Gazze Ve Lübnan'daki Savaş Yolun Sonu Mu?!

GİRİŞ: 21.10.2024 14:35      GÜNCELLEME: 21.10.2024 14:35
Rasthaber -  1.İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni Ortadoğu'nun ana tasarımcısı, Harry S. Truman yönetimindeki Demokrat Parti üyesi ve İngiliz Yahudisi olan ABD Dışişleri Bakanı James F. Byrnes’di. Pehlevi rejiminin saray veziri Esedullah Alem'in hatıralarında da onun planından bahsediliyor ve şu ifadeler yer alıyor: “Şah bana, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD Dışişleri Bakanı'nın İran'ın Türk, Kürt, Arap ve Fars bölgelerine bölünmesini önerdiğini söyledi… Eğer Ruslar kabul etseydi İran ve biz yok olurduk…Çünkü bizim tarafımızdan herhangi bir tepki gelmesi mümkün değildi!”

1945 yılında İkinci Dünya Savaşı'nın sona erdiğini ve Birleşmiş Milletler'in kurulduğunu ilan eden James F. Byrnes, İran'ı etnik kökenlere göre yedi ülkeye bölen haritayı yayınladı ve bu harita hâlâ Pentagon’da duruyor. O şöyle dedi: “Bütün İslam ülkeleri ya bölünmeli ya da yok edilmelidir ki Batı'ya tehdit oluşturmasınlar ve İsrail'i kurmaya yönelik her oyun bu politikanın ilk adımıdır!”

Üst düzey Amerikalı General Wesley Clark, 11 Eylül saldırılarından sonra hâlâ Afganistan'ı bombaladıkları dönemde Pentagon'a gittiğini ve generallerden birinin masasından bir kağıt alıp şöyle dediğini söylüyor: “5 yıl içinde 7 ülkeyi nasıl yok etmemiz gerektiğini gösteren bir belgeyi az önce bakanlıktan getirdiler!

Bu plan, Irak'la başlıyor, Suriye, Lübnan, Libya, Somali ve Sudan'dan sonra İran'la bitiyor!”

İsrail Maliye Bakanı Smotrich de birkaç gün önce, işgal altındaki topraklarda bu rejimin kuşatma çemberi sıkılaşırken hayali bir iddiada bulunmuş ve şöyle demişti: ‘Ürdün, Suudi Arabistan, Mısır, Irak, Suriye ve Lübnan'ı, hatta İran'ın bir kısmını kapsayan bir Yahudi devleti istediğimizi açıkça söylüyorum!’

2. Washington Post gazetesi birkaç gün önce şu itirafta bulundu: ‘Gerçek şu ki Netanyahu'nun politikaları Amerika'nın politikalarıyla aynı ve Netanyahu'nun stratejisine Biden yönetimi liderlik ediyor!”

Bu Amerikan gazetesi, Batı medyasındaki Biden'ın savaşı bitirmeye çalıştığı yönündeki iddiaları yalan olarak nitelendirdi ve bir analizde şunları yazdı: ‘İsrail'in Gazze ve Lübnan'daki tüm eylemleri ABD'nin emriyle gerçekleştiriliyor. Bir ülkenin, milyarlarca dolar silah sağladığı yakın müttefiklerinden biri üzerinde bu kadar az etkiye sahip olabileceğine inanmak çok zor.’

Siyonist rejim gazetelerinden Ma'ariv de şu itirafta bulundu: ‘İsrail, Amerika’nın paralı askeridir ve Biden'ın elindeki bir sopadan başka bir şey değildir!’

Amerikan Quincy düşünce kuruluşunun başkan yardımcısı da şunları itiraf etti: ‘Amerika'nın İsrail tarafından bölgede meydana gelen olaylara karşı olduğu düşüncesi yalandır ve gerçek dışıdır!’

3. Gazze ve Lübnan'a yönelik saldırılarda Siyonistlerin suç ve cinayetlerinden Direniş Cephesi'ni, İran İslam Cumhuriyeti'ni, Hamas'ı, Hizbullah'ı ve Aksa Tufanı’nı sorumlu tutanların ve milletlerin tarihi hafızasının zayıflığını istismar edenlerin, direnişin, İran İslam Cumhuriyeti'nin, Hamas'ın ve Hizbullah'ın olmadığı 60'lı yılların gazetelerinin manşetlerine bakmaları yeterlidir.

