Manevi ve askeri komutanlığı Şam’dan gelen Fas-Mağrip-Tunus
Alevi ordusu, Mısır’da Emevi ordusunu mağlup eder. Düşman ordusunun kahrolduğu
yer manasına gelen Kahire merkezli Alevi Fatımi Devleti’nin temellerini atan en
meşhur komutanları Abu Abdullah El-Hüseyin Bin Ahmet ve kölelikten
kurtardıkları Sicilyalı Cafer’dir. Fas, Cezayir, Libya, Malta, Sicilya,
Sardinya, Korsika, Tunus, Mısır, Filistin, Lübnan, Ürdün ve Suriye’nin Humus
şehrine kadar bir egemenlik tesis ederler. Halep, Antakya, Adana, Mersin, Rakka,
Deyr El-Zor ve Irak’ın kuzey ve batı bölgelerine yönelmemelerinin en önemli
sebebi Halep merkezli Alevi Hamdan Devleti’nin (905-1004) aynı tarihlerde
mevcut olmasındandır. Ancak Hamdânîler, Büveyhoğulları, Şafi Kürt aşiretleri,
Harput (Elazığ) Ermenileri, Fatımi ve Bizans İmparatorluğu ile sürekli bir
mücadele ve savaş halindeydi.
KÜLTÜR VE DÜŞÜNCE ZENGİNLİĞİ YAYDILAR
Her iki Alevi devleti döneminde, hüküm sürdükleri yerlerde
kültür, ve düşünce zenginliği yaygınlaştı. Kütüphaneler, müzeler, üniversiteler
(El-Ezher misali) kurdular. Halep, Antakya, Urfa, Rakka, Mardin, Musul
Akademilerini restore ettiler ve çalışmalarına destek verdiler. Tarımda
zenginlik, toplumsal asayiş, esnaf, çiftçi ve tüccarların teşvik edilmesi
devletin prensiplerini oluşturdu. Bizans ve Avrupa’dan gelen yağmacı ve işgalci
Haçlı ordularına karşı kalkan oldular. Onlarla savaştılar. Sünniler, Yahudiler,
Mısır Kıptileri, Suriye ve Filistinli ve Malta adası Hristiyanlarına karşı
ticaret, siyaset, ibadet ve bürokraside eşit davrandılar.
İki devletin idaresindeki Kahire ve Halep ile dönemin en
önemli şehirleri ta Türkistan’dan (Farabi) yakın uzak diyarlardan gelen, farklı
kültür, din ve dil familyasına mensup yüzlerce din âliminin, sayısal ve sözel
alanda uzman bilim insanın, şairin, dil bilimcinin, filozofun, komutanın,
tüccarın, yerleştiği, yaşadığı, iltica ettiği mekânlardı. Aleviler Arabistan
yarım adasından, Yemen’e, Umman Sultanlığından, Irak’a, Suriye’den Lübnan’a,
Mısır’dan Tunus’a Mağribe (Fas’a), İran’dan Pakistan, Hindistan ve Afganistan’a,
Anadolu’dan Balkanlara, Avrupa’dan Amerika kıtasına kadar az veya çok Velisini
Ali olarak benimsediler. Hak Muhammed Ali yolunu, Kuran’ı farklı tefsir eden,
farklı manalar yükleyen, farklı içtihatlarda iddialar ve beyanlar ortaya koyan
Ümmeti Muhammed’in ana kolonlarından oldular.
İNANÇLARIN ÖLDÜRÜLMESİNİ HİÇ BİR ZAMAN İSTEMEDİLER
Bugün Umman Sultanlığı ziyaret edenler ülkenin nizamından,
nezahetinden, insanlarının medeniyetinden, doğasının güzelliğinden,
şehirlerinin tarihi dokusundan muhabbetle bahseder. Umman Sultanlığı soyadı
Alevi olan devlet erbabının yoğun olduğu ve nüfusun en etkili, en köklü aile ve
aşiretlerin de Alevilerden meydan geldiğinin altını çizelim. İster nesep (soy,
zürriyet) ister gönül bağı veya başka sebeplerle bu itikada müntesip olanlar,
ama özellikle Akdeniz (Mersin-Lübnan Hattı) sahili boyunca varlığını sürdüren
Aleviler tarihin hiçbir evresinde başka dinlerin, mezheplerin veya inançların
öldürülmesi için bir fetva vermemiştir. Hiçbir efradını böyle bir eyleme teşvik
ve terbiye etmemiştir. Başkalarının, Alevilik adına, canına, malına, ırzına
tecavüz edilmemiştir. Devletleri yıkılınca, zındık, kâfir, tehlikeli,
güvenilmez, kestiği yenmez, din ve devlet düşmanı ithamlarıyla birçok mezalime,
tehcire, katliama maruz kalmışlardır. Aştan, makamdan mahrum bırakılmışlardır.
