“İran’ın nükleer bomba edinmesini önleme” hedefi bir retorik
olarak İsrail’in Batılı müttefiklerini birer uşağa dönüştürme sanatının bir
parçası olabilir. Ya da “Orta Doğu denklemini değiştirme” hedefi İsrail’in
yenilmezliğini ve dokunulmazlığını tahkim etmeye dönük stratejik güç mücadelesi
olarak okunabilir. İkisi de saldırganlığın normalleştirilmesine hizmet ediyor.
Fakat bunların hiçbiri ‘ilahi’ metinden esinlenerek İsrail’in kendisini ‘dişi
aslan’, Orta Doğu’nun geri kalanını da ‘av’ olarak gördüğü gerçeğini
değiştirmiyor.
Kan kokusuyla hareket eden İsrail Başbakanı Benyamin
Netanyahu, Gazze’de soykırım operasyonuna başlarken Tevrat’taki Amalek
hikâyesini referans almıştı. Yani kadın-erkek, çoluk-çocuk demeden bir halkın
öküz, koyun, deve ve eşekleriyle birlikte yok edilmesi gerektiğinden bahseden
soykırım savaşı İsrail’in temel motivasyonuydu.
İran ile ABD arasındaki nükleer müzakerelerin ‘kırmızı
çizgilere’ girdiği bir dönemeçte Netanyahu 2000’lerin başından beri düşlediği
ve en az 8 aydır da planladığı saldırıyı 13 Haziran’da gecenin köründe
başlattı. Ağlama Duvarı’nın deliğine "Halk aslan gibi ayağa kalkacak”
yazılı dilek notunu soktu. Ve operasyona ‘Yükselen Aslan’ adını verdi. Kükreyen
ya da yükselen aslan referansı da Tevrat’tan geliyor. Çölde Sayım 23:24
ayetinde diyor ki; “İşte halk bir dişi aslan gibi uyanıyor. Avını yiyip bitirmedikçe,
Öldürülenlerin kanını içmedikçe rahat etmeyen aslan gibi kalkıyor.”
İran saldırı altındayken Netanyahu, video çekip İran halkına
isyan çağrısı yaptı. “Mücadelemiz, 46 yıldır sizi ezip geçen acımasız
diktatörlükle. Kurtuluş gününüzün yaklaştığına inanıyorum” dedi.
Yediot Aharonot'un askeri muhabiri Ron Ben-Yişai de
“Operasyonun amacı sadece nükleer tesisleri vurmak değil. Saldırılar İran
rejimini devirecek şekilde tasarlandı” diye yazdı. Hizbullah’ın lider
kadrolarının tasfiye sürecinde İran’a saldırı tartışmaları yoğunlaşırken rejime
karşı isyanı mümkün kılacak bir istikrarsızlığı tetikleme amacına göre
yapıldığı konuşuluyordu.
Amerikan yönetiminin bilgisi dahilinde 8 aydır süren
hazırlıkların sadece nükleer tesisleri, hava savunma sistemlerini, füze
rampalarını yok etmeyi değil ‘baş koparma’ taktiğini içerdiğini daha ilk
aşamada uygulamayla gösterdiler. Askeri liderlere yönelik suikastların amaç
hasıl oluncaya kadar siyasi liderleri de içine alarak genişleyeceğini
anlıyoruz. WSJ’a konuşan bir İsrailli yetkilinin dini lider Ayetullah Ali
Hamaney’in de hedef alınabileceğini söylemesi bir sonraki aşamaya da işaret
ediyor.
Saldırının neredeyse ilk 24 saatinde İran’ın ‘savunmasızlık’
ve ‘çaresizlik’ görüntüsü dişi aslan ve av metaforuna uygun bir tablo sundu.
İlk dalgada üst düzey komutanlar ve nükleer bilim adamları öldürülüyor.
Mossad’ın yerli işbirlikçilerle kurduğu SİHA ve sabotaj ağları ölümcül darbeler
vuruyor. İsrail jetleri ve SİHA’ları Tahran semalarında engelsiz uçuyor. Hepsi
şoke edici.
Haliyle rejimin sonunun yakın olduğuna bahisler açıldı.
Fakat Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Komutanı ve
Devrim Muhafızları Hava Kuvvetleri Komutanı başta olmak üzere ölen askeri
liderlerin yerine hemen atamalar yapıldı. Felç edilen hava savunma sistemleri
yeniden çalıştırıldı. Yüksek Milli Güvenlik Konseyi ilk kriz toplantısında
misilleme planlarını gözden geçirdi. Ve akşama doğru misilleme saldırıları
başladı. Süpersonik ve balistik füzelerle İsrail alışılmadık şekilde vuruldu.
İsrail’e bakılırsa hava savunma sistemi ta Ekim 2024’deki saldırıda etkisiz
hale getirilmişti.
Gerçek Vaat 3 adıyla yapılan misilleme İsrail’i ‘sonuna
kadar gitme’ planından vazgeçirir mi, bu durum yitirilen caydırıcılığı onarmaya
ve yeni bir güç dengesi kurmaya yeterli olur mu?
İsrail’in ikinci dalgada rafineri ve gaz tesisleri dahil
enerji altyapısı ve fabrikaları hedef alması İran’ı da misillemeyi buna göre
kalibre etmeye itti.
İsrail’in sınırsız haydutluğunu kolaylaştıran faktörlere
karşın İran’ı rasyonaliteyi kaybetmemeye iten nedenler var. Herkes bunun aynı
zamanda İsrail’in şımarık bir tetikçi olarak devrede olduğu Amerikan savaşı
olduğunun farkında. Haliyle çatışmanın seyri Trump yönetiminin tutumuna bağlı.
Trump saldırı planlarını öğrendikten sonra da İsrail’i
donatmaya devam etti. Axios’a konuşan İsrailli iki yetkiliye göre Trump, İran’a
saldırı planlarına direniyormuş gibi davrandı ancak direnmedi.
Middle East Eye’a konuşan iki Amerikalı yetkiliye göre,
nisanda başlayan nükleer müzakereler boyunca Trump yönetimi İsrail'e silah ve
mühimmat tedarikini sürdürdü. ABD son teslimatı İran'a saldırıdan 2 gün önce
yaptı; İsrail’e sessizce 300 kadar Hellfire füzesi teslim etti. Amerikan
güçleri İsrail'e atılan füzelerin düşürülmesine yardım ediyor.
Trump saldırıyı İran’ı nükleer pazarlıkta dize getirmek için
kullanışlı gördüğünü gizlemiyor. “İran'a 60 gün verdim, bugün (13 Haziran) 61.
gün. Anlaşma yapmalıydılar. İsrail'in saldırısı anlaşma yapmama yardımcı
olabilir. 60 günde ikna edemedim. Belki şimdi olacak… Bir sonraki saldırılar
daha acımasız olacak. İran geriye hiçbir şeyin kalmadığı noktaya gelmeden bir
anlaşma yapmalı" diyor.
Beri taraftan ABD’nin stratejik bombardıman uçakları ve
sığınak delici bombaları olmadan İsrail’in nükleer tesisleri yok edemeyeceğine
dair değerlendirmeler de var. Hem bu hem saldırıların İsrail üzerindeki artan
maliyeti Netanyahu’yu ABD’yi savaşın içine çekmeye itiyor. Bu konuda resmi
talebin gittiği de söyleniyor. Trump şimdilik ‘saldırıda dahlimiz yok, her şeyi
İsrail yapıyor’ diyerek top çeviriyor. Peki İran dize gelmezse Trump “Ben
yapmıyorum, Netanyahu yapıyor” uyanıklığını sürdürebilecek mi?
Haaretz yazarı Amos Harel’e göre Trump bir sonraki aşamada
Amerikan çıkarlarını tehdit edecek ve petrol fiyatlarını yükseltecek bölgesel
bir savaşın ateşini söndürmek için hızlı hareket etmek zorunda kalacak. İranlı
liderlerin de irrasyonel olmadığını ve riskleri değerlendirip anlaşma yoluna
gideceğini öngörüyor.
Küçücük Gazze’de bile yarın senaryosu sunamayan
Netanyahu’nun müttefiklerinin önüne İran için inandırıcı bir çıkış senaryosu
koyabilmesi çok şüpheli bir durum.
Netanyahu, Trump’ı “İran’ın nükleer silah edinmesine izin
vermeyeceğiz” taahhüdüyle vurmaya çalışarak “Şimdi ne yapacaklar? Bunu Trump'a
bırakıyorum” diyor.
ABD, İsrail’i durdurmak için İran’ın nükleer programını
sonlandıran bir anlaşmayı işaretliyor. Bu, İsrail adına bir çıkış stratejisi.
İran ise hem misillemenin durması hem de müzakere masasına dönülmesini
İsrail’in saldırılara son vermesine bağlıyor.
İran’ı esnek olmaya mecbur kılan koşullar ortada:
Birincisi savunmada çok açıkları, istihbaratta inanılmaz
boyutlarda zaafları var. Doğru düzgün jet filosu olmadığından caydırıcılığı
füze ve SİHA’lara bağlı. Karşısında küresel bir gücün bütün gelişmiş silah ve
teknolojisini sömüren ve her tür korunma taahhüdü altında olan şımarık ve
psikopat bir varlık var.
İkincisi ABD veya Avrupalı ülkelerin İsrail’den yana
doğrudan müdahalesini tetiklemekten kaçınıyor. Bu yüzden misillemelerini
dikkatle kalibre etmek zorunda. Ki El Cezire’ye göre İran misillemeye
başlamadan önce Avrupa ülkelerine yanıtının ölçülü olacağını ve açık bir savaş
eşiğinin altında tutulacağını bildirdi.
Üçüncüsü askeri tırmanışın petrol, doğalgaz, enerji ve
stratejik üretim tesislerini hedef alması ekonomik olarak can damarlarının
kesilmesi anlamına geliyor. Yaptırım cenderesindeki ekonomi bunu kaldıracak
esnekliğe sahip değil.
Dördüncüsü çöküşün getireceği sosyal türbülans.
Yaptırımların getirdiği yükler, artan ekonomik sıkıntılar, siyasi baskılar,
kötü yönetim ve yolsuzluklar yüzünden burnundan soluyan halkın rejime isyan
etmesi korkusu var. Elbette sistemle anlaşmazlığı kategorik reddiyeden
kaynaklanmayanlar ülke saldırı altındayken devletle kenetlenebilir. Fakat
İran’ı korkutan etnik çemberi.
Birileri cehennemin kapılarını kapatmak için rasyonalitenin
bir buyruk olduğunu İsrail’e de hatırlatmak zorunda kalabilir. Gerilimi
tırmandırmak sadece tek tarafın hanesine yazılacak bir şey değil.
Gidişata göre İran kalan nükleer kapasitesini koruyup daha
ileri adımlar da atabilir. Saldırıların kapsamını genişletmeleri İran’ı iki
seçenekle karşı karşıya bırakabilir: Boyun eğip anlaşmak ya da direnip nükleer
yola sapmak yani NPT’den çıkıp nükleer bomba yapmak.
İsrail ABD’nin sarsılmaz desteğine ve her zaman fino köpeği
olma esnekliği sergileyen Avrupalı müttefiklerine güveniyor. Fakat çatışmalar
Batılı çıkarlara zarar verecek noktaya gelirse İsrail’in bel bağladığı
uluslararası dokunulmazlık da sarsılabilir.
Siyonizm Amerikan koridorlarında altın çağını yaşasa da
geçmişte ABD başkanlarının yeri geldiğinde İsrailli liderlere “patron benim,
vekil sensin” diye ayar verdiğini de unutmayalım.
evrensel