Bismillahirrahmanirrahim
وَ وَرِثَ سُلَيْمَانُ
دَاوُدَ وَقَالَ يَا أَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنطِقَ الطَّيْرِ وَأُوِتِينَا
مِن كُلِّ شَيْءٍ إِنَّ هذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُبِينُ
“Süleyman Davud'a
mirasçı oldu ve dedi ki: "Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi ve
bize her şeyden (bolca) verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur." Neml/16
Bu yazımızda H.Kanaatlı’nın
Kur’an’da hurafe olduğu iddiasına delil olarak peygamberler kıssasından efsane
olduğu yönünde verdiği örneğin hakikatine değineceğiz.
H.Kanaatlı şöyle diyor;
“Kur'an da Hüdhüd
(İbibik) kuşu ve karınca gibi hayvanlar ve de Davud ve Süleyman'ın hikayesi
üzerinden, "bize kuşların dili öğretildi" (Neml:16) gibi faydalı
efsaneleri bizlere aktarmıştır ve bunların illa da gerçek olması şart değildir”.
H.Kanaatlı’nın düşünce
alt yapısını batı epistemolojisi oluşturduğu için yine peygamberler kıssasına
batı filozoflarının penceresinden ve materyalist epistemoloji perspektifinden
bakmıştır.
Pozitivist ve emprist
batılı bilim adamları bilginin doğrulanabilir ve gerçeklenebilir olması için
deneylenebilir, somut maddi kanıt ve tecrübe ile elde edilmesi gerektiği görüşüne
sahip olduklarından metafizik olayları gerçek ve rasyonel görmezler.
H. Kanaatlı da batılı
pozitivist ve empirist düşünürlerin eserlerinden etkilenerek Kur’an’da beyan
edilen peygamberler kıssasının akıl ile bağdaşmadığı yanılsamasından dolayı “faydalı
efsane” olarak görmektedir. Diğer bir tabirle bu hikayeyi bir “Kurgu” olarak
görüyor.
Her hâlükârda biz de bu
konuya metafizik epistemolojisi doğrultusunda ilmi, akli ve Kur’ani açıdan
bakarak cevap vermeye çalışacağız
Bir canlının kendi
cinsinden olana işaret, hareket ve ses ile duygu, düşünce, durum ve meramını
anlatmasına “konuşma” denir. İnsanın konuşması, bir şeyi anlatmak için
çıkarılan manalı seslerdir; harf, kelime, cümleden oluşur.
Manasını anlamadığımız
sesler konuşma olur mu?
Örneğin; Bilmediğimiz bir
dil konuşulursa veya adını hiç duymadığımız asırlar önce var olan bir kabileye
ait bir dil ile konuşurlarsa bu konuşma sayılır mı? Çünkü bir şey anlamıyoruz,
o dil ile iletişim kuramıyoruz, sadece karşıdakinin ağzını açıp kapatarak sesler
çıkardığını duyuyoruz.
Elbette bu konuşma
sayılır, biz anlamasak da. O dili anlayan birisi bize tercüme etse biz de
anlamış olacağız.
Ayrıca şunu da unutmamak
gerekir, duyma ve konuşma engelliler (sağır ve dilsizler) el, yüz ve ağız
hareketleriyle istediklerini anlatıp konuşurlar. Kendilerine özel “işaret dili”
denilen bir dilleri vardır. Dünyadaki insanları kahir çoğunluğu onların ne
dediğini anlamıyor, şimdi onlar konuşmamış mı oluyorlar?
Görme engelli insanların
okuyup yazması için kullanılan “Braille alfabesi” insanların bir çeşit iletişim
kurma yöntemidir. Kabartma yazı şeklinde tasarlanan bu alfabe elle temas ederek
okunur ve anlatmak istenilen anlaşılır.
Konuşma sadece insana
özgü olup ağızdan çıkan harf, kelime ve cümleler söylemekle sınırlı değildir.
Konuşmada önemli olan karşıdaki ile iletişim kurmak ve karşılıklı anlaşmaktır.
Hayvanların çıkardığı
seslerin de manası olduğu ve kendi aralarında bu seslerle anlaştıkları bilimsel
araştırmalar sonucu ispat edilmiştir.
Antropologlar, insanı
tanımlarken “konuşma yeteneğine sahip canlı” olarak tanımlarlar. İnsanı diğer
canlılardan ayıran özellik diye vurgularlar.
İnsanın konuşan canlı
olduğunda şüphe yok ama bu konuşma sıfatının onu diğer canlıların üst kümesinden
ayırma özelliği olması ve insanı tanıtmak için bu özelliğinin yeterli olması
tartışılır bir konudur.
Dilbilim/filoloji,
insanın diğer canlılardan ayrıcalık belgesi olarak kabul edilen dili incelerken
dile bağlı olarak düşünceyi ve davranışı da inceler. Dünyadaki dillerin çoğunun
sonradan ortaya çıktığı, bazılarının yok olduğu, insanın kültür, düşünce ve
idrakini yansıttığı bilinen bir gerçektir.
Dilbilimciler hayvanların
konuştuğunu ama insan gibi konuşma özelliği olmadığını iddia ederler. Çünkü bunu
gözlemlemek, denemek, tecrübe etmek veya laboratuvarda mikroskop ile görmenin
mümkün olmadığını söylerler.
Canlıların büyük bölümünü
oluşturan hayvanların aralarında anlaştıkları dilleri olduğu herkes tarafından
kabul edilir. Varlıkların konuşabilmesi akli olarak imkansız değildir. Hayvanın
konuşması insan için tanınan ve alışık bir durum olmadığından kabul edilmez.
İnsan hayvanların çıkardığı seslerin ne manaya geldiğini anlamadığı için kabul
etmez. Onlarla insan gibi iletişim kuramadığı için kabul edemiyor.
Bütün bilim adamları
hayvanların çıkardıkları seslerin bir anlamı olduğunu kabul eder. Birisi çıkıp
bu seslerin manasını yani hayvanların dilini bildiğini söylese ve bize tercüme
etse hangi gerekçe ile kabul etmeyeceğiz? İnsan, hayvanlar arası iletişimin
hangi prensiplere, kurallara dayandığını ortaya çıkarabilse, onun hayvanlarla
konuşamayacağını hangi mantık ve kanıtla reddedebiliriz?
Bilim adamları uzayda yayılan ses dalgalarından bizim dışımızda da canlıların olduğunu ve kendilerine özgü dilleri olduğu varsayımı üzerinde inceleme yapmaktadırlar. O ses dalgalarının sırlarını/kodlarını çözmeye çalışıyorlar. Yani insan dışındaki canlıların konuşması akli olarak imkansız değildir.
Hz. Süleyman’ın (as) hayvanların dilini bilmesinin anlamı hakkında ihtimaller
Kuşların konuşmasında
önemli olan husus, kuşların da tıpkı diğer hayvanlar gibi insanlarınkine benzer
durumlara sahip olmalarıdır; acıkırlar, tok olurlar, sevinçlidirler,
üzgündürler, acı çekerler, rahat hissederler, birleşmeye ihtiyaç duyarlar,
refaha ihtiyaç duyarlar, yavrularını yetiştirirler, vb.
Çok deneyimli bir veteriner
hayvanların çeşitli hallerini tespit ederek, bu hayvanın doğum ağrısı mı, yoksa
başka bir ağrı mı çektiğini, hangi bölgesinin ağrıdığını anlayıp tedavi etmesi
mümkündür.
Veterinerlik/hayvan
hekimliğinde uzman kişi, bu hayvanların çeşitli durumları olduğunu bilir; hangi
durumda olduklarını anlamasını sağlayacak çeşitli sesler, tınılar ve melodiler
de bulunmaktadır: acı mı çekiyorlar, mutlular mı, doğum mu yapıyorlar vb.
Bazıları diyorlar ki, Hz.
Süleyman’ın (as) hayvanlarını dilini bilmesi bu manadadır, onları çıkardıkları
seslerden ne demek istediklerini anlıyordu.
Cevap: Eğer Hz.
Süleyman’ın (as) konuşması bir veterinerin, bir hayvan doktorunun hayvanların
çıkardıkları seslerden ne dediğini anlaması gibi olursa bunun bir özelliği
yoktur. Sıradan bir iş gibi olur ve mucize olmaktan çıkar. Kur’an’da zikredilecek
kadar önemli bir konu olmazdı.
Eskiden olduğu gibi
günümüzde de hayvanların eğitilebildiği biliniyor. Hayvanları bir takım eğitim
sürecinden geçirerek insanı hayrete düşüren işler yaptığını biliyoruz. Örneğin,
bir köpeği eğiterek avcılıkta, güvenlikte, narkotikte, kaçakçılıkta,
depremlerde kullanıldığı herkes tarafından bilinen bir şeydir.
Kur’an ayeti av köpeği
eğitimi hakkında şöyle buyuruyor;
“Kendilerine neler
helal edilmiştir diye sana sorarlar. De ki: Size temiz şeyler ve Allah'ın, size öğrettiği bilgiyle öğretip yetiştirdiğiniz
avcı hayvanların tuttukları avlar helal edilmiştir. Sizin için tuttuklarını yiyin ve avı
tutup keserken Allah adını anın ve Allah'tan sakının, şüphe yok ki Allah, pek
tez hesap görür.” Maide/4
Ayette buyuruyor: “...Allah'ın,
size öğrettiği bilgiyle öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanların...”
Yani dinin size öğrettiği
ve Allah'ın Peygamber vasıtasıyla size öğrettiği davranış kurallarını bu av
köpeklerine öğretmeniz gerekir. Allah’ın hayvanları eğitmek için peygamberlere
öğrettiği bir ilim var.
Hayvan eğitimcileri de
tecrübe ile köpekleri veya başka bir hayvanı eğitime ihtiyaç gördükleri avcılık,
narkotik, güvenlik, kaçakçılık, deprem..vs
gibi alanların her birinde özel eğitimden geçirirler.
Bazıları, Hz. Süleyman’ın
(as) da ordusunun bir bölümünü hayvanlar oluşturduğundan dolayı onları
eğittiğini söylerler. Ve bu eğitim neticesinde Hz. Süleyman (as) onlara sözlü
emir ve komut veriyordu, hayvanlar da emir ve komutlara itaat ediyorlardı.
Cevap: Bu görüş te önceki
gibi olağanüstü bir güç gerektirmiyor. O
zaman bu Hz. Süleyman’a (as) verilmiş bir mucize ve özel bir ilim olamaz çünkü
günümüzde hayvan eğiticileri de bunu yapabiliyorlar. Hayvanın, eğiticisinin
dediğini yapması, emirlere itaat konuşmak değildir. Tek taraflı itaattir.
Bazıları, o devirde, yani
Hz. Süleyman'ın (as) zamanında kuşların “akıl veya akıla yakın” bir seviyeye
ulaştığını söylüyor. Sonuç olarak, ya mükellef idiler ya da mükellef olma
eşiğindeydiler. Dolayısıyla Hz. Süleyman (as) onlarla konuşuyordu.
Cevap: Bu görüş, akli bir
ihtimaldir; ancak sonuçta delil ve kanıta ihtiyaç vardır. Bunu ayetten anlamak
mümkün değildir ve diğer taraftan “kesin nakli” delil olması gerekir. Bunlar
olmadığı müddetçe sadece bir “akli ihtimal” olarak kalacaktır. Eğer bu ihtimal
doğruysa şimdi de geçerli olması gerekir, o zamanki hayvanlara mahsus olmaması
gerekir.
Yaratılış dünyasında birkaç
alem ve boyut vardır.
Allah-u teala mahlukatı
çeşitli yaratmış ve her birine farklı özellik ve sıfatlar vermiştir. Her alemin
kendisine ait tekvini kanun, yaratılış yasası, özellik ve şartları vardır. Her
alemde ilahi sıfatlar tecelli eder.
Melekler alemi: Melekler alemine melekut alemi de denir; madde
ötesi metafizik alemdir. O alemde Allah'ın Esma-i hüsnasından “tenzihi sıfatlar”
tecelli eder; “Subbuh”, “Kuddus” gibi. Bu alemde tekamül ve ilerleme söz konusu
değildir. Her bir meleğin belli bir yer ve makamı vardır. Kendilerine
emredileni yaparlar, günah ve isyan yoktur.
İnsanlar alemi: Hem fizik hem de metafizik alemin var olduğu
alemdir. Bu alem bütün varlıkların özelliklerini kendisinde toplayan ve Esma-i
hüsnanın hepsinin tecelli ettiği “insanların dünyasıdır”. Tekamül ve değişim ve
ilerlemenin olduğu tek alemdir. İnsanı diğer mahlukattan ayıran onun “ontolojik
ve ekolojik” yapısıdır.