Issız bucaksız dağları, mağaraları, vahşi doğayı yurt edinmek zorunda
kalmışlardır.
NAPOLYON’UN ALEVİLERİ KEŞFİ
Muhtaç, yarı ilkel, çok korkunç koşullarda bir yaşam
sürdüren, dağları mesken edinmiş, şehir hayatı ve faaliyetlerinden mahrum
bırakılmış Suriye ve Lübnan Alevilerini, İmparator Napolyon Suriye ve Mısır
seferleri esnasında (1798-1799) keşfetti. Alevilerin içinde bulunduğu ilkel
koşullar kadar olmasa da berbat durumda olan Antakya asıllı Lübnan Marunî
Hristiyanları, Antakya patrikhanesine bağlı Suriye Doğu kilise toplulukları,
Dürziler ve diğer “azınlıklar” da Napolyon’un ilgisine mazhar oldu. Fransa’nın
bölgede Osmanlı, İngiltere ve Rusya’ya karşı savaşlarında desteğe ve
taraftarlara ihtiyacı vardı. İhtiyaç ta keşiflerin anasıdır. Özellikle Sultan
Abdülhamit döneminde Suriye, Lübnan ve Anadolu’da Fransa’nın Aleviler üzerinde
artan etkisini kırmak için Suriye’ye sürgün edilen Abdülhamit Ziyaeddin (Jön
Türk Aydınlarından Ziya Paşa) Alevilerin hayat şartlarının iyileştirilmesi ve
jandarma dâhil olmak üzere devlet kurumlarında memur olabilmeleri için çaba
sarf etti. Ancak 3 ay süren vazifesi sonrasında Adana’ya sürgün edildi.
İŞGALE DİRENENLER
Birinci Cihan Savaşı (1914-1918) esnasında ve sonrasında
Şam, Irak ve Anadolu coğrafyasını taksim eden İngiltere, Filistin’i Avrupa
Siyonist Yahudi burjuvazisi için işgal ederken, Fransa Suriye’yi işgal eder.
100 sene önceki durum Suriye’nin bugünkü manzarasına çok benzemektedir. Osmanlı
Sultanlığı yönetimi çökmüş, ordusu dağıtılmış, polis ve hafiye (istihbarat)
teşkilatı tasfiye edilmiş, bürokrasi, ticaret, el değiştirmişti. Bölge üzerinde
İngiltere, ABD ve Fransa arasında bir rekabet savaşı vardır. Osmanlıdan arta
kalan sivil ve askerlerin itirazları ve isyanları vardı. Silahlarını teslim
etmek istemeyenler dağlara ıssız bölgelere sığındı. Fransa işgali altında
yaşayanlar yıllar sonra ilk kez yabancıların, Hintli, Afrikalı ve başka
diyarlardan getirilen Müslüman paralı askerlerin idaresi altına girmişlerdi.
Kutsal Halife Sultan ve Paşalarının süslediği sokaklar ve camilerden indirilmiş
başka bayraklar, fotoğraflar, müfredatla hakim olmuştu.
Fransa ve İngiltere, demokrasiden, hürriyetten nasibini
almamış, üç Şii kökenli Alevi, Dürzi, İsmail’i topluluklar üzerinde karabasan
olmuş, devletin tüm kurumlarından ve imkanlarından uzak tutulmuş, Sünniliği
musallat etmiş olarak sunduğu Osmanlı “zulmünü” propaganda ederek azınlıklara
devletler takdim eder. Lübnan’ı ayrı bir devlet olarak tasarlar. Alevilere tüm
Suriye sahili (Tartus-Lazkiye ile Banyas, Ceble ve bağlı dağ köyleri) üzerinde
bir devlet inşa eder. Aynısını Güney Suriye’de Dürziler için yapar. Şam ve
Halep merkezli iki ayrı Sünni devlet tanzim eder. Bu taksimden memnun olanlar
da vardı. Aleviler ilk kez orduda, devlet makamlarında göründüler. Toprak
sahibi oldular. Hayatın her alanında büyüme imkânlarına kavuştular.
Not: “Esad dönemi ve sonrasında Aleviler” yazısı ile devam
edeceğiz.
AYDINLIK