele takılmadan
hayata geçirilebilir ve gerçekleştirilebilir.
Dolayısıyla İsrail'in bundan sonra Kürtleri Türkiye'ye karşı destekleyerek, Suriye ekonomik bölgesini tehdit ederek ve yatırım için güvenli olmayan bir yer haline getirerek bu ekonomik projenin hayata geçmesini engelleyecek planları uygulamaya koyacağı anlaşılıyor.
İsrail, Suriye'nin
yeniden inşası konusunda, Türkiye'nin Suriye'nin yeniden inşasının
maliyetlerini tek başına karşılayamayacağına ve bu bağlamda önemli bir ekonomik
ortak olarak Katar'ın Suriye'deki varlığının önünü açtığına inanıyor.
Türkiye ile Katar
arasındaki bu potansiyel işbirliği, ekonomik etkisinin yanı sıra, İsrail'in
Ankara'dan Doha'ya uzanan bir Sünni-İslami ekseninin oluşumuna ilişkin
endişelerini artırıyor. Bu durum,
Müslüman Kardeşlerin bölgedeki nüfuzunu güçlendirebilir ve özellikle Ürdün'deki
bölgesel istikrarı tehdit edebilir.
Öte yandan Tel Aviv, Türkiye'nin Suriye'deki artan nüfuzunu dengelemek amacıyla Suudi Arabistan ve BAE gibi diğer bölgesel güçleri bölgeye çekmek istiyor. Bu yaklaşım sadece İsrail'in Suriye'deki ekonomik çıkarlarını güçlendirmeyi değil, aynı zamanda Suriye'nin sadece Türkiye ve Katar'ın nüfuz alanına dönüşmesini de önlemeyi amaçlıyor.
BAE ile İsrail
arasındaki yakın ilişkiler göz önüne alındığında, Abu Dabi'nin bu süreçte Tel Aviv'in
ortağı olacağı konusunda şüphe yok. BAE, Türkiye-Katar koridorunun faaliyete
geçmesini kesinlikle istemiyor ve Suudi Arabistan da BAE'nin bu yaklaşımına
destek verecektir.
Suriye bugün daha çok, kendi çıkarlarını gözeten ülkeler için riskli çatışmaların yaşandığı bir mayın tarlasını andırıyor. Bu çatışmalar sadece Suriye ile sınırlı değil ve aynı zamanda bölgesel etkilere de sahip.
(farsnews'den tercüme edilmiştir)