Emevilerden itibaren
müslümanların kurmuş oldukları devletlerin yaptıkları fetihlerin, savaşların,
meşruiyetleri, küçük istisnalar hariç, Kur'an ve Resûlullah'ın uygulamalarında bulunamaz. Ama istismar
etmişlerdir.
Bu güne gelince,
halkları müslüman olan ülkelerin yönetimlerinin genelinin İslam ile ilgileri
olmadığından, bunların savaşlarının İslamda yerleri olmadığı gibi, insanlıkla
da izahları yoktur. İslamî savaş zulme ve zalime karşı iken, şimdikilerin
savaşları mazlumlara karşıdır ve zulümdür. Hatta kimileri, hak ihlallerine
karşı çıkan kendi halklarınadır. Bunu da, kendi iktidar ve saltanatlarını
koruma için yaparken, ayet ve hadisleri tahrif ederek yaldızlı sözlerle hak
adına yaptıkları yalaniyle halkı kandırmaya çalışırlar. Yönetimlerden
nimetlenen din adamları da uydurma fetvaları ile bu zulme ortak olurlar.
Bu ülkelerin
yönetimlerinin ve son yarım asırda zuhur eden cihatçı(!) örgütlerin, ülkelerini
istila eden dünya egemen güçlerine karşı savaştıkları görülmüş değildir. Hatta egemenlerin
planları doğrultusunda, sadece iktiädarlarının ayakta kalması umuduyla, kendi
mazlum halklarına karşı acımasız katliamlar yapmaktadırlar. Bu vahşi çetelerin
ve katliamcı yönetimlerin yaptıklarını İslam'a mal etmekte de başarılı
oluyorlar. Medya aracılığı ile de bunu mazlum halka ve dünya kamuoyuna kabul
ettirmeye çalışıyorlar.
Emperyalizm, bu
çeteler ve kukla yönetimler eliyle, zaman zaman, birbirlerini seven, örfleri,
adetleri benzeşen, aralarında akrabalık
tesis etmiş halkları, zenginlik sayılabilecek farklılıklarını kışkırtarak
birbirlerine kırdırmak suretiyle coğrafyayı viraneye dönüştürebiliyor, halkları
mecalsız bırakıyorlar. Ekonomisi çökmüş,
insanları takatsız kalmış, yönetimleri zayıflamış bir coğrafyayı istedikleri
gibi sömürebiliyorlar. Kukla yöneticileri de, yeri geldiğinde feci şekilde
harcamaktan çekinmiyorlar.
Müslümanların bu
duruma düşmelerinin nedeni, iftira edildiği gibi İslam değil, Kur'an'dan
uzaklaşmarıdır. Ne gereği gibi Kur'an'a sarılıp, adil bir nizam kurdular, ne de
Batı dünyası gibi evrensel kurallara sarıldılar.
Kendi hanedan ve oligarşik
saltanatları, milliyetcilikleri için, zaman zaman islamî sembolleri
istismar ederek despotik yönetimler kurdular. Bir gün zulümlerine karşı halkın
toplu isyan edebileceğinden korkarak sırtlarını dünya egemenlerine
verdiler. Halklarını baskı altında
tutabilmenin karşılığında, ülkenin kaynaklarını dünya egemenlerine peşkeş
çektiler. Egemenler, çıkarları bittiği
an, onları harcamaktan çekinmezler.
"Ey iman edenler!
Hepiniz Allah'ın ipine(Kur'an'a) sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin. Allah'ın
üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmandınız. Kalblerinizi
birleştirdi(aralarına sevgi koydu). Sonra Allah'ın nimetleri sayesinde
kardeşler oldunuz. Ateş çukurunun tam kenarında idiniz, Allah sizi ona
düşmekten korudu. Doğru yolu bulasınız diye Allah ayetlerini/hükümlerini böyle
açıklar."(Âl-i İmrân: 103)
O günün emperyal
gücü, Evs ve Hazrec kabilelerini birbirine düşürerek, egemenliklerini sürdürüyorlardı. Ne zaman ki İslam'la tanış
oldular, aralarında yıllarca süren savaşlar, barışa dönüştü. Etnisitelerini
koruyarak kardeş oldular. Farklı etnisite ve inanca mensub olanlar
Müslümanlarla hukuk önünde eşit vatandaşlar oldular. Böylece islamın sayesinde Egemenlerin kazdıkları ateş
çukurundan/hegemonyasından kurtuldular.
Bu gün de,
coğrafyadaki halkların tümü bu ayet müvacehesince, aralarındaki ihtilafları,
çekişmeleri, düşmanlıkları bırakıp eşit haklara sahip olarak kuracakları birlik
ile ancak huzur bulurlar. Eşit haklara sahip halklardan oluşan hilesiz,
yalansız dürüstçe birliktelik sayesinde emperyalizmin oyunlarından,
fitnelerinden kurtulabilirler. Ayrılık sebebi olmaması gereken etnik ve mezhebi
farklılıkları üstünlük vesilesi yaptıkları sürece iflah olamazlar.
Coğrafyamızdaki,
dram, gözyaşları, sefalet, katliam ve sürgünler kime ne kazandırdı? Karlı çıkan
ne mağdurlar, ne de bölge egemenleri
oldu. Coğrafyadaki kukla yöneticiler, her an efendilerinin kendilerini
satabileceği korkusu ile yaşarlar. Karlı çıkan onları farklılıkları ile
birbirine kırdıran emperyalistler oldu.
Müslümanların
yöneticileri İslam'dan kopmuşlardır. Ya ulusalcı/ba'sçı oligaklar ya da hanedancı diktatörlerdir. Önlerine takılan
tüm haklı engelleri ezerler. Ama dini de
yönetimlerine alet edince, saf halkın bir kısmını yanlarına alarak, muhalif
kesimle çatıştırırlar. Farklı olanının inancını, mezhebini değersiz görürler,
etnik yapılarını inkar ederler, dillerini kültürlerini yasaklarlar. Kendi
taraftarları da Kur'an'ın açık hükmüne bile bile muhalefet ederek ahiretlerini
başkalarının dünyaları için satarlar. Buna rağmen bu aldatılan halklar, kendilerini müslüman görürler.
"Ey iman
edenler! Hiç bir kavim diğerini
küçümsemesin. Ola ki küçümsenen, hor görülen, diğerinden daha
hayırlıdır(Hucurât: 11)
Bu hor görme,
küçümseme, inkar etme zamanla
çatışmalara dönüşür. Bu çatışmalarda coğrafyanın tümünde halklar ve diğer
devletler haklının yanında değil, çıkarlarını gözeterek haksız da olsa güçlünün yanında yer alırlar. Bu Allah'ın emrine
tamamiyle muhalefet etmektir. Peki
karları ne oluyor üstün tarafın? Çöken ekonomi, halkın sürekli endişesi, kaos,
dünya egemenlerinin boyunduruğuna girme.
"İnananlardan
iki topluluk savaşırsa, aralarını hemen adaletle sulh edin. (kavmiyetcilikle,
mezhepcilikle ve menfaat hesabiyle değil). Eğer onlardan biri haddi aşarsa
(adil barışa yanaşmaz ise), hepiniz, Allah'ın hükmüne dönene kadar onunla
savaşın."(Hucûrât: 9)
Kendi halkına zulmeden iflah olur mu?
Yöneticilerinin zulmünü gördükleri halde ses çıkarmayanların dualarını Allah
kabul eder mi? Her ayrı bi zamanda emperyalizmin eliyle bir bölgede zulüm
tahammül edilemez duruma gelir. Anaların feryatları, çocukların çığlıkları
vicdanlı yürekleri yakar. Mabedlerde, meydanlarda, evlerde, televizyonlar
başında dualar, beddualar yükselir. Bir asra yakındır manzara bu. Değişen bir
şey yok. Dualar da kar etmiyor. Neden? Halbuki Allah: "Dua edin/isteyin,
ben de icabet edeyim/isteğinizi kabul edeyim" der(Mü'min: 60). Allah mı
sözünü tutmuyor, acaba? Bir inanan olarak haşa derim. Allah sözünde sadıktır.
Her zaman HAK EDEN mazlumların dualarına icabet etmiş. Bedir'de güçlü müşrik
ordusuna karşı, bir avuç müslümandan yardımını esirgememiş, galib getirmiştir
zalimlere karşı onları. Tarihte milyonlar örneği vardır: "Nice az bir
topluluk, Allah'ın izni ile nice çok topluluklara galib gelmiştir"(Bakara:
249) Allah'ın yardımı olmasa bunlar olur muydu?
Ancak söz ile dua yeterli değildir, Duanın kabul görmesi için, fiili
olarak da gerekeni yapmak gerekir.
Ayrıca Allah'ın yasalarına, emirlerine sadık olmak gerekir. Bir taraftan yönetiminin altındakilerini, hor
göreceksin, özgürlüklerini kısıtlayacaksın, zulm edeceksin, hatta inkar bile
edeceksin. Başkasına karşı zafer için Allah'a dil ile dua edeceksin. Allah haşa
bu ikilemi/münafıklığı görmüyor mü?
Meydanlarına zalimlerin dikilen heykellerine ses çıkarmayan halka yardım etme
mecburiyeti mi var Allah'ın?
Başkasına akıl
veren, nasihat eden kişi, dürüst ise, başkasına önerdiğini, önce kendi
hayatında uygulaması gerekir ki, inandırıcı olsun. Buna binaen batı dünyasının
aydın ve liderleri, müslüman liderlerin iki yüzlülüklerini yüzlerine
vuruyorlar. Kur'an da "Ey iman edenler başkalarına tavsiye ettiklerinizi, niçin kendiniz uygulamıyorsunuz? Halbuki Allah
indinde EN BÜYÜK GÜNAHTIR, söylediklerinizi hayatınızda uygulamamanız.(Sef:2-3)
"Allah fasıkları (günahkar, Allah'ın
hükümlerini çiğneyen) hidayete/doğru yola/kurtuluşa erdirmez"(Münâfikûn:
6)
Önce kendi
icimizdeki zulme katliamlara, inkara, tehcire karşı çıkarız. O zaman duaya
layık müslüman olabiliriz. O zaman Allah'ın nusretini/yardımını görebiliriz.
İsrail'in
Filistinlilere yaptıklarını, Müslüman halkların yönetimleri, kendi mazlum
halklarına haksızca yapmadılar mı, hala yapmiyorlar mı? İsrail'in yaptıkları
zulüm da, bunların yaptıkları ibadet mi yoksa? Her bir müslüman kendi
ülkesindeki zulme sessiz kaldığı sürece,
Allah ne diye kavli dualarına icabet etsin? Bu, SUNNETU'LLAHA/Allah'ın
yasalarına aykırıdır. Bunu da az-cok bilgisi olan herkes bilir. Ama kolaya
kaçarlar. İsrail'i lanetlemenin, Filistin için dua etmenin, -nasıl olsa-
tehlikesi, riski yoktur.(Bazı Arap ülkelerinde bu da risk taşır) Ekonomik
yardımda İslam'ın emrettiği miktarda değil de, devede kulak vererek, eskilerini
vererek, Filistin'in yegane yardımcıları havasına girerler. İslam dünyasının
yönetimleri ise, Sünni Blok, kimi doğrudan Siyonizm ve emperyalizmin safında
yer alır, kimi vakvakçılıkla, kendi
halklarını kaldırır, ancak. Bu konuda kırk yıldır en ciddi duruşu sergileyen,
yardımı yapan ise, kendi ekonomisini çökertme pahasına, İran ve beraberindeki
Şi'i bloktur. Ama takdir de edilmez.
Sözün Özü:
Ali Bulac'ın ifadesi ile "Muhammed'in mazlumlarına, İsa'nın mazlumları sahib çıktıkça", Allah'ın yüzümüze bakmasını kimse beklemesin. Vesselam!
Hüseyin YILDIZ