Hiçbir şey sonsuza dek sürmez: Her uluslararası düzen bir gün
sona erer. Pax Romana (Roma Barışı), Akdeniz dünyasını istikrara kavuşturdu, ta
ki çöküşe geçene dek.
19. yüzyılda İngiltere öncülüğündeki dünya düzeni yükseldi,
ancak 20. yüzyıldaki iki dünya savaşı arasında çöktü. Bugün, Amerika'nın
dağınık şekilde liderliğini yaptığı kaotik bir dünyada, şu soruyu görmezden
gelmek mümkün değil: Amerika öncülüğündeki düzen çöküyor mu?
Amerika merkezli dünya düzeni, İkinci Dünya Savaşı’nın
1945’te sona ermesinin ardından şekillendi ve yıllar boyunca ABD’yi dünyanın
tartışmasız hegemon gücü haline getirdi. Ancak bu düzene yönelik baskılar – hem
rakiplerden hem de bizzat Amerika’nın kendisinden – giderek artıyor.
Bloomberg haber sitesinin, Cambridge Üniversitesi’nin önde
gelen tarihçilerinden Brendan Simms’den aktardığına göre, uluslararası düzenler
genellikle üç şekilde sona erer: savaşta yenilgi ya da caydırıcılığın feci
şekilde başarısız olması; ekonomik çöküş ya da siyasi-ekonomik düzenlemeler
arasındaki uyumsuzluk; ve yönlendirici yasalar ile normlara olan saygının çökmesi.
Amerika’nın kurduğu düzen bugüne kadar ciddi bir
dayanıklılık sergilemiştir ancak bu düzenin çökme ihtimali artık artmaktadır.
Zira ABD aynı anda bu üç boyutta da risk biriktirmektedir.
Bir dünya düzeninin çöküşüne giden yollardan biri, savaşta
başarısızlık veya yıkımdır. Savaş meydanında yaşanan aşağılayıcı bir yenilgi,
hegemonik bir gücün otoritesini sarsan en güçlü etkendir. Atina İmparatorluğu,
büyük Peloponez Savaşı’ndaki yenilgiden sonra çöktü. Britanya, Birinci Dünya
Savaşı’nı kazandı ama maliyetlerinden kurtulamadı.
Amerika son on yıllarda dünyanın tartışmasız askeri gücü
olmuştur ancak Bloomberg, Amerikan ordusunun yenilmez olduğunu düşünenlerin
büyük bir yanılgı içinde olduğunu yazıyor.
Pentagon, karmaşık bir askeri sorunla karşı karşıya. ABD'nin
karşı karşıya olduğu küresel tehditler raporunda; Avrupa'da Rusya, Orta Doğu’da
İran ve Asya'da Çin ile Kuzey Kore gibi askeri tehditler Amerika için ciddi
baskılar oluşturduğu açıkça ifade edilmiştir.
Tek cephede savaşmak üzere tasarlanmış bir orduya sahip olan
bir süper güç, çok yönlü ve bağlantılı tehditlerle dolu bir dünyada çok çeşitli
tehlikelerle yüz yüzedir. Ancak ezici bir yenilgi riski özellikle Pasifik
Okyanusu’nda yoğunlaşmaktadır.
2023 yılında ABD Hava Kuvvetleri Bakanı Frank Kendall,
Bloomberg’e şöyle demiştir: “Çin savaşa ve özellikle Amerika ile bir savaşa
hazırlanıyor.” Savunma Bakanı Pete Hegseth de Çin’in gerçek bir tehdit olduğunu
ve bu ülkeyle bir savaşın yakın olabileceğini ifade etmiştir. Bu, Amerikalı yetkililerin
endişe verici açıklamalarından yalnızca birkaçıdır.
Pekin, Tayvan’a saldırı ya da Batı Pasifik’i yeniden
şekillendirme planları doğrultusunda güç inşa etmekte ve tatbikatlar
yapmaktadır. Nükleer cephaneliğini ABD ile eşit hale getirmek belki de onu
geçmek için rekabete girmiştir. Aynı zamanda Şi Ciping yönetimi, gıda, yakıt ve
diğer kaynakları depolamaktadır. Şi elbette Amerika’yı Batı Pasifik’ten
barışçıl yollarla çıkarmayı tercih ederdi ancak o savaşa da hazırdır.
Bloomberg’e göre küresel baskılar hâlâ çok gerçek, Asya’daki
gelişmeler endişe verici ancak ABD hâlâ olası bir Üçüncü Dünya Savaşı’nı
kaybedecekmiş gibi davranmamakta.
ABD’nin askeri harcamaları gayrisafi yurt içi hasılanın
%3.5’inden daha az ki bu, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en düşük seviye ve
gelecek yıl daha da düşebilir. Önemli mühimmat ve füze savunma stoklarının
düşük olduğu bildirilmiştir; son İran saldırıları nedeniyle bu stoklar daha da
tükenmiştir.
Kısa bir süre önce CNN, Haziran 2025’te İsrail ile İran
arasında yaşanan 12 günlük savaş sırasında, ABD’nin gelişmiş THAAD hava savunma
füzesi stoklarının yaklaşık dörtte birini kullandığını rapor etti.
CNN’e göre bu kullanım oranı, füze üretim hızından çok daha
fazla ve bu da ABD’nin küresel savunma kapasitesi hakkında ciddi endişelere yol
açmış durumda.
Dünya düzenleri patlayarak yok olmak zorunda değildir; içten
de çökebilirler – özellikle de ilgili güç, sistemi ayakta tutan ekonomik
düzenlemeleri sürdüremez ya da sürdürmek istemezse. İngiliz düzeni, iki dünya
savaşının ardından imparatorluğun iflas etmesiyle çöktü. Amerikan düzeni ise
iki ekonomik temele dayanıyordu: İlk olarak, ABD’nin küresel gücünü sürdürecek
ekonomik ve mali kapasite – özellikle rakip güçlerin tehditlerini caydıracak
askeri harcamaları finanse etme yeteneği. İkinci olarak ise, stratejik
taahhütleri destekleyen ekonomik ilişkiler: küresel ekonomik liderlik, ticaret
ve yatırım bağları. Bu bağlar Washington’u müttefiklerine bağlıyor ve hepsine
Amerika öncülüğündeki dünya düzenini sürdürmek için ortak bir motivasyon
sağlıyordu.
Ancak günümüzde bu küresel ekonomik düzenin yapısını tehdit
eden üç ciddi meydan okuma bulunmaktadır: Aşırı harcamalar, himayecilik ve
siyasallaşma. Bu üç alanda da durum ABD açısından kötüleşmektedir.
Öncelikle: Aşırı Harcamalar. Yirmi beş yıl önce Amerika
bütçe fazlası veriyordu. Bugün ise bitmek bilmeyen bütçe açıklarıyla karşı
karşıya. ABD’nin kamu borcu, gayrisafi yurtiçi hasılasının (GSYİH) yaklaşık
%100’üne ulaşmış durumda. Yakında bu oran, İkinci Dünya Savaşı sonunda
kaydedilen %119 oranını aşacak. Eğer Trump döneminde çıkarılan büyük yasa
tasarısındaki harcama ve vergi düzenlemeleri kalıcı hâle gelirse, 2050 yılına
kadar borç GSYİH’nin %200’ünü bile geçebilir.
Borç ve açıklar arttıkça, faiz maliyetleri yükselir ve
borçlanma maliyetleri artabilir; bu durum ekonomik büyümeyi kısıtlar ve savunma
bütçesi üzerinde baskı yaratır. En nihayetinde, mali israf doların küresel
hâkimiyetini zayıflatabilir, ABD’nin yaptırım uygulama gücü gibi küresel
kapasitesini azaltabilir ve diğer ekonomik sorunlarını derinleştirebilir.
Hiçbir kesin yöntem, aşırı harcamaların küresel liderliği ne
zaman imkânsız hâle getireceğini veya ne zaman ciddi siyasi ve uluslararası
zararlara yol açacağını belirleyemez. Ancak Amerika bu sınırı bulmakta kararlı
görünüyor.
İkinci olarak: Korumacılık. ABD, ekonomik ilişkilerini
yeniden gözden geçirmekten hiçbir zaman çekinmemiştir; 1980’lerde Japonya ile
yaşanan sert ticaret kavgalarını hatırlayalım. Ancak Trump’ın tarifelere
duyduğu yoğun ilgi, çok daha kalıcı ve yıkıcı etkiler yaratabilir.
Amerika’nın müttefikleri, bu gümrük tarifelerinin savunma
bütçelerinin artırılmasını zorlaştırdığını söylüyor. Amerika, müttefikleriyle
ticaret konusunda ne kadar çok çatışmaya girerse, Çin’le gemi inşası veya yapay
zekâ gibi alanlardaki rekabet için gereken dayanışma ve direnç o kadar
zayıflar.
Üçüncü olarak: Ekonominin Siyasallaştırılması. Trump’ın ABD
Merkez Bankası’na (Federal Reserve) müdahale çabası, Amerika ekonomisinin
tarafsız ve etkin yönetimini tehdit ediyor ve krize girildiğinde küresel
ekonomiyi istikrara kavuşturma kapasitesini azaltıyor. Ayrıca - Göçmenlik,
uyuşturucu veya hoşgörüsüz dostlarının hukuki sorunları- gibi siyasi
anlaşmazlıklarda gümrük vergilerini pervasızca kullanması, Amerika Birleşik
Devletleri'ni küresel ekonomik istikrarsızlıkta bir etken haline getirdi.
Trump, küresel ekonomiyle tehlikeli bir oyun oynuyor. Böyle
bir süper güce uzun vadede başka ülkelerin destek vermeye devam edeceğini
düşünmek zor.
Hiçbir düzen, temel yasaları sürekli ihlal edilip göz ardı
edildiğinde ayakta kalamaz. Soğuk Savaş’ın sonlarında Sovyetler Birliği artık
Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimleri dayatmadığında, kendi bölgesel düzeni
çöktü.
Amerika, desteklediği uluslararası düzenin; denizlerde
seyrüsefer özgürlüğü, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi, insan
haklarının savunulması ve komşu toprakların işgalinin yasaklanması gibi
değerlere dayandığını iddia ediyordu.
Ancak yıllar boyunca uyguladığı çifte standartlar ve
ikiyüzlü politikalar, bu değerleri içi boş kavramlara dönüştürmüş ve onlara
duyulan saygıyı zayıflatmıştır. Devletlerarası savaşların artması ve toprak
ilhaklarının yeniden gündeme gelmesi, uluslararası toplumun saldırganlığa karşı
caydırıcılığının zayıfladığını göstermektedir.
Amerika’nın insan hakları sloganları, özellikle Gazze
savaşında İsrail’e verdiği tam destek sonrasında, hiç bu kadar boş
görünmemişti. Üstelik Donald Trump, halklarının iradesine rağmen Panama Kanalı’nı
ele geçirme, Kanada’yı ilhak etme ve NATO üyesi Danimarka’nın özerk toprağı
Grönland’ı alma fikirlerinden söz etmiştir.
Trump, Amerika’nın ekonomik baskı veya askeri güç kullanarak
toprak genişletebileceğini ifade etmiştir. Oysa saldırganlığa karşı çıkma
ilkesi o kadar temel bir değerdir ki çöküşü, dünyayı geçmişin kaotik
dönemlerine geri döndürebilir. Eğer bu ilkeyi bizzat Amerika ihlal ederse,
kendi kurduğu düzenin yıkımına da ortak olacaktır.
Özetle, Amerika’nın sözde "hukuka dayalı"
uluslararası düzenini savunmak için öne sürdüğü egemen değerler, artık bizzat
kendi uygulamaları yüzünden tamamen çökmüştür/tesnim