İngiltere basınında geçtiğimiz hafta, Münih’te yapılan
güvenlik konferansı ve Başbakan Starmer’in Ukrayna konusundaki açıklamaları
gündemdeydi. Starmer Avrupası kıtasının geleceğinin Ukrayna’nın savunulmasına
bağlı olduğunu söyledi.
Muhafazakar Parti Lideri Kemi Badenoch ve Reform Uk lideri
Nigel Farage’ın konuşmacılar arasında olduğu çeşitli ülkelerden sağcı
politikacı ve işadamlarının biraraya geldiği Londra’daki ARC konferansı da basında
yer alan önemli haber başlıklarından biriydi. Burada da ana muhalefet lideri
Badenoch Batı medeniyetinin ve tüm dünyanın geleceğini Muhafazakar Parti’nin
İngiltere’de iktidara gelmesine bağladı.
İngiltere gazetelerinde ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan ve eşi
Emine Erdoğan ile ilgili yazılar da yayınlandı. The Guardian gazetesindeki
yazıda Emine Erdoğan’ın devlet destekli “Sıfır Atık” projesinin övgüyle
karşılanmasına rağmen Türkiye’nin gelinen noktada dünyanın çöplüğü haline
geldiği anlatılıyor. The Economist dergisi ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2028
seçimleri için şimdiden hazırlıklara başladığını ve bu bağlamda Türkiye’yi daha
zorlu günlerin beklediğini yazdı.
The Guardian gazetesinde “Sıfır Atık ülkesi olacağını söyleyen
Türkiye Avrupa'nın çöplüğü oldu” başlığıyla yayınlanan Alexander Clapp imzalı
haberde, Çin’in çöp almayı bırakmasının ardından Türkiye'nin Avrupa'nın geri
dönüşüm merkezi haline geldiği ancak plastiklerin çoğunun geri dönüştürülemeyip
zehirli atık yığınlarına dönüştüğü ifade ediliyor. Yazı Clapp’ın “Waste Wars:
Dirty Deals, International Rivalries and the Scandalous Afterlife of Rubbish”
isimli kitabından bir bölümün makaleye dönüştürülmüş hali.
Yazar Clapp Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine
Erdoğan’ın 2017’de, sonraki 15 yıl içinde Türkiye'nin kendisini "sıfır
atıklı" bir ülkeye dönüştüreceğini ilan ettiğini ve bu girişimin
başlangıçta Birleşmiş Milletler'den Dünya Bankası’na varıncaya değin pek çok
kurum tarafından ödüllendirildiğini aktarıyor. Clapp, bütün bu uluslararası
övgülere karşın Emine Erdoğan’ın "gelecek nesiller için yaşanabilir bir
dünya, temiz bir Türkiye" sloganıyla başlatılan devlet destekli “Sıfır
Atık” projesinin ilan edilmesinin ardından Türkiye’nin çok kısa bir sürede,
gezegendeki en büyük plastik atık ithalatçılarından ve haliyle en büyük ve
zehirli çöplüklerinden biri haline geldiğini Adana’dan detaylı örneklerle
anlatıyor.
Plastik geri dönüşümünün büyük ölçüde bir kandırmaca
olduğunun belirtildiği yazıda ayrıca bu geri dönüştürülmesi mümkün olmayan çöp
yığınlarının nerede istifleneceğinin, ülkelerin ekonomik gelişmişliğiyle
alakalı olduğuna dikkat çekiliyor ve artık yoksul ülkelerin Batı'nın çöp
bidonlarına dönüştüğü vurgulanıyor. Yazıda 2017 yılında Emine Erdoğan'ın
Türkiye'yi sıfır atık ülkesi ilan etmesinden birkaç hafta sonra, Çin Komünist
Partisi’nin artık ülkesine çöp kabul etmeyeceğini dünyaya duyurduğu
hatırlatılıyor. Devamında Çin'in çöp ithalat yasağı kararından birkaç ay sonra
Yunanistan’ın çöplerinin Liberya'dan çıkmaya başladığı; İtalya’nın çöplerinin
Tunus sahillerine vurduğu; Hollanda’nın çöplerini eski sömürgesi Endonezya'ya
yığmaya başladığı belirtiliyor. Yazıda ayrıca söz konusu dönemde Avrupa'dan
Afrika'ya çöp ihracatının dört katına çıktığı ve örneğin Malezya’nın da ABD’nin
plastik çöplüğüne döndüğü aktarılıyor. Yazar bu süreçte Erdoğan'ın Sıfır Atık
Projesi'ni başlatmasının üzerinden henüz bir yıl geçmeden, eskiden olsa Çin'e
gidecek 200 bin tondan fazla plastik atığın Türkiye'nin güneydoğusuna doğru
yola çıktığını söylüyor.
