Bu yılın nisan ayının başından
itibaren İsrail ordusunun 36. Tümeni, Refah ve Han Yunus geçiş noktalarını
birbirinden ayırmak amacıyla Morag Koridoru’nun işgal sürecine başladı ve 12
Nisan’da bu süreci tamamladı. Siyonist kaynaklara göre, İsrail ordusu Refah
şehrinin kuşatmasını tamamlamayı ve Gazze halkının dünya ile olan tek bağlantı
noktasını güvenlik bölgesi haline getirerek sivil yerleşimden arındırmayı planlıyor.
Daha önce İsrail ordusu, direnişin
silah tedarikini engellemek amacıyla Filadelfi Koridoru’nu işgal etmiş ve
Netzarim Koridoru’nu oluşturarak Gazze’nin kuzeyi ile güneyini birbirinden
ayırmaya çalışmıştı. Uzmanlar, Netanyahu’nun uluslararası hukukun ötesine
geçerek aşırı Ortodoks liderler olan Itamar Ben Gvir ve Bezalel Smotrich gibi
isimlerle birlikte hareket ederek önce Gazze’yi, ardından Batı Şeria’yı
yasadışı bir şekilde ilhak etme niyetinde olduğunu belirtiyorlar.
Morag Koridoru, Gazze Şeridi’nde
bulunan ve Gazze’nin merkezindeki Han Yunus ile güneydeki Refah şehirleri
arasında hayati bir bağlantı sağlayan stratejik bir bölgeyi ifade eder. Bu
koridor, 2005 yılında siyonist yerleşimlerinin tahliye edilmesinden önce var
olan Morag siyonist yerleşim biriminin yakınında yer alıyor. Coğrafi olarak,
Gazze’nin güney ve merkez bölgeleri arasındaki ulaşım, mal taşımacılığı ve
iletişim açısından kilit bir güzergâh olarak kabul ediliyor.
2-12 Nisan tarihleri arasında
İsrail ordusunun 36. Tümeni tarafından bu güzergâhın işgali, Han Yunus ile
Refah arasındaki kara bağlantısının kesilmesi anlamına geliyor ve bu durum
Filistin halkının günlük yaşamını ve direniş hareketinin faaliyetlerini ciddi
şekilde etkileyebilir. Bölgenin Gazze sınırlarına yakın olması ve stratejik
konumu nedeniyle, uzun zamandır İsrail güçlerinin hedefinde yer alıyor. Bu
güzergâhın kontrol altına alınması, Filistinlilerin hareket alanlarını
sınırlamak ve Gazze üzerindeki askeri ve ekonomik baskıyı artırmak için İsrail’e
avantaj sağlıyor. Tel Aviv’in bu adımı, Gazze Şeridi’ni bölünmüş parçalara
ayırma çabasının bir parçası olarak değerlendiriliyor. Bu strateji, Gazze’deki
Filistinlilerin coğrafi ve sosyal bütünlüğünü zayıflatma amacı güden uzun
süreli bir politikanın devamı olarak görülüyor.
Morag Koridoru’nun işgali,
Filistin halkı ve Hamas hareketi için birçok tehlike barındırıyor. Sıradan
insanlar için bu işgal, Han Yunus ile Refah arasındaki ulaşımın kesilmesi demek
ve bu da hastane, okul ve pazar gibi temel hizmetlere erişimi zorlaştırıyor. Bu
iki şehirdeki birçok Filistinli aile birbiriyle bağlantılı olduğu için
ayrılmaları sosyal ve ekonomik sorunlara yol açabilir.
Ayrıca, Refah geçiş noktasıyla
bağlantının kesilmesi, insani yardımların, gıda ve ilaçların girişinde
aksamalara yol açabilir. Zaten ağır bir ablukaya maruz kalan Gazze için bu
durum, güneydeki insani krizi daha da derinleştirir ve halk üzerindeki fiziksel
ve psikolojik baskıyı artırır. Hamas ve diğer direniş grupları açısından da bu
koridorun işgali, askeri ve lojistik hareket alanlarını ciddi ölçüde
sınırlandırır. Bu güzergâh, teçhizat, insan gücü ve iletişim açısından
Gazze’deki direniş faaliyetleri için hayati öneme sahiptir. Bu yolun kesilmesi,
Hamas’ın operasyonlarını koordine etme kabiliyetini zayıflatabilir. Ayrıca
İsrail’in bu eylemi, özellikle Refah’ta daha geniş kapsamlı askeri
operasyonların ön hazırlığı olarak da değerlendirilebilir ki bu bölge,
direnişin önemli merkezlerinden biridir.
