Trump-Netanyahu-Erdoğan Üçgeninde Yeni Ortadoğu Düzeni

GİRİŞ: 12.04.2025 10:24      GÜNCELLEME: 12.04.2025 10:24
Rasthaber -    Gazeteci Mehmet Ali Güller sosyal medya hesabı youtube üzerinden yaptığı yayında Trump-Netanyahu-Erdoğan üçgeninde yeni Ortadoğu düzeni konusunu ele aldı.

Güllerin değerlendirmesi şu şekilde;

Trump ve Netanyahu yüklü bir ajandayla Beyaz Saray'da buluştular. Gündemlerinde Erdoğan da vardı. Trump, Suriye'de Türkiye ile İsrail'in karşı karşıya gelmemesi için devreye gireceğini açıkladı.

Peki, Türkiye ve İsrail neden Suriye'de karşı karşıya geliyordu? Ve o karşı karşıya geliş riski sürüyor mu? Yoksa bazı açıklamalarla tansiyon düşürüldü mü? Ve Trump bu konuda nasıl bir yol izleyecek? Ayrıca Washington, İran'a karşı Türkiye ile İsrail'i aynı cepheye sürme hedefini gerçekleştirebilecek mi? Ve Trump iddia ettiği gibi iyi arkadaşı olan Erdoğan'a her istediğini yaptırabilecek mi? Bugün bu sorulara yanıt arayacağız.

Trump İle Netanyahu’nun Yüklü Ajandası

Amerikan Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Beyaz Saray'da yüklü bir ajandayla bir araya geldiler. Gündemlerinde Gazze vardı, gündemlerinde İran vardı, gündemlerinde gümrük vergisi vardı ve gündemlerinde Türkiye'de vardı. İkili son dakika ortak basın toplantısı yapmak yerine oval ofiste sınırlı sayıda gazeteciye açıklama yapmaya karar verdiler. O açıklamaları önce ele alalım, sonra bizi ilgilendiren Türkiye boyutuna bakacağız.

Önce Gazze ile başlayalım. Biliyorsunuz Trump göreve başladıktan sonra bir Gazze planı açıklamıştı. Filistinlileri buradan çıkarıp şehri baştan inşa etmeyi savunmuştu.

Bu özetle Gazze'yi Filistinsizleştirme projesiydi aslında. Bu konu Trump ve Netanyahu'nun Beyaz Saray buluşmasında da gündeme geldi. Ve Trump aynen şöyle dedi: “Böylelikle özgür bir bölge oluşur, her gün insanların ölmeyeceği bir yer olur. Orası aslında çok acayip bir yer ama şimdi kimse orada yaşamak istemiyor. Hamas var, bir sürü sorun var, ölüm orada akıl almaz düzeyde yüksek.

İsrail niye orayı bıraktı hiç anlamıyorum. İsrail Gazze'yi asla bırakmamalıydı. Şimdi dünyanın en tehlikeli yerlerinden biri. Gazze bir ölüm tuzağı.”

Evet ne çok şey söylenebilir bu laflar üzerine. Ama biz gelin kısaca emperistlerin vicdanı da yoktur, ahlakı da yoktur diyelim ve burada bu konuyu kapatmış olalım ve Netanyahu'ya geçelim. Çünkü ona da söyleyeceklerimiz var. Bakınız o da Gazze konusunda aynen şöyle diyor:

“Trump'la yeni bir anlaşma üzerinde çalışıyoruz. Anlaşma Hamas'ın Gazze'deki mevcudiyetini yok etmeyi ve Gazze halkına nereye gitmek isterlerse gitme seçeneği sunmayı hedefliyor. Onları biz oraya kilitlemedik.

İnsanlara seçenek sunmak kötü bir şey mi? Eğer Gazze'liler gitmek istiyorsa bazı ülkeler onları almaya hazır.” Evet yani bu sözlerin üzerine ne desek az kalır. Hangi lafı etsek eksik kalır. Netanyahu değil, Netennazi diyelim ve kapatalım.

Evet gelelim İran konusuna. İkilinin gündeminde İran'da vardı. Ve bu konuda da Trump şöyle dedi: “İran'la doğrudan görüşüyoruz. Belki de harika olacak bir anlaşma yapılacak. Bu İran için gerçekten harika olur. Bunu söyleyebilirim. Cumartesi günü en üst düzeyde bir araya geleceğiz ve nasıl sonuçlanacağını göreceğiz.”