Lübnan’ın el Nahar Gazetesinin 21 Şubat 1973 tarihli ilk manşeti şöyle: “14 Haziran 1968'den 21 Aralık 1973'e kadar İsrail'in Lübnan'a 2000 saldırısı!” Bu, yılda 400 saldırı demektir, bu da ortalama olarak her gün Lübnan'a saldırdığı ve binlerce Lübnanlının şehit olduğu anlamına geliyor!

Bugün dünyada Amerika’nın savaşlarının acısını tatmayan hiçbir yer yoktur ve o toprakların insanları Amerika'yı kendilerinin ve insanlığın düşmanı olarak görmemektedir. Eski Yugoslavyalı olan ve Amerika’nın savaşının acısını tatmış Huzistan’ın İstiklal Takımı Teknik direktörü Miodrag Bozovic, Rehberin “Savaş çıkarsa silaha sarılıp Amerika ile savaşırım” ifadelerinin anlamını şu şekilde dile getiriyor: ‘Gençliğimde eski Yugoslavya Amerika tarafından işgal edildiğinde elime silah alıp savaşmıştım! O paranın düşmanınız Amerika'nın hesabına yatırıldığını bildiğiniz halde bazı insanların Coca-Cola ve Pepsi içmesine şaşırıyorum. Ben asla onlara ağzımı sürmeyeceğim.’

4. Artık bölge ülkelerini, özellikle de İslam ülkelerini bölme ve zayıflatma politikası, Amerika'nın dünyaya ve bölgeye hâkim olma yönünde istikrarlı ve kalıcı bir politikası olmuş ve temelde İsrail'i bu politikayı uygulamaya itmiştir. Eğer bazı İslam ülkeleri ve bölge, bölgenin ortak düşmanını ve düşmanlıklarını anlayamıyorsa bu İran ve diğer ülkelerin de bu ortak düşmanı görmemesinin, onun kötü niyetli politikalarını anlamamasının ve bu cani politikaların karşısında durmamasının nedeni olamaz! Düşman ortaktır ancak onunla mücadele yöntemleri her ülkede farklıdır. Amerikalılar bir gün Libya'nın nükleer sanayisini bir gülümsemeyle yükleyip götürdüler, ülkenin füze gelişimini durdurup silahsızlandırdılar, sonra gülümseme bombaya dönüştü ve Libya'nın bombalanmasıyla ekonomik durumu en iyi olan bu ülkenin halkı iç savaşa sürüklendi!

İran'a saldırmak için Irak'ı tepeden tırnağa silahlandıran aynı Amerika, bir gün yalan olduğu ortaya çıkan bir bahaneyle Irak'a saldırdı ve ülkenin tüm altyapısını bombaladı. Sonra da petrol kaynaklarına hâkim olarak bu ülkede olduğu gibi Suriye'de de tekfirci IŞİD teröristlerini bu ülkelerin üzerine saldı. Eğer İran ve Şii merciiyeti olmasaydı şimdi Irak ve Suriye hala bir iç savaşın içinde olacaktı!

Bir gün Sudan'a yönelik baskı ve yaptırımların doruğa ulaştığı bir dönemde İran İslam Cumhuriyeti bu ülkenin yanında yer aldı ve ortak düşmanın Sudan'ı bölme planını bozguna uğrattı ama ortak düşman, Ömer el Beşir'i aldatıcı vaatlerle direniş ekseninden ayırmayı başarınca, Sudan'ı bölerek yok etmeyi başardı ve yıllarca bu ülkede iç çatışma ve kavgalar yaşandı!

2011 yılında bölgede yaşanan İslami uyanışın ardından Mısır halkı, ABD'nin kukla diktatörü Mübarek'i devirerek 25 Ocak’ta bu ülkede tarihi bir devrime imza attı, ancak ne yazık ki iktidara gelen Muhammed Mursi de dahil olmak üzere bazıları Amerika ve İsrail tarafından kandırılıp kendilerini direniş cephesinden bağımsız ve ihtiyaçsız göstermeye çalıştılar, Müslüman Mısır milletinin devrimini İslam dışı ilan ederek İsrail'le yapılan barış anlaşmasına bağlılığı vurguladılar. Bu durum, bu halk devriminin başarısızlığa uğramasına zemin hazırlardı, oysa Mısır halkının temel taleplerinden biri de İsrail ile bağların kesilmesiydi. 9 Eylül 2011'de binlerce öfkeli Mısırlı İsrail büyükelçiliğine saldırdı. Kahire'deki İsrail büyükelçiliğinin önündeki 2,5 metrelik duvarı balyozlarla yıktılar ve büyükelçiliğe girip Siyonist rejimin bayrağını yaktılar, binlerce belgeyi çıkardılar ve bunun sonucunda İsrail büyükelçisi Mısır'dan kaçmak zorunda kaldı. Eğer Mısır halkının seçilmiş yetkilileri ortak düşmana aldanmasaydı ve bugün Gazze sınırındaki Mısır direniş cephesinde olsaydı, İsrail kesinlikle Gazze'yi kuşatamaz ve bu bölgede tüm bu suçları işleyemezdi!

5. Bazılarının Lübnan'daki üçüncü savaş ve 7 Ekim konusundaki düşüncesi bölgeseldir, ancak Amerika ve Siyonistlerin uluslararası bir düşüncesi vardır ve buna farklı şekillerde de olsa dünyaya hâkim olma hedefinin bir parçası olarak bakmaktadırlar; Bir gün gülümsemeyle, bir gün yalan vaatlerle, bir gün yaptırımlarla ve ekonomik baskılarla, bir gün söylentilerle ve savaşlarla, bir gün havan bombalarıyla…! Amerikalılar yüzyılın en büyük meselesi olan İsrail'in Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirme planıyla Filistin davasını sonsuza dek kapatmaya çalışıyorlardı. Netanyahu geçen yıl Birleşmiş Milletler'de bu şeytani komplonun uygulanması talimatını vermiş ve şunları iddia etmişti: “Arapların yüzde 95'inin İsrail'le ilişkisi var ve sadece yüzde 5’lik bir kesimi oluşturan Gazzeliler kalıyor ama onlar da bu denklemin içinde sindirilecekler!” Yani önce Arapları aldatarak, ilişkilerin normalleşmesi için imza attıracak, sonra da Filistin’in dönemin uzlaşmacı liderlerini Oslo ve Camp David anlaşmalarıyla aldatacak ve bu anlaşmaları imzaladıktan sonra Filistinlileri katletmeye başlayacak, Gazze'deki Filistinlileri tamamen katlettikten sonra Lübnan'a gidecek ve bu ülkeyi bir kez daha iç savaşa sokacaktı. Eğer bu uğursuz hedeflerine ulaşırlarsa bir sonraki hedefleri de İran'ı yok etmek olacaktı.

Dolayısıyla İsrail'in mevcut suçları Aksa Tufanı Operasyonunun sonrası ve sonucu değil, yüzyılın anlaşması sonrasında işlenmesi beklenen suçlardır. Ancak Aksa Tufanı Operasyonu, bu rejimin Arapları aldatmak ve daha sonra gönül rahatlığıyla suç işleyebilmek istediği planı boşa çıkardı. Bu operasyon, ilişkileri normalleştirme planı konusunda Amerika ve İsrail tarafından aldatılan bölgedeki İslam ülkelerinin, hatta Arap ülkelerinin ve direnişin yok edilmesi yönündeki büyük tehlikeyi bertaraf eden, cesur ve düşünceli bir önleyici eylemdi. Bu nedenle sahte İsrail ve Amerika rejimi tüm iddialardan vazgeçerek, utanmadan Müslümanlara karşı suç işliyorlar ve bu sadece Gazze ve Lübnan'da bitecek bir olay değil, bu suçların tüm bölgede tekrarlanması yönünde büyük bir plan vardır. Böyle bir durumda ortak düşmanı tanıyıp, birbirimizin arkasında durup ortak hareket etmemiz gerekmez mi?! Olay Gazze ve Lübnan'daki savaşla bitmiyor ki ateşkes ve barış bir son olsun!

Dr. Muhammed Hüseyin Muhterem

YORUMLAR

Haci Bayazit 22 gün önce
Allah’ın selamı rahmeti alemlerin emniyeti islamın beli ve omurgası maneviyatın merhamet ve marifet kaynağı Hüseyni meşrep direniş cephesi ile masum ve mazlumların üzerine olsun. Bu alem Allah(c.c) ın yarattığı bütün gelişme hesabın görülmesi hakkın onurlanıp batılın cezalanması için islam üzerinden iki kuraldan biri imam Ali(a.s) Velayetine bağlı veya verdikleri biati bozup gerisin geri atalarının süfyani batıl parelel dinine uyanlara uygun gelişir. ABD/İsrail bölgelerde oluşan rüzgara tutunur menfaatine uygun yönlendirmeye uğraşır; ama batıl süfyani dinin takipçilerinin kazandığını tarih yazmamıştır. Zira İmam Ali(a.s) ın Velayetine tağbi olmayan mutlaka doğru islamın yolundan sapıtır kaybeder.

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM