Bugünlerde Orta Doğu’da 2019 yılındakine bir ölçüde benzeyen
bir hava hâkim. Zira kasım ayında ABD’de başkanlık seçimleri yaşanacak. O
nedenle bölgedeki tüm aktörler daha önce 2019 Kasım’ında olduğu gibi, bu kez
2024 Kasım’ındaki bu seçimlere kilitlenmiş durumdalar. Hepsi de seçim sonrasına
hazırlanıyor. Kimi o tarihten sonra neyin mümkün olabileceğine göre
pozisyonlanma hazırlıkları yapıyor, kimi de o tarihten sonra yeni mümkün
olamayacağına göre aksiyon alıyor. Kimileri o tarihten sonra gerçekleştirilmesi
iyice güç hale gelecek operasyonlarına (ya da katliamlarına) yol verip
ivmelendiriyor, kimileri Washington’un seçim öncesinde Suriye ve Irak gibi
yerlerden askerlerini çekme ihtimalini dikkate alarak belirli coğrafyalardaki
politik ve askerî üstünlüklerini pekiştirebilecek hazırlık içinde görülüyor.
Konu ABD seçimleri olduğunda bu hareketliliğin bu denli
yoğun olarak hissedildiği başka bir coğrafya yok dünya üzerinde. Bu şaşırtıcı
da değil. Neticede, ABD toprakları dışında konuşlanmış 170 küsur bin Amerikan
askerinin 40 binden fazlası Orta Doğu’da. Onlar da oraya tavla ya da
satranç oynamaya gitmiş değiller.
Eylül 2022’nin resmi rakamlarına göre, ABD’nin 178 ülkede
171 bin 736 muvazzaf askeri var. En yüksek sayıda Amerikan askeri 53 bin 973
ile Japonya’da silah tutuyor. Onu 35 bin 781 Amerikan askerine yaptığı ev
sahipliğiyle Almanya takip ediyor. Üçüncü sırada yer alan Güney Kore'de ise 25
in 372 Amerika askeri bulunuyor.
Dünya üzerinde en az 80 ülkede yaklaşık 750 ABD askeri üssü
bulunuyor.sa da, El Cezire gibi yayın kuruluşlarına bakılırsa
“Pentagon tarafından tüm veriler yayınlanmadığı için bu sayının daha da yüksek
olması ihtimal dahilinde.”
Bu üslerin büyük kısmı Amerikan ordu birlikleri, II. Dünya
Savaşı’nın diz çöktürülen ülkeleri olan Japonya ve Almanya çevresinde
“komünizme geçit vermemek” üzere bir tür küresel jandarma olarak mevzilenirken
inşa edildi. Kore Savaşı ile de Amerikalılar askeri genişleme çabalarını
maksimize ettiler. Neticede Japonya, Almanya ve Güney Kore - sırasıyla 120, 119
ve 73 üs ile- en fazla ABD askeri üssü barındıran ülkeler oldular.
ABD zamanla bu coğrafyalarla yetinmeyip Orta Doğu ve
çeperlerine doğru genişledi; Washington Kuveyt ve Suudi Arabistan'ın her
birinde en az 10 üsse sahip. Türkiye’de ise 3 askeri üssü var Sam Amca’nın.
İncirlik bizdeki en büyük gerçi ama Katar’daki 10 bin askeri personel
kapasiteli El Udeyd Hava Üssü, ABD’nin Ortadoğu'daki en büyük üssü. Bu üs, ABD
Hava Kuvvetleri Merkez Komutanlığı ile diğer dört komuta merkezine ev sahipliği
yapıyor.
Ankara’nın dikkatine son zamanlarda en fazla mazhar olan
Amerikan üsleri Suriye ve Irak’taki üsler. Zira Amerikalıların buralardan seçim
öncesinde ya da seçimlerin hemen sonrasında askerlerini çekip çekmeyeceği
Ankara için en az Şam, Bağdat ve Tahran için olduğu ölçüde önem arz ediyor.
ABD’nin Irak’taki 12 üssünde 2 bin 500, Suriye’deki 12 üssünde ise 1,500-2,000
Amerikan askeri olduğu tahmin ediliyor.
Çekilme ciddi bir ihtimal olarak belirdi. Zira geçtiğimiz
aylarda Amerikan askerlerinin Ankara’nın “PKK’nın Suriye’deki uzantısı” olarak
gördüğü silahlı Kürt milis grupların iradesine rağmen Suriye’den çekileceği
konuşulmaya başlandı. “El Monitor” isimli haber-analiz platformunun
gazetecilerinden Amberin Zaman, 22 Ocak’ta kaleme aldığı haberinde,
Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın Suriye politikasını gözden geçirdiğini yazdı.