Trump’ın yeniden başkan olmasıyla
birlikte, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına rağmen Batı Şeria ve
Gazze Şeridi’nin İsrail topraklarına resmen ilhak edilmesi ihtimali daha da
güçlendi. Trump, başkanlığının ilk döneminde açık bir şekilde İsrail
sağcılarının politikalarını desteklemişti; Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak
tanıması, ABD Büyükelçiliği’nin bu şehre taşınması, Golan Tepeleri’nin ilhakını
tanıması ve "Yüzyılın Anlaşması" olarak bilinen ve Filistinlilerin
haklarını göz ardı eden barış planı, bu desteğin örnekleridir.
Bu geçmiş, Trump’ın ikinci
döneminde de benzer bir yaklaşım sergileyeceğini ve İsrail’in bu bölgeleri
ilhak etme girişimlerine destek vereceğini gösteriyor. Bu durum, Birleşmiş
Milletler’in 242 ve 2334 numaralı kararları gibi uluslararası hukuku ve
yasadışı ilhak yasağını ihlal etse bile geçerli olabilir.
Son yıllarda, özellikle Aksa
Tufanı Savaşı’ndan sonra, İsrail daha saldırgan politikalar benimsemiş;
altyapıları tahrip etmiş ve Filistinlilerin zorla göç ettirilmesine yönelik
adımlar atmıştır. Gazze’de yoğun bombardımanlar, sivil alanların yıkımı ve ağır
abluka, bölgeyi yaşanmaz hale getirmiştir. Birleşmiş Milletler ve insan hakları
kuruluşlarının raporlarına göre Gazze’deki altyapının %70’inden fazlası tahrip
olmuş ve bu bölge pratikte yaşanamaz hale gelmiştir.
Batı Şeria’da ise yasadışı
yerleşimlerin yayılması, Filistinlilerin evlerinin yıkımı ve yerleşimcilerin
şiddeti, İsrail ordusunun desteğiyle birlikte, Filistinlilerin topraklarını
terk etmesi yönünde baskıyı artırmaktadır. Bu eylemler, uzun vadeli bir etnik
temizlik stratejisinin parçası olarak yorumlanabilir. İsrail, yaşanmaz hale
getirdiği bu bölgelerdeki Filistin nüfusunu azaltarak demografik yapıyı
değiştirmek ve kendi egemenliğini pekiştirmek istemektedir.
Batı Şeria ve Gazze’nin İsrail’e
ilhak edilme ihtimali birçok faktöre bağlıdır; ancak mevcut şartlar, bu
senaryonun daha da olası hale geldiğini göstermektedir. Öncelikle, Trump’ın
İsrail’e koşulsuz desteği, Netanyahu’ya bu politikaları uygulamak için cesaret
verebilir. Trump’ın ilk döneminde Batı Şeria’nın %30’unun ilhakı ciddi bir
şekilde gündeme gelmişti ancak uluslararası baskılar ve iç siyasi dengeler
nedeniyle ertelenmişti. Şu anki İsrail kabinesi, aşırı sağcı partileri içermesi
bakımından bu tür bir planı daha hızlı bir şekilde gündeme getirebilir.
Uluslararası toplumun İsrail üzerinde etkili bir baskı kuramaması ve
Amerika’nın Güvenlik Konseyi’nde veto hakkını kullanması, bu ilhaka yönelik
yasal ve siyasi engelleri ortadan kaldırabilir. Gazze ve Batı Şeria’daki
krizler, zorunlu göçler ve yaygın yıkım, Filistinlilerin direnişini kırabilir
ve onları yeni şartlara boyun eğmeye zorlayabilir. Ancak buna karşılık,
Filistin halkının direnişi, Ürdün ve Mısır gibi bölge ülkelerinin (İsrail ile
barış anlaşmaları bulunan) olası tepkileri ve dünya kamuoyunun baskısı, bu
adımın Tel Aviv için siyasi maliyetini artırabilir.
İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz
—ki Netanyahu’nun yakın çevresindeki isimlerden biri olarak bilinir— Refah’ın
kuşatmasının tamamlanmasının ardından yaptığı açıklamada, Gazze halkı için tek
çıkış yolunun bu bölgeden ayrılarak başka bir ülkeye göç etmek olduğunu
söyledi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına ve uluslararası
hukuka aykırı olmasına rağmen, ABD, İsrail, Arjantin, Macaristan gibi sağcı
yönetimler Gazze’deki jeopolitik durumun değiştirilmesini destekliyorlar.
Gazze’de yaşanan sahne, "aşırı milliyetçi" güçler tarafından
"liberal uluslararası düzenin ölümünün" son perdesi olarak
nitelendirilebilir. Yeni dünya düzeninde, hukuk sistemleri değil, "zorun
hukuku" devletlerin ve milletlerin kaderini belirlemektedir. Çok
taraflılığa inanan güçler, Trump ve Netanyahu gibi tek taraflı hareket eden
liderlere karşı durmak istiyorlarsa, öncelikle Gazze’deki bu insanlık
trajedisine son vermelidirler.