Cinler alemi: Kendine has özellik ve şartları olan bir
dünyadır. İnsanlar alemiyle aralarında boyut/ dimension farkı vardır. Sahip
oldukları bu iki farklı boyutu birbirinden ayıran bir perde ve duvar vardır
aralarında. Birbirinin dünyasına geçmeleri Allah izin vermediği müddetçe mümkün
değildir. İnsanlar aleminde olduğu gibi cinler aleminde de iman-küfür/inkar
vardır ve onlar da mükelleftirler.
Hayvanlar alemi: Hayvanlar alemine maddi alem veya nasut alemi de
denir. Bu alemde Allah'ın Esma-i hüsnasından “teşbih sıfatları” tecelli eder.
Halik, Razik, Nafi', Zarr sıfatları gibi.
Hayvanlar aleminde de
tekamül yoktur, yani ilerleme ve evrim söz konusu değildir, içgüdü ile hareket
ederler, varlıkları, özellik ve sıfatlarının kendiliğinden gelişmesi, maddi
cisimlerinin dışında gelişme yoktur, tüm sıfatları sabittir; eğitim sayesinde
nisbi değişim müstesna.
Bitkiler alemi: Maddi alemde canlılığın ilk emaresi olan
alemdir, hayatın ilk nişanesinin tecelli ettiği dünyadır. Bitkisel/nebati
hayatın olduğu alemdir. Sadece büyüme ve gelişme vardır.
Cansız varlıklar alemi:
Dış dünyamızda bildiğimiz gökyüzü
ve yeryüzündeki maddi alemdir. Tekamül yoktur, ilerleme yoktur ama değişim
vardır, evrim vardır. Madenlerin oluşması bunun örneğidir.
Bu kısa bilgiden sonra şu
soru sorulmalıdır; bu farklı dünyalara gitmek mümkün müdür? İnsan kendi
dünyasının dışında diğer varlıkların dünyasına girip iletişim kurabilir mi?
İster hayvan olsun ister
başka bir varlık, mahlukatın dünyalarını, dünyalarının özelliklerini tanımadan onlarla
iletişim kurma hakkında görüş belirtmek akli ve ilmi değildir. Onların
dünyasına girmeden onlarla iletişim kamil olmaz sadece tek yönlü, yüzeysel ve
teorik olur.
Yüce Yaratıcı, sahip
oldukları yetenekle meleklere bütün alemlere gidebilme, her varlık ile iletişim
kurma izni vermiştir. Liyakat ve yetenek sahibi olan insanlara da en üst
alemden en aşağısına kadar inme imkanı ve kabiliyetini vermiştir. Bir boyuttan
diğerine geçmek akli olarak imkansız değildir.
Ama bu yetenek genel gelenek,
alışıklık ve şartlardan dolayı gerçekleşmiyor. Bir dünyadan diğerine geçmek o
dünyanın özelliklerine aşina olmak ile mümkündür. İnsan bütün alemlere gitme ve
onların dünyasına girme imkan ve kapasitesine sahiptir.
Bilim adamları maddi
alemde, fizik dünyasında hareket ettiklerinden dolayı yeryüzünde ve gökyüzünde
araştırma yapıp insanı hayrete düşüren bilgiler elde etseler de hepsi madde
alemi dairesinde dönüp durmaktır. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler ve cansız
varlıklar üzerinde yapılan inceleme ve buluşların hepsi fizik dünyasına aittir.
Yani yatay bir ilerleme kat ediyorlar. O varlıkların hakiki dünyasına ve sahip
oldukları tüm boyutlara giremiyorlar. Bu boyutlar onların fiziksel boyutuyla sınırlı
olmayıp onların hakikatini oluşturan boyuttur/dimensiondur.
Metafizik alemi veya
varlık aleminin farklı bir boyutuna girmek için insanların sahip olduğu ilim,
tecrübe ve teknoloji yeterli değildir; İnsanın ilim ya “ilmi huzuridir/A priori”
veya “ilmi husuli/A posteriori.” Bu ilimlerin hiç birisi ile insan kendi
dünyasından diğer aleme geçemez. Fizik, kimya, arkeoloji, astroloji,
antropoloji, tıb vs...bütün bilim dalları madde alemi olan fizik dünyasında
geçerlidir. Diğer bir dünya ve dimensionda kullanım için yeterli değildir.