Evet geçen hafta tehditler vardı. Nükleer üstlerinizi bombalayacağız diyordu. Şimdi harika bir anlaşma yapabiliriz demeye başladı. Evet doğru. Heyetler görüşecek. Amerikan ve İran heyetleri cumartesi günü Umman’da görüşecekler.

Trump anımsarsanız önce İran'a tehdit dolu bir müzakere mektubu göndermişti. Tabi reddedilmişti tehditler nedeniyle. Ardından da Trump reddedilince mektubu İran'ın nükleer üstlerinin tesislerini bombalama tehdidi savurmuştu.

Tahran'da Amerika'ya bunun karşılığını vereceğini ilan etmişti. Elbette İran Irak değil, Libya değil, Suriye değil. Amerika'nın öyle açık bir saldırıya soyunabilmesi çok zayıf bir ihtimal.

Dolayısıyla müzakere yapmak zorunda olan yani Trump'ın o tehdit dolu şartlarını içermeyen türden bir müzakere yapmaya mecbur olan aslında Amerika'dır.

Neyse gelelim şimdi asıl konumuza. Trump ile Netanyahu'nun buluşmasındaki ana başlıklardan biri de Türkiye'ydi. Türkiye ile İsrail'in Suriye'de karşı karşıya gelmesiydi. Trump bu konuda Netanyahu'ya bir güvence vermiş. Aynen şöyle dedi: “Türkiye ile yaşadığınız her sorunu çözebileceğimi düşünüyorum.” Evet İsrail'e diyor ki Türkiye ile yaşadığınız her sorunu çözebileceğimi düşünüyorum. Peki nasıl çözecek Trump? Yani sorunu nasıl ortadan kaldıracak? Bunu aslında başka türlü çözeceğini ifade etmiş oluyor şu yanıtıyla.

“Erdoğan ile çok iyi ilişkilerim var. Basının Erdoğan'ı sevmeme kızdığını biliyorum ama ben seviyorum. O da beni seviyor ve hiçbir sorunumuz olmadı.”

Ne güzel. Trump'ın Erdoğan ile birbirimizi seviyoruz dediği o saatlerde ise Türkiye'de propaganda aygıtları yine sosyal medyada kesintisiz çalışmasını elbette sürdürüyordu. AKP yerli ve milliydi. Muhalefet CHP ise Amerikancıydı, İngilizciydi. Evet bunu da bir dipnot olarak verelim.

Şimdi meseleyi biraz açmaya başlayalım. Şimdi Trump'ın bizzat devreye girmesini bu görüşmede yani 7 Nisan günlü görüşmede Netanyahu'nun bizzat istediği Beyaz Saray'daki bu buluşmada istediği anlaşılıyor. Çünkü açık açık şöyle diyor Netanyahu gazetecilere yaptığı açıklamada da Türkiye ile çatışma istemiyoruz.

Evet Netanyahu ayrıca şöyle de söylüyor. Dedi ki “Trump ile Türkiye ile çatışmayı nasıl önleyebileceğimizi konuştuk.” Gerçi bu açıklama 7 Nisan'da ama 3 gün önce de benzer bir açıklama tersinden Ankara'dan gelmişti.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan 4 Nisan'da İsrail ile karşı karşıya gelmek istemiyoruz demişti. Yani önce Fidan söyledi ardından Netanyahu da söyledi. Böylece iki taraf aynı açıklamayı yapmış oldu. Böylece de aslında bir nevi Suriye'de yükselen tansiyon birbirleri hakkındaki bu karşılıklı çatışma istemiyoruz karşı karşıya gelmek istemiyoruz şeklindeki beyanlarıyla o tansiyon düşürülmüş oldu. Peki yani bu tansiyonun yükselmesine neden olan üst konusu ortadan kalkıyor mu bu durumda? Biraz bunu yanıtlamaya çalışalım. Şimdi önce üst meselesini bilmeyenler için hatırlatalım.

Türkiye'nin Suriye'de Suriye'nin ortasında Humus'ta T4 Tiyas hava üssünü kontrol etmek istediği iddia edilmişti. Gerçi Milli Savunma Bakanlığı sonrasında bunu doğrulamadı ama AKP medyası günlerdir bunu yazıyor çiziyor zaten. Hatta ne ayrıntılar ne ayrıntılar var.