Yazar Alexander Clapp küresel atık ticaretinin aslında
küresel büyük bir suç şebekesi demek olduğunu söylüyor. İngiltere’nin çevre
politikalarında örnek bir ülke gibi görünmek için geri dönüştürüldüğünde ısrar
ettiği plastik çöplerin yaklaşık yarısının Türkiye'ye gönderildiği belirtilen
yazı şöyle devam ediyor: “Türkiye'nin, Sıfır Atık Projesi'nin açıklamasından
sonraki üç yıl içinde, 750 bin tondan fazla plastik çöpü Avrupa'nın dört bir
yanından Anadolu'ya yönlendirilerek ülke gezegendeki en büyük plastik atık
alıcısı hâline getirildi. Yani her altı dakikada bir, bir kamyon dolusu yabancı
çöp Türkiye’ye giriyor.”
Yazar ayrıca Türkiye’nin çöp ithal etmekle kalmayıp
"karbon ayak izinde önemli bir azalma" sağlama vaadiyle Adana-Ceyhan
bölgesinde “mega bir petrokimya endüstri bölgesi” kurmayı planladığından da
bahsediyor ve şöyle diyor: “Başka bir ifadeyle Adana artık sadece çöp
toplamayacak. Bunun yerine, gelecekteki ekonomisini bunun etrafında inşa
edecek. Ve Türkiye artık sıfır atıklı bir gelecek için herhangi bir taahhütte
bulunuyormuş gibi rol yapmaya devam etmeyecek.”
Alexander Clapp’ın kitabıyla ilgili Financial Times’ta da
bir değerlendirme yazısı çıktı.
The Economist dergisinde geçtiğimiz hafta yayınlanan bir
analizde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “daha geniş çaplı bir baskı
ortamına” zemin hazırlıyor olabileceği ifade edildi.
Oyuncu menajeri Ayşe Barım'ın Türkiye hükümetini “devirmeye
teşebbüs” suçlamasıyla tutuklandığı belirtilen yazıda Barım'ın yanısıra 2013
yılında Gezi Parkı protestolarına katılan aralarında Halit
Ergenç'in de bulunduğu çok sayıda ünlünün sorgulandığı ve
savcıların protestoları zamanında yeterince eleştirmeyerek “meşrulaştıran” medya
kuruluşlarını tespit etmek için protestoların arşiv görüntülerini taradığı
belirtiliyor.
The Economist Erdoğan hükümetinin, protestoları bir darbe
girişimi olarak göstermeye devam ettiğini vurguladığı yazıda savcıların
protestolardan 12 yıl sonra durup dururken yeni bir Gezi soruşturması
başlatmasının “daha geniş çaplı bir baskı ortamına zemin” hazırlamak için
olabileceğini söylüyor.
Böyle bir baskı ortamına geçişin işaretlerinin belirmeye
başladığını söyleyen dergi, ana muhalefet partisi CHP’nin belediyelerinde terör
suçlamasıyla gözaltılar olduğunu ve ayrıca CHP'li İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında, şehrin başsavcısına yönelik “hakaret ve
tehdit” gerekçesiyle hapis ve siyaset yasağı istenen bir soruşturma açıldığını
aktarıyor. Dergi İmamoğlu’nun bir sonraki seçimlerde Erdoğan ya da Erdoğan’ın
halefinin karşısına çıkacak muhtemel aday olduğunu belirterek söz konusu
soruşturmaları Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilişkilendiriyor. Yazıda ayrıca
CHP’li belediyelerle ilgili söz konusu soruşturmalarda kilit rol oynadığı
söylenen bir bilirkişi ile yapılan röportajı yayınladıkları için beş
gazetecinin de bu bağlamda gözaltına alındığı hatırlatılıyor.
Kürt siyasetçilerin uzun süredir buna benzer ve hatta daha
kötü muamelelere maruz kaldığı ifade edilen yazıda belediyelere kayyum
atamalarına da değiniliyor. Yazıda Van’ın kayyum listesinde sıradaki belediye
olduğu ifade ediliyor. (Not: Bu yazı yayınladıktan iki gün sonra Van
belediyesine Van Valisi Ozan Balcı kayyum olarak atandı.)