Durum böyleyken insan
kendi dünyasından başka alemlerin hakiki boyutlarına gitmek isterse özel bir
güçe ihtiyaç duyacaktır. Bir boyuttan diğer bir boyuta geçmek; insanların
dünyasından hayvanların dünyasına geçmek için özel bir güce ihtiyaç vardır. Özel
güce sahip olmak, özel bir ruh yüceliğine ve iman gücüne sahip olmayı
gerektirir. Bu özel güç ya “ilmi ledunni” veya “şuhud ilmidir”.
Pozitivist ve emprist
filozof ve bilim adamları metafizik epistemolojiyi kabul etmediklerinden dolayı
“Ledunni ilmi” ve “Şuhudi ilmi” kabul etmemektedirler.
Hz. Süleyman (as) peygamber
olduğu için vahiy ile donatılmıştı. Yüce ruha ve imana sahip olduğu için vahyin
yanı sıra ona “özel bir ilim” verilir. Kendisi de “şuhud ilmine” sahipti. Böylece
sahip olduğu makam sayesinde bütün alemler onun emrindeydi. İnsanlar, cinler,
hayvanlar, hatta cansız varlıklar; dağlar, rüzgar onun emrine verilmişti.
Hz. Süleyman'a (as)
hükümdarlık ve saltanat verildi. Bu hükumette insanlar, cinler ve hayvanlar
görev alıyorlar. Rüzgar Hz. Süleyman’ın (as) emrine verilmişti.
Bu varlıkların her
birinin Hz. Süleyman’ın (as) emirlerini anlama yeteneği ve kapasitesi olması
gerekir, yani zeka, şuur ve idraka sahip olmadan itaatleri anlamsız olur.
Konuyla ilgili ayetler
Kur’an’da şöyle geçiyor;
“Andolsun biz Davud'a
ve Süleyman'a bir ilim verdik. Onlar da: "Bizi mü'min kullarının çoğuna
üstün kılan Allah'a hamdolsun" dediler.
Hz. Süleyman (as) kıssası
Neml suresinde anlatılırken Hz. Davud (as) ve Hz. Süleyman (as) hakkında şöyle
denilmektedir:
“Andolsun biz Davud'a
ve Süleyman'a bir ilim verdik. Onlar da: "Bizi mü'min kullarının çoğuna
üstün kılan Allah'a hamdolsun" dediler. Süleyman Davud'a mirasçı oldu ve
dedi ki: "Ey insanlar! Bize kuşların dili
öğretildi ve bize her şeyden (bolca) verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.” Neml/15-16
-“Andolsun ki, biz
Davud ve Süleyman’a ilim verdik....” buradaki “ilimden” maksat özel bir
ilim olması gerekiyor çünkü ilim Yüce Allah tarafından birçoklarına
verilmiştir.
Onlar da şükür ederek
şöyle dediler: "Bizi mü'min kullarının çoğuna üstün kılan Allah'a
hamdolsun." Yani O bizi yalnızca kâfir, münafık, inkarcı ve bunlar
gibi hesapları farklı olan kullarına karşı üstün kılmakla kalmadı; bizi, mümin
kullarının birçoğuna karşı da üstün kıldı.
Diğer bir ayette de Allah
şöyle buyurmuştur: “Allah sizden iman edenleri ve kendilerine ilim
verilenleri derecelerle yükseltecektir.” Mücadele/11
Söz konusu ayette, Hz.
Süleyman’ın (as) dilinden kendilerine “kuşdili” öğretildiği beyan ediliyor. ".....Ey
insanlar! Bize kuşların dili öğretildi ve bize her şeyden (bolca) verildi.
Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.”
“Bize kuşların dili
öğretildi...” cümlesinden, kuşların konuştuğu bir dil olduğu ve bu dilin
kendilerine öğretildiği anlaşılıyor. Yani Hz. Süleyman (as) kendisine verilen bu
özel ilim ile insanların alışık olduğu dünyadan, alışık olmadığı hayvanlar
dünyasına girerek onlarla konuşuyor.
Fussilet suresinde ise
konuşmanın delili beyan ediliyor;
“O gün derilerine:
"Bizim aleyhimize niye şahitlik ettiniz?" derler. Onlar da derler ki:
"Bizi, her şeyi konuşturan Allah konuşturdu.
Sizi ilk kez yaratan da O'dur ve O'na döndürülüyorsunuz." Fussilet/21
Ayette buyuruyor; insanın
derisi konuşacak, elleri ve ayakları şahitlik edecek, demek ki insandan başka
şeyler de konuşabilir. Ayet açıkça “...Bizi, her şeyi konuşturan Allah
konuşturdu...” Allah’ın iradesi ile her şeyin konuşabildiğini beyan ediyor.
Sadece kuşların değil,
bütün varlıkların bir dili vardır. Biz onların konuşmalarını anlamıyorsak, bu
onların konuşmadıkları anlamına gelmez.
Ayette geçen “her şeyi
konuşturan” “konuşmadan” maksat gerçek ve hakiki bir konuşmadır ama bizim
anladığımız kavram ve mefhumdan öte bir şeydir, meşhur kullanımının dışında bir
manadır. “Her şeyden” maksat Masivellah (Allah’tan başka) olan bütün canlı ve
cansız her şeydir.
Diğer bir ayette
buyuruyor;
“Yedi gök, yer ve
bunların içindekiler O'nu tesbih ederler. Hiçbir şey yoktur ki O'nu övgüyle
tesbih etmesin. Ancak siz onların tesbihlerini anlamıyorsunuz. Şüphesiz O hilim
sahibidir, bağışlayandır.” İsra/44
Yer ve göklerde olan
bütün varlıklar Allah’ı tesbih ediyor. İnsan onların dünyasına girebilirse
onların tesbihini duyacaktır. Dağlar, Hz. Davut (as) ile beraber tesbih
ediyorlar ve Hz. Davut (as) onların tesbihini duyuyor.
“Sen onların
dediklerine sabret ve güçlü kulumuz Davud'u an. Çünkü o (her tutumunda Allah'a)
yönelen biriydi. Biz dağları
onun buyruğuna verdik; akşam ve sabah onunla tesbih ederlerdi.” Sad/17-18
Diğer bir ayette şöyle
buyuruyor:
“Andolsun, Davud'a
tarafımızdan bir üstünlük verdik. "Ey dağlar! Onunla birlikte (onun
tesbihini) yankılayın!" Kuşlara da (bunu emrettik). Ona demiri
yumuşattık.” Sebe’/ 10
Bizler başka varlıkların zikir,
tesbih, tenzih ve konuşmasını anlamıyorsak onların dünyasında
olmadığımızdandır. Ve bu sadece bizim konuştuğumuz anlamına gelmez. Belki de onlar bizim konuşabildiğimizi bile bilmiyorlar.
İnsan ilim, takva, ruh
yüceliğine sahip olursa Allah kendisine verdiği kabiliyet ve yetenek ile bütün
alemlere yolculuk edip oradaki varlıkların dünyasına hakim olan tekvini yasalara
göre davranabilecektir.
Hayvanların
konuşabilmesini ispat etmek zor değildir ama daha önemli konu; Kur’an’da beyan
edilen bir hayvanın düşünme yeteneği olması, bilgi sahibi olması, hakikatleri
görmesi, hakkı-batılı ayırt etmesi, tevhid ve şirki anlayıp anlatmasıdır. Hatta
insanın hatasını görüp ona akıl vermesi gibi özelliklere sahip olmasını anlamak
zordur.
Varlık aleminde her şeyin
şahitlik yapabileceği örneğin bedenin azalarının insanın aleyhine şahitlik
yapması anlaşılması zor konulardan biridir.
Bu konu ile ilgili ayrı
bir yazı hazırlanması gerekmektedir.
Hz. Süleyman’ın (as)
“kuşdilini” bilmesi hayvanlarla konuşabilmesinde bilinmesi gereken bazı
hususlar;
- Hz. Süleyman’ın (as)
özel ilme sahip olması: İnsanın ilim ya “ilmi
huzuridir/A priori” veya “ilmi husuli/A posteriori.” Bu ilimlerin hiç birisi
ile insan kendi dünyasından diğer aleme geçemez. Bunun için “ilm-i ledunni”
ve “şuhud ilmine” sahip olması gerekir.
- Hz. Süleyman (as)
kıssasının devamında şöyle buyuruyor:
“Ve Süleyman'ın,
cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları toplandı ve her
takım, yerli yerince karar etti”.
Hz. Süleyman’ın (as)
saltanatı diğer varlıkların dünyasını da kapsıyor ve bütün yaratıklar onun
emrine verilmişti. Hz. Süleyman (as) bu ilim sayesinde diğer alemlerin kanun ve
yasalarına hakim idi. Bundan dolayı Hz. Süleyman’ın (as) hayvanlar ile
konuşması O‘nun ilmi, imanı ve ruh yüceliği ile ilintilidir.
Ayette buyuruyor ki, biz
bunların hepsini Süleyman'ın saltanatı altında topladık ve onun zamanında
onları düzenli bir şekilde düzenledik. Yani Üç grup asker vardı; Hz. Süleyman'ın
(a.s.) askerleri ve ordusu bu üç sınıftan oluşuyordu; insanlar, cinler ve
hayvanlar.
Cinlerin dünyasına
girmek, onlara sahip olmak, onları çağırmak ve onlara hükmetmek çok zordur. Bu
nedenle, bu zor ve güç meseleyi ilk olarak zikrediyor. İnsanlara hükmetmek
neredeyse normal bir konudur. Kuşları yönetmek insanlara göre çok daha zordur.
Hayvanlarla iletişim
kurmak zor değildir, sevgi, ilgi, duygusal bağ kurmakla mümkündür. Bunun için
özel ilme, mucizeye gerek yoktur. Aynı şeklide hayvanların duygu ve hislerini
anlamak zor olsa da akli olarak imkansız değildir.
Ama hayvanların dünyasına
girmek ve onları emrine alıp onları ordusuna katmak, ilahi emirle olması
gerektiği gibi ilahi güç ve ruhi yetenek de gerektirir.
İşte Hz. Süleyman’ın (as)
yaptığı da buydu.
Yani Hud Hud’un konuşması
onun için olağan dışı bir iş değildir. Hud Hud kendi dünyasında yaptığını
yapıyor, Hz. Süleyman’ın (as) seviyesine çıkmıyor, Hz. Süleyman (as) onun
dünyasına giriyor daha doğrusu hayvanların dünyasının yasalarına da hakim
olduğu için konuşması sorun oluşturmuyor. Melek, insan, cin ve hayvan dünyasına
hakim olduğu için bütün her şey onun emrinde ve ordusundaydı.
Hud Hud‘un konuşması
hayvan aleminden çıkıp insanların dünyasına girmiş olsaydı, birincisi diğer
insanlar da duyardı. İkincisi bu Hud Hud‘un fazileti olurdu Hz. Süleyman’ın
(as) değil, üçüncüsü bu Hz. Süleyman’ın (as) mucizesi olmaz ve Kur’an da bunu
büyük bir nimet ve lütuf olarak beyan etmezdi.
Hz. Süleyman’ın (as) da "Ey
insanlar! Bize kuşların dili öğretildi ve bize her şeyden (bolca) verildi. Doğrusu bu
apaçık bir lütuftur”, demesine gerek kalmazdı.
Dolayısıyla ayette geçen
“konuşan” kelimesini “düşünen, akıllı, uyanık, zeki” anlamında yorumlarsak ve Hz.
Süleyman’ın (as) onların dünyasına girdiği şeklinde tefsir edersek bu sorun
çözülmüş olur.
Hz. Süleyman’ın (a.s.)
hükümetinde kuşların diliyle ilgili bir bölümde, Hz. Süleyman’ın (a.s.), “Bize
kuşların dili öğretildi,” demesinden anlaşıldı ki, bu anlamdaki konuşma
insana özgü değildir, çünkü konuşma hayvanlar için de bazı genel konuları
anlamak anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla genel
konuları anlama anlamındaki bu konuşma, insana özel bir sıfat değildir. İnsanı
hayvanlardan ayıran özellik değildir. İnsanı diğer canlılardan ayıran onun
konuşan canlı değil İlahi sıfatlara sahip olmasıdır.
Hayvanların
konuşabilmesini ispat etmek zor değildir, ondan daha zor ve daha önemli olan
düşünebilme yeteneğine sahip olmalarını ispat etmektir.
Vesselamu Ala Menitteb-el
Huda
Sabahattin Türkyılmaz