Ama mevcut durumda ateşkes mümkün görünmüyor çünkü öncelikle; hiçbir taraf,
direnişin fikrini cezbetmeden Birleşmiş Milletler'de, Paris'te, Doha veya
Kahire'de istikrarlı bir siyasi anlaşmaya varılabileceğini düşünmesin!
İkincisi; Netanyahu'ya savaş ateşini yaymak için açıkça mayın tarama
bombaları, füzeler ve savunma sistemleri sağlayan ABD ve Fransa gibi ülkeler ve
zalim İsrail rejiminin nefes kanallarını sahtekarlıkla açan bölge ülkeleri
dürüst ve liyakate sahip değiller ve Siyonist rejimin suç ve cinayetlerini
bitirmek için müzakere yaptıklarını iddia edemezler ve Filistinlilerin
hayatlarının yeniden inşa edilmesi gerektiğinden bahsedemezler.
Üçüncüsü; bu boyutta suçların işlendiği bir savaşın sona erdirilmesinin
müzakere edilmesinin, zamana ve sahadaki durumun ortaya çıkmasına ihtiyacı
vardır.
Dördüncüsü; Hamas ve Hizbullah liderlerinin şehit edilmesi ateşkesin sonu olmuştur.
Beşincisi; geçtiğimiz haftalarda ABD medyası, İsrail'in önce aldatıcı bir
şekilde Hizbullah'la ateşkes yapmayı kabul ettiğini, ancak daha sonra Seyyid
Hasan Nasrallah'a suikast düzenleyerek ve Lübnan'a yönelik saldırıları
yoğunlaştırarak arabulucuları şaşırttığını bildirdi! İran Cumhurbaşkanı Mesud
Pezeşkiyan da durumun böyle olduğunu açıklamış ve “İran'ın Şehit Haniye
suikastına yanıt vermemesi karşılığında ABD (Biden dahil) ve Avrupa ülkeleri
(Macron dahil) başkanlarının ateşkes vaadiyle ilgili iddiaları yalandı!”
demişti. Pezeşkiyan’ın bahsettiği bu söz, yani Blinken’in verdiği söz, aynı
John Kerry’nin verdiği sözlere benziyor!
Lübnan'ın geçici Başbakanı'nın el Cezire'ye “İsrail'in güney kesimlere
yönelik saldırılarının azaltılmasına ilişkin ABD'den güvence aldık” demesi
üzerine Siyonist rejim, hemen güney kesimlere yönelik saldırıları
yoğunlaştırarak Amerika'nın güvencelerini Necib Mikati'ye gösterdi ve onu
şaşırttı ve o da ateşkesin hiçbir anlamı olmadığını anladı!
Hatta Mikati, Nebih Berri ve Hizbullah'ın ateşkes konusunda anlaştığını
Amerika'ya bildirdiğini ancak onların İsrail'e havan bombası göndererek
Netanyahu'ya Seyid Hasan Nasrallah'a suikast düzenlemesi için yeşil ışık
yaktıklarını söylüyor!
İsraillilerin ve Amerikalıların, hatta ABD seçimlerinin arifesinde bile,
eskisi gibi dünyayı kandırmaya çalıştıkları, artık dar görüşlü herkes için bile
aşikâr olmuştur! Özellikle dünyadaki 15'ten fazla büyük havayolunun Tel Aviv'e
olan tüm uçuşlarının askıya alınmasını önümüzdeki 3 ila 5 ay boyunca uzatması ve
Netanyahu’nun operasyonun adını diriliş olarak değiştirerek yeni bir düzenin
kurulmasından bahsetmesi dikkate alındığında, bölgedeki durum, savaşın yakında
sona ereceğini göstermiyor.
Seyid Hasan Nasrallah'ın şehit edilmesinin ardından Hizbullah,
Amerikalıları ve İsraillileri şok eden saldırılarını yoğunlaştırıp, Siyonistleri
ve Tel Aviv halkını uyararak, “Çantalarınızı toplayın ve zor günlere hazırlanın
çünkü savaşın yeni bir aşamasına girdik ve şehriniz önümüzdeki gün ve
haftalarda savaş sınırları içine girecek!” dedi.
Yemenliler de Amerikalılara bir mesaj gönderdi ve “Sizin için öyle bir Cehennem
hazırlayacağız ki, Vietnam cehennemi onunla kıyaslandığında piknik gibi
kalacak” dedi. Dolayısıyla insansız hava araçları savaşına varan sahadaki
çatışmaların şiddeti, bir ölüm kalım savaşı olan mevcut savaşın kısa vadeli ve
kolay bir savaş olmadığını kanıtlıyor!
2-Her ne kadar İran bölgede barış ve istikrar arayışında olsa da öncelikle İran'ın
diplomatik çabaları; Biden'ın Yahya Sinvar'ın şehit edilmesinin ardından
İsrail'i tebrik etmesi ve İsrail'in İran'a nasıl ve ne zaman saldıracağını
bildiğini iddia etmesi karşısındaki iyimser politikalarından değil, güncel
gelişmelerin derinliği ve hedeflerinin farkındalığından kaynaklanmaktadır. Körfezi
İşbirliği Konseyi ile Avrupa Birliği'nin ortak toplantısı ve yeni yaptırımların
uygulamaya konması, sahadaki sonuçlar açıklanmadan ateşkes için diplomasi zamanı
olmadığının açık işaretidir ve ihtiyatlı olmak yerine iyimser olmaya dair bir
yer bırakmamaktadır! Çünkü sahadaki güncel gelişmelerde her ne oluyorsa
diplomasiden bağımsız olarak sürpriz ilkesine dayanarak gerçekleşiyor ve
aslında Amerika ve Avrupalılar diplomasiyi sahaya feda etmişlerdir ve diplomasi
iddialarının arkasında da saha vardır!
İkincisi; İran'ın çabası, Lübnan direnişinin ateşkesle ilgili her türlü
kararını memnuniyetle karşılamaktır ve Filistin ve Lübnan halkını ve onların
meşru savunmasını desteklemek için bölgesel ve uluslararası bir çabadır.
Üçüncüsü; İran İslam Cumhuriyeti bölgesel ve bölge dışı ülkelerle hücceti
tamamlamaktadır. Tüm bölgenin liderleri, Amerikalı ve Batılı yetkililer İran Cumhurbaşkanı
ve Dışişleri Bakanı'nın Gerçek Vaad-2 Operasyonu temelinde yaptıkları
ziyaretlerde kendilerine ilişkin açık ve net mesajları duymuşlardır. Bu
mesajların temelinde İran'ın, İsrail'in tek başına suç işleyecek kadar güçlü
olmadığını bilmesi yatmaktadır. Diplomatik ve bazı durumlarda gizli mesajların
yanı sıra İran Dışişleri Bakanı Irakçi’nin kamuoyuna açık en net mesajı şudur:
“İsrail'deki tüm hedefleri belirledik!”, “THAAD sistemini yönetmekten ve
işletmekten sorumlu olan ABD kuvvetleri, İran İslam Cumhuriyeti silahlı
kuvvetleri ve Direniş Cephesi için kesinlikle meşru bir hedef olacaktır” ve “İsrail'in
İran'a yönelik olası herhangi bir saldırısından ABD sorumludur.” Bu, İsrail'in
yanı sıra bölgedeki ABD üsleri ve kuvvetlerinin de güvende olmayacağı anlamına
gelmektedir! Dolayısıyla Irakçi’nin ziyaretleri, İran'ın İsrail'in ötesine
geçmeye hazırlandığı mesajını verdi ve Biden, hiç şüphesiz, İran
Cumhurbaşkanı'nın ve bu ülkenin ordu ve yetkililerinin mesajını çok iyi aldı. Bunun
sonucunda mevcut durumu değiştirmek için defalarca özel temsilcisini Lübnan'a
ve dışişleri bakanını da on birinci kez bölgeye gönderdi ancak elleri boş
döndüler.
3- Önemli
bir nokta şu ki, mevcut savaş ve bölgede yaşanan cinayet ve katliamlar,
bazılarının Trump'tan farklı ve diplomasi yanlısı olduğunu ima etmeye çalıştığı
Demokrat Biden'ın emriyle başladı ve onlar yeri geldiğinde Cumhuriyetçilerin
demir elinin Demokratların kadife eldiveninden çıkacağını anlayamadılar ve
artık bölge ülkelerinin ortak düşmanları olan Trump ve Biden'ın, birinin
Nükleer Anlaşma imzalayarak, diğerinin de Nükleer Anlaşmadan çıkarak bölgede
ortak bir hedefinin olduğu ortaya çıktı. Yani Nükleer Anlaşmadan çekilme İran'a
karşı değil, tüm bölge ülkelerine karşı tasarlanmıştı ve bu konu sadece İmam
Hamanei tarafından anlaşılmıştı ve bunu ne İran içindeki yetkililer ne de bölge
ülkeleri liderleri anlayamamıştı!
Dolayısıyla bölgedeki güncel gelişmelerin çıkış noktasının ABD'nin Nükleer
Anlaşmadan çekilmesi olduğu düşünülmelidir. Amerika ve İsrail, Nükleer Anlaşmanın
yeni Ortadoğu'yu gerçekleştirmedeki etkinliğinden hayal kırıklığına uğradıktan
sonra, 2018 yılından bu yana bu anlaşmadan çıkarak, bölgede bu suçları
işlemenin peşine düştü. Bu durum gösteriyor ki, hem Biden hem de Trump, İran'ı,
Gazze, Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen'deki direniş gruplarını fiziksel olarak
ortadan kaldırarak ya da bölgedeki direniş cephesini desteklemek suretiyle
askeri denkleme dahil ederek iki yol arasında bırakıp, bunlardan herhangi birini
seçmesi durumunda onu Nükleer Anlaşma masasına oturtmaya çalışıyordu. Ama
görünen o ki Tahran bilinçli olarak müzakere masasına bakmadan, savaştan
korkmadan ikinci yolu seçmiş, sahayı diplomasi için iyi bir destek haline
getirmiştir ve diplomasinin boyutu, hacmi ve yönü eninde sonunda sahada
belirlenecektir.
4- Lübnan'daki
mevcut gerilimin kökeni temelde Gazze'de yatmaktadır ve Lübnan'daki durumun sakinleşebilmesi
için Gazze'deki krizin sona ermesi gerekmektedir. Dolayısıyla 2006'daki deniz
savaşı İsrail fırkateyni Sa'ar'ın hedef alınmasıyla sona ermiş gibi görünüyor. Ancak
mevcut savaşın sona ermesinin çözümü muhtemelen havada veya Hürmüz
Boğazı'ndadır. Tıpkı Aramco'nun hedef alınması tehlikesini hissettiklerinde
Suudi Arabistan ile Yemen arasında ateşkesi kabul ettikleri gibi, şimdi de
enerji piyasası ve deniz bazlı ticari alışverişlerin gerçek tehlikesini
hissedene kadar, İsrail'e verilen desteğin sona erdirilmesinin ve bir şekilde
Gazze ve Lübnan işgalinin sona erdirilmesinin ve ateşkesin gerekliliğini
anlamayacaklar! Zaten Hürmüz Boğazı'nın kapatılmasının uluslararası bir
gerekçesi var ve tıpkı Avrupa'nın İran uçaklarına semalarını kapatması gibi,
İran da benzer bir karşı önlemle Hürmüz Boğazı'nı Avrupa gemilerine kapatabilir,
tabi Kızıldeniz ve Babülmendep Boğazı direniş grupları tarafından onlar için
güvensiz hale getirilmez ve İran'ın burayı kapatmasına gerek kalmazsa.
Bazıları Hürmüz Boğazı'nın kapatılmasında ısrar etmenin tuhaf bir şey
olduğunu iddia etti! Ama Amerika'nın, Avrupa'nın ve İsrail'in suçları,
tehditleri ve yaptırımları karşısında bunca aşağılama ve iftiraların daha da
tuhaf olduğunu söylemediler!
Görünüşe göre İran Dışişleri Bakanı, İran'ın petrol tesislerine veya
altyapısına yönelik herhangi bir saldırı durumunda Hürmüz Boğazı'nın
kapatılması konusunda İran İslam Cumhuriyeti'nin tutumunu ve böyle bir durumda ne
İsrail'in ne de ABD üslerinin var olmayacağını açıklayabilmiş gibi görünüyor!
Zaten bundan dolayı da hem İran içinde bazıları perişan oldu hem İran dışında
bazıları korktu!
Dr. Muhammed Hüseyin Muhterem