Son haftalarda Lübnan'da direnişin
silahları tartışması öne çıkan konulardan biri haline gelirken, Lübnan hükümeti
ve cumhurbaşkanlığı, ABD’nin dayatmalarına boyun eğerek, Siyonist rejimin devam
eden işgali ve saldırganlığı karşısında Lübnan'daki vahim güvenlik koşullarını
dikkate almadan, bu silahların teslim edilmesini, yani direnişin silahsızlandırılmasını
talep etmiş ve Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım da Cuma gecesi yaptığı
son konuşmada, direnişi silahsızlandırmaya yönelik komplolara karşı bu hareketin
tutumunu açıkça dile getirmiştir.
Şeyh Naim Kasım, Şehit Seyyid
Hasan Nasrallah'ın halefi olarak görevi devraldıktan sonra yaptığı en hassas
konuşmalardan biri olan bu konuşmasında şunları vurguladı: ‘Direnişin silahsızlandırılması
mümkün değildir ve bu silahın Lübnan'ın savunma stratejisinde özel bir yeri
vardır.’
Ancak eğer bazıları Hizbullah
Genel Sekreteri'nin bu tutumlarını durumu tırmandırma çabası olarak değerlendirmek
isterse bu doğru değildir. Aksine, bu tutumlar gerçekçi ve etkili bir direniş tutumunu
temsil etmekte ve Hizbullah'ın Lübnan'ın geleceğini her türlü dış tehdide,
özellikle de Siyonist düşmanın tehdit ve saldırganlığına karşı koruma yönündeki
iradesini göstermektedir.
Şeyh Naim Kasım'ın
bu tutumu, özellikle Donald Trump'ın Ortadoğu'daki tartışmalı temsilcisi Morgan
Ortagus'un temsilciliğinde ABD komplolarının yoğunlaştığı bir durumda son
birkaç ayda direnişe karşı uygulanan çok sayıda siyasi ve medya baskısının
ardından stratejik bir ahlaki tutum olarak tanımlanmaktadır.
Bu arada düşmanın direnişe karşı
yürüttüğü siyasi ve medya komplolarının Lübnan'da direnişin bazı destekçilerini
bile etkilediğini, belki de bazılarının Hizbullah'ın geleceği ve Lübnan'ın iç
denklemlerindeki yeri konusunda yanlış değerlendirmelerde bulunduğunu belirtmek
gerekir. Dolayısıyla Hizbullah'ın bu konudaki gerçek tutumunun bir an önce
resmen açıklanması gerekiyordu.
Şeyh Naim Kasım’ın bu kararlı ve
net duruşunun doğrudan sonuçları şunlar oldu: Hizbullah'a karşı içeride,
bölgede ve uluslararası değerlendirme ve karar alma kurumlarında yapılan pazarlıklar
ortadan kaldırmış ve bugüne kadar Lübnan direnişine karşı uygulanan tüm
baskıların ABD ve İsrail'in istediği sonuçları vermediğini göstermiştir.
Hizbullah Genel Sekreteri, bu hareketin
tutumunu kesin bir şekilde tanımlamakla kalmayıp, Hizbullah'ın silahları ve
bunların Lübnan'ın savunma stratejisindeki yeri konusunu da tam bir akılcılıkla
ele almış, açıklamalarıyla gerçek ve etkili direniş tutumunu dile getirmiştir.
Şeyh Naim Kasım, öncelikle
Lübnan'ın direnişe olan ihtiyacını, onun işgale karşı mücadeledeki rolünü ve
başarılarını anlatmış ve direnişi, Lübnan ordusuyla birlikte ülkeyi korumada,
pek çok tehlike ve tehdidi önlemede etkili bir rol oynayan ve oynamaya da devam
edecek olan bir güç olarak tanıtmıştır.