İşte Hisar düzeleri yerleştiriliyor. Teknik bir takım ekipler gidecek vesaire gibi. Hatta iddialardan biri de şu üssün inşası sırasında güvenlik amacıyla T4 üssüne ve Palmira'ya Türkiye S-400 kuracak diye de bir iddia da var.

İnsanın aklına tabii S-400'ü oraya kurunca hani Türkiye Amerika'yla o yükten mi kurtulmaya çalışıyor gibi deli deli sorular da geliyor ama parantezi kapatıp esas meseleye gelelim. Şimdi bu iddialar ortaya çıktığında İsrailli yetkililer de pek çok İsrail gazetesine bu konuda açıklamalar yaptılar ve özetle Türkiye'nin Suriye'de askeri üst kurma ihtimalini kendileri için potansiyel tehdit ilan ettiler. Bu yönde açıklamalar yaptılar.

Ve ardından ne oldu? 2 Nisan'da İsrail ağır bir hava saldırısı düzenledi. Hava saldırısı yaptıkları yerlerden biri de işte bu konuşulan Türkiye'nin konuşlanacağı söylenen T4 üssüydü. İsrail bu üssüde vurdu. Daha ilginci şu bu saldırısından sonra İsrail Hava Kuvvetleri'nin İsrail Dışişleri Bakanı Katz bir açıklama yaptı. Ve açıklamasında doğrudan Suriye'nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmet El Şaray'a seslendi. Dedi ki İsrail'e düşman güçlerin Suriye'ye girmesine izin verirseniz çok ağır bedel ödersiniz.

Kastettiği elbette Türkiye'ydi. Ama işte az önce de belirttiğim gibi 2 gün sonra yani bu hava saldırısından 2 gün sonra 4 Nisan'da Fidan Reuters'e konuştu ve İsrail ile Suriye'de karşı karşıya gelmek istemiyoruz dedi. İşte 3 gün sonra Beyaz Saray'da da bu kez Netanyahu Türkiye ile Suriye'de karşı karşıya gelmek istemiyoruz dedi.

Peki bu açıklama yani Netanyahu'ndan önce Fidan'ın 4 Nisan'da yaptığı bu açıklama İsrail ile karşı karşıya gelmek istemiyoruz demesi Ankara'nın üst talebinden vazgeçtiği anlamına gelir mi? Doğrusu ben sanmıyorum. AKP iktidarının bu konuda iddiasını sürdüreceğini düşünüyorum. Ama tabi bu arada başka iddialar da var.

Deniliyor ki 2 Nisan'daki bu hava saldırısından sonra tansiyon yükselip de İsrail ile Türkiye'nin karşı karşıya gelme riski artınca Amerika devreye girdi. Ve o devreye girişin sonucunda da şu anda Ankara ile Tel Aviv heyetleri Suriye'de bir çatışmasızlık hattı oluşturulması konusunda bu konunun üzerinde çalışıyorlar diye iddialar da var göreceğiz. Şimdi biz yeniden Washington'un açıklamalarına dönelim ve meseleye biraz böyle kuş bakışı bakmaya çalışalım.

Amerika Türkiye İle İsrail'i Aynı Hedefte Buluşturmak İstiyor

Bakınız Amerika'nın Suriye'de karşı karşıya gelen Türkiye ile İsrail'i aynı hedefte buluşturarak bu sorunu aşmayı ve bunun üzerinden de kendi hedefine ulaşmayı amaçladığı görülüyor. Benim okumam bu şekilde. Tekrar edeyim yani Suriye'de diyelim Türkiye ile İsrail karşı karşıya geldi ya karşı karşıya gelen bu iki kuvveti aynı hedefte buluştururum diyor. Aynı hedefte buluşacakları için hem kendi aralarındaki sorunları aşmış olurlar hem de benim hedefime eklemlenerek benim hedefimi de kolaylaştırmış olurlar diyor Amerikan yetkililerinin yaptığı açıklamalardan çıkan okuma sonuç.