Washington bu ülkedeki askeri varlığını sonlandırma seçeneğine varacak
gelişmelerin de masada olduğu bir plan üzerinde çalışıyordu. Denildiğine
göre, 18 Ocak'ta Pentagon'un talebi üzerine Beyaz Saray Ulusal Güvenlik
Konseyi tarafından çekilmenin de konuşulduğu bir toplantı organize edilmişti.
Pentagon’un Suriye’den çekilmeyi konuşması YPG’de de şaşkınlık yaratmıştı.
Ardından Middle East Institute’ün Suriye ve terörle mücadele
uzmanlarından Charles Lister, 24 Ocak’ta, Amerikan Foreign
Policy isimli dergide, Washington yönetiminin Suriye’den çekilmeyi
planladığını ve bölgedeki yaklaşık 900 askerini çekmekle bir felakete yol
açacağını ileri süren bir yazı kaleme aldı.
ABD’de özellikle “İran tehdidine” dikkat çekerek belirli
sayıda da olsa Amerikan askerinin bölgede kalması gerektiğini düşünen kesimler
var belki ama Washington’un tıpkı Afganistan’da olmadığı gibi
Suriye’den de bir çıkış stratejisi yok.
Amerikan askerlerinin çekilmesinin söz konusu olduğu bir
diğer coğrafya da Irak. 2019’dan bu yana ülkedeki Amerikan askerî varlığı
sayısal olarak azalmış olsa da sonlanmış değil. ABD’nin Irak’tan üslerini
boşaltarak tamamen çekilmesi için çok sayıda karar alan Irak hükümeti bunun
takvime bağlanması için müzakerelere oturma konusunda ABD’yi son zamanlarda
iyice zorluyor.
Tabii Türkiye için Amerikalıların Irak’tan asker çekmesi
Suriye’den çekmesiyle aynı anlamı taşımıyor. Ankara, Şam yönetimi gibi Amerikan
askerlerinin Suriye’den tamamen çekilmesini elbette istiyor. Zira Ankara,
Washington’un Barack Obama döneminde başlayan bir politikayla
Türkiye’nin Suriye sınırında -PKK uzantısı unsurlara- zamanla Akdeniz’e
uzanması muhtemel bir Kürt devleti kurdurtma çabası içine girdiğini savunuyor.
Amerikan askerinin çekilmesi o ihtimalin sönümlenmesi demek olacağından Ankara
- Washington ilişkilerinin canlanmasının önündeki en büyük pürüz de kalkmış
olacak. Sadece bununla da kalmaz. Yeni bir “açılım” da bu gelişmeyi takip
edebilir.
İki ülkenin son yıllarda iyice zayıflamış olan
ilişkilerindeki kötüleşmenin miladı, ABD’nin Suriye'nin kuzeyinde PYD
tarafından ilan edilen “Demokratik Özerk Yönetime” -Ankara’nın itirazlarına
rağmen- siyaseten ve askeri olarak verdiği destek olmuştu. Yoğunlukla Kürtlerin
yaşadığı bölgelerin Cezire, Kobani ve Afrin olmak üzere 3 kantonda toplanarak
Türkiye’nin güneyinde bir devlet kuruluşuna giden bir yol izlendiğinin
belirginleşmesi ve Washington’un bu yolda bölgedeki Sünni unsurların elimine
edilmesine yol açacak şekilde YPG/YPJ’ye destek verip alan açması, Ankara’nın
uluslararası dış politikasında ciddi bir U-dönüşüne sebep olmuştu.
Savaşın patlak verdiği ve etnik gerilimlerin çatışmalara
dönmeye başladığı Suriye sahasına dahil olarak kendisine yöneldiğini düşündüğü
güvenlik tehditlerini bertaraf etme girişimleri Washington tarafından sürekli
engellenen Ankara, çareyi Rusya ile yakınlaşmakta aramışsa da bu kez Türkiye
topraklarında bir Rus uçağının düşürülmesi, başkentte Rus büyükelçisinin
öldürülmesi gibi espiyonaj kokan gelişmelerle arzuladığı yakınlaşmanın
engellendiğini de görecekti.
Moskova’nın itidalli tutumuyla nihayetinde istediği
yakınlaşmayı başaran ve İran’ın da dahil olduğu Astana formatlı görüşmelerde
elde ettiği yeşil ışıklarla Suriye sahasına inme imkanına kavuşan Ankara,
düzenlediği askeri operasyonlarla 3 kantonun bağlantılarını kopartma yoluna
gitmişti.
Sonrasında olaylar, 15 Temmuz, Türkiye’nin Rusya’dan S-400
tedariki yoluna gitmesi, TSK’nın F-35 programından çıkartılması, Ankara’nın
CAATSA yaptırımlarına maruz kalması, Washington- Ankara ilişkilerine ölü
toprağı serpilmesi, NATO’nun -İsveç ve Finlandiya ile- genişletilmesi
programına engel konması, müzakereler, nihayet 40 yeni F-16 Blok-70'in
tedariki ile mevcut 79 F-16'nın modernizasyonu planına kabul alınması ve Hakan
Fidan’ın Ankara’da Blinken ile görüşmesi şeklinde
özetleyebileceğimiz başlıklar altında gelişti.
Bugün eğer Amerikalılar Suriye’de işgal altında tuttukları
topraklardan pılılarını pırtılarını toplayıp çekilirlerse, Ankara ile
Washington’un cılızlaşmış ilişkilerinde yeniden bahar havası esmesi mümkün
olabilecektir.
Ancak Irak’taki durumun Türkiye için benzer olduğunu
söyleyemeyiz. Zira, burada İran faktörü daha fazla etkili. Aslında olan şu:
Irak’ı işgal ederek oradaki eski müttefiki Sünni yönetimi devirip Ortadoğu’da
büyük bir dengeyi kaosa çevirme başarısını gösteren Amerikalılar, zamanla -hiç
arzulamadıkları bir sonuç olsa da- ülkeyi altın bir tepside Şii unsurlara ve
İran nüfuzuna teslim edecek bir noktaya getirdiler.
Üstelik başlarda nüfuzunu sadece ülkenin güneyinde
hissettiren İran, zamanla Musul, Kerkük, Süleymaniye ve Erbil üzerinde de
belirli bir ağırlık tesis etme yoluna gidebildi. Hatta Şii milisler Türkiye'nin
“İkinci Kandil olmasına izin vermeyeceğiz” dediği Şengal’in (Sincar) güneyindeki
14 köyü ve Ezidilere ait yerleşkeleri IŞİD’den alarak Suriye sınırına bile
yakınlaştı. Tahran’ın bölgedeki bu ağırlığı Ankara’nın Şengal’e
dönük operasyon planlarına da engel teşkil etti.
Varlıklarıyla Ankara’yı da rahatsız eden Irak’taki
Tahran’a yakın milis gruplar bugün politik ve askerî hakimiyetlerini
pekiştirmek için Amerikan askerlerinin ülkeden tamamen ayrılmasını bekliyor.
Dolayısıyla sonrasının hiç bilinmediği Irak’taki durum Ankara için Suriye’de
olduğundan farklı. Gerçi Washington’un bir anda Irak’tan çekilmesi de çok
ihtimal dahilinde değil ama, Amerikan yönetiminin buralarda kalmasının giderek
güçleştiği de bir gerçek. Dolayısıyla bir çekilme planlayacaksa bile
Washington’un Ankara ile de bir mutabakat temelinde, bu çekilmeyi -bölgede en
çok nefret ettiği unsur olan- Tahran’ı dizginlemeye çalışarak planlaması
ihtimal dahilinde olacaktır. (Aksi takdirde, zaten Irak’ın da büyük bir kaosa
gömülmesi söz konusu olabilecektir ki, bu olasılıktan “2024’ün öngörülmeyen
ama olası türbülans coğrafyaları -4: Irak” başlıklı ve 29 Ocak tarihli yazımda
daha ayrıntılı olarak bahsetmiştim.)
Ankara Suriye’den farklı olarak Irak’ta merkezi hükümetle
yakın çalışma avantajına da sahip. Bu avantajla Bağdat’la planlanmış önemli
büyük yatırım projeleri de var. Ama bu, bölgede ABD-sonrası durumun gerek
Ankara için gerekse de bu projeler için pozitif bir netlik içerdiği anlamına
gelmiyor. Ankara’nın güvenlik kaygılarının ve gelecekte Tahran ile, hatta
ABD’nin asker çekmesi sonrası Tahran etkisi artabilecek Bağdat ile karşı
karşıya gelme ihtimalinin de bertaraf edilmesi lazım. Bunun için de belki Tahran
- Bağdat - Ankara arasında üçlü güven artırıcı mekanizmalar tesis edilmesi
gerekiyor. Ama Washington’un buna yaklaşımını kestirmek de güç.
Tabii ABD’nin bir yerlerden asker çekmesi dünyanın barışa
bir adım daha yaklaştığı anlamına da gelmiyor. ABD, 2024'te ordusuna 886 milyar
dolar harcamayı planlıyor. Bu, onu askeri harcamalarda bir kez daha dünya
birincisi yaptığı gibi Çin, Rusya, Hindistan, Suudi Arabistan, İngiltere,
Almanya, Fransa, Güney Kore, Japonya ve Ukrayna'nın toplamından da daha fazla
askeri harcama yaptığının teyidi.
Velhasıl “Çehov’un tüfeği” ilkesinde de söz edildiği üzere,
“eğer ilk perdede duvarda bir tüfek asılı ise ikinci veya üçüncü perdede o
silah patlar.” Söz konusu olan toplam değeri 1 trilyon dolara yakın değerde
silahlar ise, onların patlamayacağı bir perde bulmak güç tabii. Hele de dünya
artık eski dünya değilse!
t24