The Economist “aşırı sağcı” Ümit Özdağ'ın “cumhurbaşkanına
hakaret” ve halkı nefrete teşvik suçlamalarıyla tutuklanmasını ise, Erdoğan
hükümetinin PKK ile yapılan görüşmeleriyle ilişkilendiriyor. Erdoğan'ın
meclisteki ortağı milliyetçi partinin de aralarında bulunduğu bazı milliyetçi
çevrelerin PKK ile görüşmelere artık itiraz etmediği belirtilen yazıda Özdağ’ın
bu itirazı sürdürenlerden birisi olduğu ifade ediliyor.
Yazı şu cümleyle bitiyor: “Türkiye'de bir sonraki
cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin 2028 yılında yapılması planlanıyor.
Erdoğan bu seçimlere daha şimdiden hazırlanmaya başlamış.”
Başbakan Keir Starmer, geçtiğimiz hafta Birleşik Krallık
askerlerini Ukrayna'ya göndererek ülkesinin güvenliğini garanti altına almaya
"hazır ve istekli" olduğunu söyledi.
Starmer pazartesi günü Paris'te Avrupa liderleriyle yapılan
acil güvenlik zirvesi öncesinde The Daily Telegraph gazetesinde yayınlanan
açıklamasında şöyle dedi: "İngiliz askerlerini tehlikeye atmanın getirdiği
sorumluluğu derinden hissediyorum. (…) Ancak Ukrayna'nın güvenliğini garanti
altına almaya yardımcı olmak, kıtamızın güvenliğini ve bu ülkenin güvenliğini
garantilemeye yardımcı olmaktır."
Başbakan Paris'te Avrupa liderleriyle yaptığı toplantının
ardından ise, kalıcı bir barış anlaşması imzalanması durumunda Birleşik Krallık
askerlerini Ukrayna'ya gönderme olasılığını tekrar gündeme getirdi ve
Avrupa'nın, Rusya'nın oluşturduğu "yeni nesil" güvenlik tehdidi
karşısında kıtayı savunmak için "daha fazla şey yapması gerektiğini"
söyledi. Ancak bu kez "ABD güvenlik garantisinin Rusya'yı etkili bir
şekilde caydırmanın tek yolu olduğunu" vurguladı.
İngiltere Muhafazakar Parti lideri Kemi Badenoch,
Londra’daki "Alliance for Responsible Citizenship" (Sorumlu Yurttaş
İttifakı -ARC) konferansında yaptığı konuşmada partisinin Donald Trump’ın Maga
(Make America Great Again) hareketine benzediğini savundu ve şöyle dedi:
“Başkan Trump’a bakın. Bazen neyin sorun olduğunu tespit etmek için önce
iktidarda olmanız gerekir ve ikinci kez iktidara gelince de ülkedeki sorunları
çözmenin yolunu artık biliyor olursunuz. Ve bunlar hep, gerçekleri söylemekle
başlar.”
Konuşmasında İngiliz parlamentosunu önemsiz konulara
takılmakla suçlayan ve bu durumun gençlerin demokrasiden uzaklaşmasına neden
olduğunu savunan Badenoch, Muhafazakar Parti’nin büyük bir politik yenilenme
hamlesi başlattığını belirtti ve partinin bu anlamda değişmemesi halinde bir
sonraki seçimleri kaybedebileceğini ve bunun da “İngiltere’nin ve tüm Batı
medeniyetinin yokoluşu” anlamına geleceğini söyledi.
Sol ideolojilerin Batı medeniyetinin mirasını
değersizleştirdiğini ve Batı kültürüne dair nefret aşıladığını düşünen
Badenoch, üniversitelerin de bu fikirleri yayarak “zihinleri zehirlediğini”
ileri sürdü.
“Hakim medyanın popülizmden şikayet etmesine kulak asmayın.
Demokrasinin özü, halkın iradesini kabul etmek ve bunu hayata geçirmektir”
diyen Badenoch’un konuşmasına Liberal Parti’den ağır eleştiriler geldi. Liberal
Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı Daisy Cooper, Badenoch’u Trump’a
yaranmak için aşırı sağcı Nigel Farage ile rekabet etmekle ve ayrıca ABD
Başkanı’nın tehlikeli söylemlerini “papağan gibi” tekrar etmekle suçladı.
“Ailenin önemi”, “doğum oranlarındaki düşüş” ve “net sıfır
karbon hedeflerinin ekonomik maliyeti” başlıklarının ana gündem maddeleri
olduğu konferansa, aşırı sağcı figürlerden Jordan Peterson, Peter Thiel, Nigel
Farage ve Mike Johnson gibi isimler katıldı/duvar