Şimdi peki nedir o hedef derseniz o hedef İran. Aslında bunu çok açıkta söylüyorlar öyle bulmaca çözmüyoruz yani ben bu analizi yaparken hani böyle kılı kırk yaran şeyler çıkarmıyorum notlardan. Tamamen Amerikalı resmi yetkililerin yaptığı açıklamaların analizi bu. Gelin bu açıklamaların bazılarını hatırlayalım. Bakın Amerikan Dışişleri Bakanlığı 26 Mart'ta Fidan ile Rubio görüşmesinden sonra resmi bir açıklama yaptı ve o açıklamada dedi ki iki taraf Suriye'nin İran'ın istikrar bozucu faaliyetlerinin güzergahı olmayacağı konusunda mutabık. Bunun anlamı ortada. Bakınız önceki yayınlarda da konuştuk Amerika'nın yeni bir büyük eltisi gelecek Ankara'ya. Thomas Barack 77 yaşında bir iş adamı. Üstelik Trump'un çok eski arkadaşı Trump bunu Beyaz Sıray'da özel kalem müdürü yapmak istedi kabul etmedi. Türkiye'ye gelmeyi kabul etti. Onun da AKP medyasında Osmanlı vatandaşının torunu diye güzellendiğini konuşmuştuk. Daha önceki yayınımızda var. Her neyse. Bakınız Tom Barack 1 Nisan'da Amerikan Senatosu'nda görev onayı ile ilgili toplantıda çeşitli konularda açıklamalar yaptı.

Burada yaptığı açıklamada; Türkiye'nin hangi rolü oynayacağını, kendi perspektiflerinden hangi rolü oynayacağını, hangi Amerikan projesine eklemlenmeye çalışılacağını çok net söyledi. Aynen şöyle dedi:

Türkiye'nin, Başkan Trump'ın İran'ın Orta Doğu'daki nüfuzuna karşı yürüttüğü azami baskı kampanyasının önemli bir ortağı olduğunu söyledi. Thomas Barak. Evet.

İran'a karşı Amerika'nın yürüttüğü kampanyanın ortağı dedi. Her şey ortada açık. Ve bakınız. Barak Başkan ne dedi? Suriye'de Esad'ın devrilmesiyle hem Amerika'ya hem İsrail'e hem de Türkiye'ye alan açıldığını söyledi. Suriye'de İran'a yakın bir ismin Esad'ın devreden çıkması Amerika, Türkiye ve İsrail için çok iyi bir gelişme dedi.

Bakınız bütün bu açıklamalarda İran hedef Amerika, İsrail ve Türkiye üçlüsüyle bir çıkar ortaklığı şeklinde sunuluyor. Hepsi ortada. Yani öyle çok derin büyük analizler yapmaya gerek yok. Her şeyi açık açık söylüyorlar. Açık açık konuşuyorlar. Bakınız burada bir parantez de açayım.

Hakan Fidan son günlerde demin Roy Terse yaptığı röportajı aktardım ama son olarak dün Irak Televizyonu'na yaptığı önemli bir röportaj var. O röportajın İsrail'le ilgili bölümünü size aktarmak istiyorum. Şöyle diyor.

“İsrail'de iki tane ana akım düşünce var. Birinci düşünce grubu bölgeyle gerçekten saygıya, sevgiye ve karşılıklı ilişkilere dayalı bir ilişki geliştirmek ve İsrail'i böylece daha güvenli hale getirmek. İkinci düşünce bölge ülkelerini hep zayıf ve iç karışıklık içerisinde tutarak İsrail'i güvenli tutmak. Netanyahu bu ikinci gruba mensup.”

İlginç bir açıklama değil mi? Yani İsrail'de iki akım var. Bir akım barış istiyor. Bir akım da bölge ülkelerini karıştırmayı istiyor diye bir analiz yapmış.

Şimdi dahası da var. Şöyle de diyor Dışişleri Bakanı Fidan. Irak Televizyonu'na yaptığı bu röportajında diyor ki; “Sayın Şara'ın yani Suriye'nin geçici cumhurbaşkanının bölge ülkelerinin hiçbiri için bir tehdit oluşturmamaya yönelik politikası İsrail'i de içeriyor. Gördünüz mü? Ve ekliyor. İsrail'in de bu nedenle burada sorumlu davranması önemli.”

İlginç tabii. Yani Aralık öncesine dönün. 27 Kasım'da biliyorsunuz HTŞ İdlib'den Türkiye desteğiyle çıktı.

8 Aralık'ta da Esad rejimi devrildi. Şimdi ondan öncesinde İran'ın doğrudan Filistin'e uzanan bir yardım hattı vardı. Irak'ın kuzeyi Suriye ve Lübnan'dan Filistin'e uzanan bir hattı buna direniş hattı da diyorlardı. İsrail de bu eksenin kesilmesini istiyordu. Şimdi bu kesilmiş oluyor. Ve daha ötesinde Türkiye İsrail'e diyor ki Suriye Cumhurbaşkanı'nın tehdit oluşturmama politikası sizi de kapsıyor. Size de tehdit oluşturmuyor diyor. Ve zaten Amerikalı yetkililerle de işte az önce söylediğimiz gibi Suriye'de İran'ın yeniden istikrar tırnak içinde onların ifadesiyle istikrar bozucu faaliyetlerde bulunmamasında mutabıkız denilmiş oluyor.

Neresinden bakarsanız bakın bu açıklama sanki biraz uzlaşma çağrısı gibi kokuyor. Bilmem siz ne düşünürsünüz. Şimdi gelelim Amerika açısından esas olana.

Amerika ve İsrail'in Orta Doğu'daki Temel Hedefi

Bakınız Orta Doğu'da Amerika ve İsrail'in temel hedefi İran'ı çevrelemek ve ağır bir baskı kampanyası uygulayarak zayıflatmak. Daha önce söyledim. Yani açık bir savaş ilan edebilmeleri, öyle işgale falan soyunabilmeleri mümkün değil. İran çok güçlü bir ülke. Irak değil, Libya değil, Suriye değil. Hem güçlü bir ülke hem uzun zamandır ambargo altında olduğu için kendi kendine yetmeyi becermiş bir ülke. Kendi milli silahlanmasını sağlayabilmiş bir ülke. Tabii bir yandan da hem coğrafi derinliği olan bir ülke hem de daha kalabalık bu saydığım diğer işgal edilmiş üç ülkeye göre daha geniş bir nüfusu var. Dolayısıyla öyle Amerika ve İsrail'in açık bir saldırıya bir işgale soyunabilmesi mümkün değil. Ama tabii yine kendi ifadeleriyle söylersek ki ona en açık Thomas Barak söyledi. Ağır bir baskı kampanyası uygulayacakları da ortada. Şimdi bu ağır baskı kampanyası ne olur? Tabii ağır bir çevreleme olur, ağır bir ambargo olur. Hatta zaman zaman kimi suikastler, zaman zaman sabotajlar, zaman zaman elektrik santrallerinin vurulması, çeşitli kritik teknolojik tesislerin vurulması gibi sabotajlara elbette soyunabilirler. Geçmişte olduğu gibi bu kimseyi şaşırtmaz.

Şimdi gelelim bir başka hedefe yani Amerika ve İsrail'in ortak hedefi İran'ı zayıflatmak ama bir de İsrail'in bölgede kendine özel bir hedefi daha var. O da doğrudan Suriye ile ilgili. Nedir o? O da şu, İsrail Suriye'de işgal ettiği bölgeyi elinde tutmaya ve burayı genişletip bir tampon bölge yapmayı arzuluyor. Tampon bölge yapmanın merkezinde Golan Tepeleri vardı. 67'deki savaştan beri işgal ettiği bölgeydi. Şimdi HTŞ'nin Esad'ı devirmesini fırsat bilip hatırlıyorsunuz Golan'dan girdiler. Hermon Dağı'nın yamacı vesaire hatta işte Şam'a 13 kilometreye kadar geldiler, buralara genişlediler. Ve açık bir şekilde İsrail Dışişleri Bakanı Katz başta olmak üzere pek çok İsrailli yetkili sonradan da girdikleri bu işgal ettikleri yerlerden kesinlikle çıkmayacaklarını söylediler. İsrail'in zaten başından beri buraya bir dürzi bölgesi inşa ederek Şam rejimiyle kendisi arasında bir tampon olmasını sağlayan bir hedefi vardı. Bu daha İsrail, Amerika ve Atlantik saldırısı Suriye'ye başlamadan önce de İsrail'in zaten hedefiydi. O süreçler boyunca da hem Amerika'nın hem İsrail'in Irak'la Suriye'yi bölüp çeşitli parçalarını da birleştirerek yeniden Orta Doğu'yu dizayn etmek gibi hedefleri de vardı. Yani Irak'ın kuzeyindeki Kürt bölgesi ile Suriye'nin kuzeyinde bir Kürt bölgesi ayırıp bunları birleştirmek ve bunu Doğu Akdeniz'e açmak. İşte Sünni bölgesi için ortada Suriye'nin doğusuyla Irak'ın ortasını birleştirmek. Irak'ın güneyinde bir Şiiistan sonra Suriye'nin güneyinde bir dürziistan ve sahilde de Aleviler için bir bölge. Yani hem Suriye'yi hem Irak'ı 3'e 4'e birleştirip bunları da sonra birleştirip toplam 5 parçalı bir harita çizmek istiyorlardı. Her neyse şimdi bundan tamamen vazgeçmiş değil aslında İsrail.