Şeyh Naim Kasım ayrıca Hizbullah'ın,
Lübnan'ı ve güvenliğini Siyonist rejimin tehditlerine karşı korumak için bir
strateji üzerinde görüşmeye hazır olduğunu vurgulamıştır. Şeyh Naim Kasım'ın bu
konuşmasında alınabilecek en önemli mesajlardan biri şudur: O, Lübnan'daki
mevcut siyasi arenayı yöneten denkleme ve bazı tarafların, Siyonist rejimin
Lübnan topraklarındaki saldırganlığının ve işgalinin ancak direnişin teslim
olması ve silahsızlandırılmasıyla sona ereceği yönündeki iddialarına meydan
okudu ve bu denklemin tam tersini çizdi ve Siyonist rejimin, Lübnan'daki
uğursuz emellerine serbestçe ulaşabilmesi ve bu ülkeyi kendi işgal alanına
dönüştürebilmesi için başlıca hedefinin ve arzusunun direnişi silahsızlandırmak
olduğunun gayet açık olduğunu belirtti. Dolayısıyla direnişin Lübnan savunma
stratejisine ilişkin tutumu, Siyonist rejimin saldırılarının tamamen sona
ermesi, Lübnanlı tutukluların serbest bırakılması ve bu rejimin Lübnan
toprakları üzerindeki işgalinin sona ermesinin ardından açıklanacaktır.
Hizbullah Genel Sekreteri’nin bu
tutumları, Lübnan içindeki düşman ABD ve Siyonist rejim ve onları destekleyen
güçlerin, direnişe karşı baskının etkililiği konusundaki bahislerinin boşa
çıkmasına neden oldu.
Şeyh Naim Kasım, direnişin ateşkes
anlaşmasına uymak ve içerideki düşmana ve destekçilerine mazeret vermemek için
operasyonlarını durdurmasına rağmen Lübnan'ın kaderini ve geleceğini
ilgilendiren kırmızıçizgilerine bağlı kaldığını açıkça ifade etti.
Gözlemciler, Hizbullah Genel
Sekreteri'nin direnişin ulusal denklemdeki yeri konusundaki net ve kararlı
duruşunun, Lübnan hükümetinin eksikliklerinin giderilmesine de yardımcı olacağı
görüşünde ve görünen o ki bir hükümet, düşmanın dayatmalarına tamamen teslim
olmuş durumda ve ABD ve İsrail baskılarına karşı direniş kartını kullanmak
istemiyor.
Şeyh Naim Kasım, Lübnan
hükümetine, eğer ülkenin durumunu iyileştirmek, istikrar ve güvenliği sağlamak
için gerçekten siyasi iradeye sahipse, direniş kartını kullanarak Lübnan'ın
konumunu güçlendirmesine ve ülkeyi bölgesel dalgalanmaların oluşturduğu
tehlikeden, en önemlisi de Siyonist rejimin tehdit ve saldırganlığından
korumasına olanak tanıyan bir denklem sundu.
Lübnan çevreleri, Hizbullah Genel
Sekreteri'nin bu tutumunu dile getirmesinin, özellikle Lübnan halkının,
hükümetin Siyonist rejimin saldırıları karşısında hareketsiz kalması nedeniyle
ülkenin güvenlik durumu konusunda endişe duyduğu bir ortamda gerekli bir konu
olduğuna inanıyor.
Direniş yanlısı bir medya kuruluşu
olarak değerlendirilmeyen ve tarafsız bir duruş sergileyen Lübnan’ın El-Neşre adlı
internet sitesinin önde gelen yazar ve analisti Tony Hori analitik bir makalesinde
Lübnan hükümetinin direniş silahlarına yönelik sorumsuz tutumunun sonuçlarını değerlendirdi.
Bu makalenin özeti şöyledir:
Lübnan hükümetinin, Hizbullah'a
silah vermenin risklerini ve sonuçlarını düşünmeden, bu örgütün
silahsızlandırılmasını talep ettiği anlaşılıyor. Lübnan'daki direnişin
silahsızlandırılması senaryosu, ülkenin birçok stratejik ve güvenlik sorunuyla
karşı karşıya kalmasına neden olacaktır. İsrail'in saldırı ve işgalinin
gölgesinde Lübnan ve bölgenin gergin koşullarda olduğu bir durumda, Hizbullah'ın
Lübnan'da silahsızlandırılması, Lübnan hükümetinin de karmaşık güvenlik
sorunlarıyla karşı karşıya kalacağı ve ülkeyi kendisinin koruyacağına söz
vermesi gerektiği anlamına geliyor.
Lübnan'ın güney sınırlarında
İsrail'in devam eden tehditleri ve Suriye ile sınır gerginliği, Lübnan'ın
savunma sistemini temelden değerlendirmesini gerektiriyor ki zaten Lübnan
ordusu yeterli donanıma sahip değil ve resmi bir ordu gibi tam donanımlı değil.
Lübnan ordusunun şu anki en büyük sorunu savunmasının zayıf olmasıdır. Bu ordu,
orduların etkin savunma stratejisinin omurgası olan hava savunma sahasında
adeta felç durumdadır.
Lübnan ordusunun etkin bir savunma
teşkilatına ve hava tehditlerine karşı gelişmiş savaş uçakları ve sistemlerden
oluşan entegre bir sisteme sahip olmadığı, dolayısıyla her türlü hava tehdidine
karşı savunmasız olduğu ve ülkeyi savunamadığı herkes tarafından bilinmektedir.
Lübnan içindeki bazı kesimlerin
Hizbullah'ın askeri gücü ve silahlarına yönelik çok sayıda eleştirisine rağmen,
onlarca yıldır bu hareketin silahlarının, özellikle İsrail tehditleri olmak
üzere dış tehditlere karşı Lübnan için her zaman en büyük caydırıcı unsur
olduğunu ve direnişin silahsızlandırılmasının ülke için büyük bir güvenlik
boşluğu yaratacağını kabul etmeliyiz.
Direniş silahlarının bulunmamasından
kaynaklanan güvenlik boşluğunun doldurulması ancak Lübnan ordusunun etkin
kabiliyet ve donanıma kavuşmasıyla mümkün olabilir; ancak bu mümkün değildir.
Çünkü Lübnan ordusu üzerinde tam kontrole sahip olan ABD başta olmak üzere yardımda
bulunan uluslararası taraflar, ordunun gerektiği gibi silahlandırılmasına izin
vermiyor ve orduya sağladıkları yardımlar, başta İsrail olmak üzere büyük
tehditlere karşı etkili olmayan hafif silahlarla sınırlı kalıyor.
Direnişin silahlarına gelebilecek
herhangi bir zararın Lübnan hükümeti açısından sonuçları konusunda şunu
söylemeliyiz: Lübnan hükümetleri, direniş silahlarının varlığı nedeniyle
çeşitli dönemlerde bazı kesimler tarafından baskı altına alınmış ve
eleştirilmiş olsalar da Hizbullah'ın elindeki silahın Lübnan hükümeti açısından
olumlu yanı, bu hareketin, gayrı resmi ve kamuoyuna açık olmasa da ülkeyi
savunmakla sorumlu olarak tanıtılması ve dış tehditlerle ve Lübnan'a yönelik
herhangi bir saldırının sonuçlarıyla mücadele sorumluluğunun Hizbullah'ın
omuzlarına yüklenmesiydi. Ancak direnişin silahsızlandırılması durumunda, bu
sorumluluğu doğrudan Lübnan hükümetinin üstlenmesi gerekir ancak Lübnan
hükümeti bu konuda henüz bir yetenek göstermemiştir.
Hizbullah'ın silahsızlandırılması
durumunda Lübnan ordusu da karmaşık zorluklarla karşı karşıya kalacaktır. Öyle
ki, işgal altındaki Filistin ve Suriye ile Lübnan sınırına eş zamanlı olarak daha
fazla güç konuşlandırmalıdır ancak Lübnan'ın içinde bulunduğu ağır ekonomik
kriz nedeniyle yeni güç toplanması mümkün değil ve ülke, ordusunun şu anda
asker ve personelinin maaşlarını düzenli olarak ödeyememektedir.
Son olarak konuyu doğru
anlayabilmek için Suriye'deki gelişmelere bir göz atmak gerekiyor. İsrail'in bu
ülkeye yönelik sürekli saldırıları ve Beşşar Esad iktidarının devrilmesinden
sonra askeri kabiliyetini yok etmesi, bu rejimin bölge ülkelerine yönelik
önceden planlanmış niyetlerini açıkça ortaya koymakta ve İsrail'in amacının
bölgedeki tüm ülkelerin, özellikle de kendisine tehdit oluşturan ülkelerin
askeri kabiliyetini zayıflatmak olduğunu ve bölgede üstün askeri güç olmak
istediğini kanıtlamaktadır. Bu nedenle Lübnan yetkililerinin ülkenin askeri
gücü, özellikle de direnişin silahları konusunda uyanık olmaları gerekiyor.