Zaten dünyanın en büyük mülteci kampıyken soykırım amaçlı
bir toplama kampına dönüştürülen Gazze altyapısıyla üst yapısıyla geniş ölçüde
tahrip edildi.
Yerkürenin en modern donanımlı ve güçlü ordularından biri
sayılan İsrail Ordusu sivilleri öldürmek konusunda gösterdiği “başarıyı”
Filistin direnişini etkisiz hale getirmek konusunda gösteremedi.
Ölü, yaralı sayısını bilmiyoruz. Kayıp vermeyen bir tek
Gazzeli aile bile kaldığını söylesek yanılmış olmayız.
İsrail Gazze’ye yaptığı ilk saldırı bu değil ancak bu
seferki diğerlerine göre bazı farklılıklar gösterdi. Çağımızda yaşanan silahlı
çatışmalar içinde en çok gazeteci öldürülen savaş bu oldu. İsrail, bilerek ve
isteyerek, Gazze’deki soykırım girişimini dünyaya duyurmaya çalışan basın
mensuplarını hedef aldı. İletişimi kesti. Başarılı olamadı. Kimi zaman
çocuklarını elleriyle toprağa veren gazeteciler işlerini yapmaya devam ettiler.
Birleşmiş Milletler bana göre işini iyi yaptı. Kaşlar hemen
kalkmasın! Örgüt ve ona bağlı olan ajanslar, yapılarından kaynaklanan bütün
kısıtlara rağmen İsrail’in sivil halka ve başta sağlık kuruluşları olmak üzere
sivil tesislere yaptıkları saldırıları dile getirmekten ve belgelemekten geri
durmadılar. Bu arada 100’e yakın BM görevlisi de yaşamını yitirdi.
Gazze’deki kırım ABD liderliğindeki “Batı” blokunun gerçek
kimliğini olduğu kadar zaaflarını da ortaya koydu. Blokun başat unsurları on
yıllardır dünyaya nizam vermek için kötüye kullandıkları “insan hakları”
kavramının bütün insanlar için geçerli olmadığını eylem ve söylemleriyle
kanıtlamış oldular. Buna karşılık, bir silah gibi kafamıza doğrulttukları medya
tekellerinin bütün gayretine rağmen blok içinde yer alan İspanya, İrlanda kimi
ülkelerin yönetimleri ile kendi ülkelerindeki halkın çoğunluğunu dahi ikna
edemediler. Keza Almanya insanlık tarihinin en kapsamlı soykırımını
gerçekleştiren ülke sıfatıyla İsrail’in vahşetinin arkasında durmaya devam
ederken Fransa baştaki İsrail yanlısı tutumunu eni konu seyreltmek zorunda
kaldı.
Batının fiziki ve fikri hegemonyası çökerken, daha adil bir
dünya için mücadele edenlerin bir bölümünün her nedense umut bağladıkları Rusya
ve Çin gibi devletlerin böyle bir dertlerinin olmadığı da -umarım- netleşti.
Rusya, İsrail’le “özel” ilişkilerine halel gelmemesi için adeta çelikten bir ip
üzerinde cambazlık yaparken, Çin Halk Cumhuriyeti yoksul Filistinliler için
kılını bile kıpırdatmadı. Aslına bakarsanız Pekin, her ne kadar Batı
emperyalizminin ilgisinin geçici bir süre kendi sahasından yani Pasifik
bölgesinden uzaklaşmasından memnun da olsa, Orta-Doğu’da “İbrahim Barışı”nın
egemen kılınmasının doğuracağı ticari ve ekonomik fırsatların ötelenmesinden
duyduğu karın ağrısını gizlemekte güçlük çekti.
İslam Dünyası diye bir alem kategorisi bulunmadığı bir kez
daha ortaya çıktı. Arap rejimleri kendi sokaklarının korkusuyla “mış” gibi
yaptılar, bolca toplantı düzenlediler ama İsrail ve Batı’yla köprüleri geçici
olarak dahi olsa atabilecekleri hiçbir eyleme girişmediler.
Bu insani krizde birkaç “Güney” ülkesi ilkeli tavırlarıyla
öne çıktı. Brezilya daha ilk günden İsrail’in eylemlerini isabetle “soykırım
girişimi” olarak tanımladı. Küba zaten beklediğimiz gibi davrandı. Daha düne
kadar Güney Amerika’da ABD’nin sömürgesi gibi davranan Kolombiya’nın yeni
devlet başkanı insanlıktan yana açık bir tutum sergiledi, Güney Afrika tavrını
her geçen gün netleştirdi ve sonunda parlamentosundan İsrail Büyükelçisi’nin
gönderilmesine dair bir tavsiye kararı çıkarttı.
Esir takası ve geçici ateşkese uzanan süreçte boş atıp dolu
tutmaya çalışan Türkiye yoktu. Bu alanda en önemli rolü Katar ve Mısır oynadı.
“Dünya lideri” ise sahayı oldukça uzaktan gören açık tribündeki plastik
koltuğunda otururken, ortayı yapan Mısır’ı görmezden gelip golü atan Katar’ı
isteksizce alkışlamakla yetindi.
Türkiye’de yirmi bir yıldır hüküm süren siyasal İslamcılık,
üç beş kahve dükkânı bastı, yerlere kola döktü, neskafeye savaş açtı ve son
olarak beslediği bir avuç sağlık çalışanını kanlı önlüklerle Balat Musevi
Hastanesi önünde yürüterek İsrail’i ‘kahretti”!
Türkiye’nin İsrail’le ticareti hız kesmeden devam etti.
Tonlarca çelik, çimento, kablo, meyve ve sebzenin Türkiye limanlarından
iktidara teğet gemilerle İsrail’e sevkiyatı sürdü. Gazeteci Metin Cihan’ın
isabetle söylediği gibi, Akepe Türkiye’si “Filistin’e dua, İsrail’e gemi”
gönderdi.
Yine Türkiye’de, Filistinlilerin başına gelenleri “göçmen
sorunu” perspektifinden yorumlama kestirmesine dalanlar ile bir yandan
ihracattan para kazanırken diğer yandan meseleyi hayalî bir din savaşına
çevirmeye kalkışanlara bilinçli Cumhuriyetçiler, Sosyalistler ve Komünistler
izin vermediler. “Filistin diye bir halk yok, zaten topraklarını satmışlar” ya
da “İslamcılar akılsız Komünistleri kandırdılar, heh heh!” kabilinden
zırvalayan ödenekli liberaller ile İsrail’in yediği haltlardan neredeyse bin
yıldır bu topraklarda birlikte yaşadığımız Türkiye Yahudilerini sorumlu tutmaya
kalkışanlar tarihin hiçbir pisliği affetmeyen çöp sepetine, dönüştürülmesi
mümkün olmayan atıklar olarak kol kola gönderildiler.
Yakın geçmişte olanlara dair gözlemler şimdilik bu kadar.
Geleceğe yönelik olarak da özetle şunları söyleyebiliriz:
İsrail’in Gazze’nin, hatta bu arada pek az konuşulmasına
karşın Batı Şeria’nın Filistinlilerden arındırılmasına yönelik saldırısı
değişen boyut ve şekillerde devam edecektir. Ancak umuyorum ve sanıyorum
geçtiğimiz günlerdeki ölçüde şiddete en
azından bir süre tanık olmayacağız.
Sonuçta Batı emperyalizminin öz evladı olan IŞİD’e
benzetilerek terörist ilan edilen Hamas ve müttefikleri ile masaya oturuldu.
Hamas’ın terörist olup olmadığına dair anlamsız ve yersiz tartışma şimdilik
rafta. Hamas’ın en büyük mali destekçisi olduğunu herkesin bildiği Katar
herhangi bir yaptırıma tabi tutulmadığı gibi önemli bir diplomatik girişime
imza koyabildi.
Filistin direnişinin askeri güçle geriletilemeyeceği
anlaşıldı. Gezegenin en büyük çelik yığınını barındıran 6. Filo, nükleer
tehditler, geniş çaplı medya sansürü gibi yöntemler sonuç vermedi. Yeryüzünde
cehennem koşullarında yaşatılan bir halkın ölümle korkutulamayacağı umarım en
azından akıl sahibi olanlar tarafından anlaşılmıştır.
Şimdi sıra Filistin halkına ve İsrail emekçileri de dahil
bölgedeki bütün halklara, yobazlık ve sömürüden arındırılmış, insana yakışır
bir yaşam seçeneği oluşturmaya gelmiştir.
Bunu, insanlığa vaadi kaos ve ölümden ibaret olan kapitalizm
yapmaz, yapamaz. İnsanca bir yaşam için emperyalizmin fikri ve fizikî
zincirlerini kırmakta kararlı olanların, halkların kardeşliği, eşitlik ve
sosyalizmi savunanların bir an önce örgütlenmelerinin ve dünyanın yazgısına
ağırlık koymalarının tam zamanıdır.
Bir duyuruyla bitirelim. Filistin konusunda söylenecek daha
çok şey var. Bu yüzden TKP 2 Aralık günü saat 14:00’de Ankara’da bir açık
oturum düzenliyor. Ankara Makine Mühendisleri Odası Eğitim Kültür Merkezi’nde
(Selanik Cad.76, Kızılay) yapılacak ve açılış konuşmasını TKP Genel Sekreteri
Kemal Okuyan’ın yapacağı etkinliğe gelişmeleri yakından takip eden üç gazeteci
Mustafa Kemal Erdemol, Musa Özuğurlu ve Hasan Sivri’yle birlikte ben de
katılacağım. Zaman ayırabilecek olanları
bekliyoruz./sol/enginsolakoğlu