Hala federal bir Suriye kurarak Suriye'nin güneyinde kendinin bulunduğu işgal ettiği topraklardan kurulu bir tampon bölge ve onun üstünde bir dürzi bölgesini istiyor İsrail. Böyle bir hedefi var. Tabi Esad'ın devrilmesi neticede İsrail'in bu hedefine ulaşmasını kolaylaştırmış oldu.

Suriye'deki İran varlığı etkisizleşti ve İsrail'de Suriye'deki işgalini genişletmiş oldu. Ha bu arada Ankara'da tabi HTŞ üzerindeki nüfuzunu kullanarak Suriye'de uzun dönemli askeri varlık bulundurmayı arzuluyor. Esad'ın devrilmesi de Türkiye'ye AKP hükümetine böyle bir fırsat doğurdu.

Şimdi bunlar bölgedeki çıkar çatışmaları ve denklemler. Ama işte Amerika bunların hepsini bir potada eritmeyi planlıyor. İşte yeni Amerikan büyükelçisi Tom Barak'ın söylediği de aslında tam buydu. Yani Esad'ın devrilmesi Türkiye'de yaradı, Amerika'ya da yaradı, İsrail'e de yaradı demesi bundandı. Trump yönetimi Ankara'yla Tel Aviv merkezli bu karşı karşıya görünen denklemleri Washington'un stratejik çıkarlarına eklemlemek istiyor. Bakınız bunun için de işe önce HTŞ-SDG anlaşmasını yaparak başladılar biliyorsunuz.

O anlaşma tamamen Amerika'nın garantörlüğünde, ara buluculuğunda, koordinatörlüğünde yapıldı. Ve federal bir Suriye oluşmasını sağlayacak o 12 madde içerisinde çeşitli ifadeler var ki daha önce bu konuda yayın yaptık. Kaçırmış olanlar bulup izleyebilir.

Şimdi bakınız Suriye'yi bir bakıma Türkiye ile İsrail'in etki alanları olarak aslında paylaştırarak bu etki alanlarına Amerika iki gücü asıl hedefine kanalize etmeye çalışıyor. Yani Suriye'nin bir tarafında senin etki alanı olsun diğer tarafında öbürünün etki alanı olsun ama siz gelin gücünüzü de aynı hedefte yani İran'a karşı ağır baskı kampanyasında yan yana getirin demiş oluyor Amerika. Amerika'nın planlaması bu.

Amerika'nın Türkiye'yi İran Tuzağına Düşürmek Gibi Bir Gayesi Var

Trump bunu nasıl yapacak peki? Bunu işte tıpkı ilk döneminde olduğu gibi Erdoğan'la kişisel ilişkisi üzerinden kurabileceğini hesaplıyor. İşte çok iyi arkadaşım ilişkimiz şöyle iyi böyle iyi basın bu ilişkiden rahatsız olsa da o beni seviyor ben onu seviyorum gibi laflar tam da bu nedenle. Fakat bu işler Erdoğan'ın Trump'la iyi geçinip geçinmeme meselesine bağlı olamayacak kadar Türkiye açısından kritik öneme sahip. Çünkü bu planlama özetlemeye çalıştığım bu planlama Türkiye'nin çıkarına değil. Dolayısıyla Amerika'nın Irak ve Suriye tuzaklarından sonra bir de Türkiye'yi İran tuzağına düşürmek gibi bir gayesi var bu planlamanın içinde. Dolayısıyla Türkiye'yi tuzağa düşürebilecek bu planlamaya karşı bunu bozmaya çalışmak Türkiye'nin bağımsızlıkçı, bölgeci tüm muhalif güçlerinin en önemli işidir şu anda.

Tüm yurtseverlerin görevi bu Amerika-İsrail planına karşı çıkmaktır. Türkiye'yi İran'la karşı karşıya getirmeyi hedefleyen bu planı bozmaktır herkesin görevi. Evet beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum.

 

 

 

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM