Müslümanların Duaları Neden Kabul Görmüyor

GİRİŞ: 17.08.2025 10:03      GÜNCELLEME: 17.08.2025 10:03
Rasthaber -  İslam, meşru insanî bir sebeb olmadıkça asla savaşı önermez. Yeryüzünün herhangi bir coğrafyasında zulüm varsa, insanların doğal hakları ihlal ediliyorsa, özgürlükleri kısıtlanıyorsa, müdahale edebilecek koşullara sahip İslamî bir yönetim için savaş meşru, hatta  islamî literatürle farz olur. Konu ile ilgili Kur'an ayetlerinin bütünlülüğünden, Resûlullah'ın savaşlarından bu net olarak anlaşılır.                   

  Emevilerden itibaren müslümanların kurmuş oldukları devletlerin yaptıkları fetihlerin, savaşların, meşruiyetleri, küçük istisnalar hariç, Kur'an ve Resûlullah'ın  uygulamalarında bulunamaz. Ama istismar etmişlerdir.

 Bu güne gelince, halkları müslüman olan ülkelerin yönetimlerinin genelinin İslam ile ilgileri olmadığından, bunların savaşlarının İslamda yerleri olmadığı gibi, insanlıkla da izahları yoktur. İslamî savaş zulme ve zalime karşı iken, şimdikilerin savaşları mazlumlara karşıdır ve zulümdür. Hatta kimileri, hak ihlallerine karşı çıkan kendi halklarınadır. Bunu da, kendi iktidar ve saltanatlarını koruma için yaparken, ayet ve hadisleri tahrif ederek yaldızlı sözlerle hak adına yaptıkları yalaniyle halkı kandırmaya çalışırlar. Yönetimlerden nimetlenen din adamları da uydurma fetvaları ile bu zulme ortak olurlar.

 Bu ülkelerin yönetimlerinin ve son yarım asırda zuhur eden cihatçı(!) örgütlerin, ülkelerini istila eden dünya egemen güçlerine karşı savaştıkları görülmüş değildir. Hatta egemenlerin planları doğrultusunda, sadece iktiädarlarının ayakta kalması umuduyla, kendi mazlum halklarına karşı acımasız katliamlar yapmaktadırlar. Bu vahşi çetelerin ve katliamcı yönetimlerin yaptıklarını İslam'a mal etmekte de başarılı oluyorlar. Medya aracılığı ile de bunu mazlum halka ve dünya kamuoyuna kabul ettirmeye çalışıyorlar.

  Emperyalizm, bu çeteler ve kukla yönetimler eliyle, zaman zaman, birbirlerini seven, örfleri, adetleri benzeşen, aralarında  akrabalık tesis etmiş halkları, zenginlik sayılabilecek farklılıklarını kışkırtarak birbirlerine kırdırmak suretiyle coğrafyayı viraneye dönüştürebiliyor, halkları mecalsız  bırakıyorlar. Ekonomisi çökmüş, insanları takatsız kalmış, yönetimleri zayıflamış bir coğrafyayı istedikleri gibi sömürebiliyorlar. Kukla yöneticileri de, yeri geldiğinde feci şekilde harcamaktan çekinmiyorlar.

  Müslümanların bu duruma düşmelerinin nedeni, iftira edildiği gibi İslam değil, Kur'an'dan uzaklaşmarıdır. Ne gereği gibi Kur'an'a sarılıp, adil bir nizam kurdular, ne de Batı dünyası gibi evrensel kurallara sarıldılar.

Kendi hanedan ve oligarşik  saltanatları, milliyetcilikleri için, zaman zaman islamî sembolleri istismar ederek despotik yönetimler kurdular. Bir gün zulümlerine karşı halkın toplu isyan edebileceğinden korkarak sırtlarını dünya egemenlerine verdiler.  Halklarını baskı altında tutabilmenin karşılığında, ülkenin kaynaklarını dünya egemenlerine peşkeş çektiler. Egemenler,  çıkarları bittiği an, onları harcamaktan çekinmezler. 

 "Ey iman edenler! Hepiniz Allah'ın ipine(Kur'an'a) sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin. Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmandınız. Kalblerinizi birleştirdi(aralarına sevgi koydu). Sonra Allah'ın nimetleri sayesinde kardeşler oldunuz. Ateş çukurunun tam kenarında idiniz, Allah sizi ona düşmekten korudu. Doğru yolu bulasınız diye Allah ayetlerini/hükümlerini böyle açıklar."(Âl-i İmrân: 103)

  O günün emperyal gücü, Evs ve Hazrec kabilelerini birbirine düşürerek, egemenliklerini   sürdürüyorlardı. Ne zaman ki İslam'la tanış oldular, aralarında yıllarca süren savaşlar, barışa dönüştü. Etnisitelerini koruyarak kardeş oldular. Farklı etnisite ve inanca mensub olanlar Müslümanlarla hukuk önünde eşit vatandaşlar oldular. Böylece islamın sayesinde  Egemenlerin kazdıkları ateş çukurundan/hegemonyasından kurtuldular.

  Bu gün de, coğrafyadaki halkların tümü bu ayet müvacehesince, aralarındaki ihtilafları, çekişmeleri, düşmanlıkları bırakıp eşit haklara sahip olarak kuracakları birlik ile ancak huzur bulurlar. Eşit haklara sahip halklardan oluşan hilesiz, yalansız dürüstçe birliktelik sayesinde emperyalizmin oyunlarından, fitnelerinden kurtulabilirler. Ayrılık sebebi olmaması gereken etnik ve mezhebi farklılıkları üstünlük vesilesi yaptıkları sürece iflah olamazlar.

   Coğrafyamızdaki, dram, gözyaşları, sefalet, katliam ve sürgünler kime ne kazandırdı? Karlı çıkan ne mağdurlar, ne de bölge  egemenleri oldu. Coğrafyadaki kukla yöneticiler, her an efendilerinin kendilerini satabileceği korkusu ile yaşarlar. Karlı çıkan onları farklılıkları ile birbirine kırdıran emperyalistler oldu.

   Müslümanların yöneticileri İslam'dan kopmuşlardır. Ya ulusalcı/ba'sçı oligaklar ya da  hanedancı diktatörlerdir. Önlerine takılan tüm haklı  engelleri ezerler. Ama dini de yönetimlerine alet edince, saf halkın bir kısmını yanlarına alarak, muhalif kesimle çatıştırırlar. Farklı olanının inancını, mezhebini değersiz görürler, etnik yapılarını inkar ederler, dillerini kültürlerini yasaklarlar. Kendi taraftarları da Kur'an'ın açık hükmüne bile bile muhalefet ederek ahiretlerini başkalarının dünyaları için satarlar. Buna rağmen bu aldatılan halklar,  kendilerini müslüman görürler.

  "Ey iman edenler!  Hiç bir kavim diğerini küçümsemesin. Ola ki küçümsenen, hor görülen, diğerinden daha hayırlıdır(Hucurât: 11)

  Bu hor görme, küçümseme, inkar etme  zamanla çatışmalara dönüşür. Bu çatışmalarda coğrafyanın tümünde halklar ve diğer devletler haklının yanında değil, çıkarlarını gözeterek haksız da olsa güçlünün  yanında yer alırlar. Bu Allah'ın emrine tamamiyle muhalefet etmektir.  Peki karları ne oluyor üstün tarafın? Çöken ekonomi, halkın sürekli endişesi, kaos, dünya egemenlerinin boyunduruğuna girme.

 "İnananlardan iki topluluk savaşırsa, aralarını hemen adaletle sulh edin. (kavmiyetcilikle, mezhepcilikle ve menfaat hesabiyle değil). Eğer onlardan biri haddi aşarsa (adil barışa yanaşmaz ise), hepiniz, Allah'ın hükmüne dönene kadar onunla savaşın."(Hucûrât: 9)

  Kendi halkına zulmeden iflah olur mu? Yöneticilerinin zulmünü gördükleri halde ses çıkarmayanların dualarını Allah kabul eder mi? Her ayrı bi zamanda emperyalizmin eliyle bir bölgede zulüm tahammül edilemez duruma gelir. Anaların feryatları, çocukların çığlıkları vicdanlı yürekleri yakar. Mabedlerde, meydanlarda, evlerde, televizyonlar başında dualar, beddualar yükselir. Bir asra yakındır manzara bu. Değişen bir şey yok. Dualar da kar etmiyor. Neden? Halbuki Allah: "Dua edin/isteyin, ben de icabet edeyim/isteğinizi kabul edeyim" der(Mü'min: 60). Allah mı sözünü tutmuyor, acaba? Bir inanan olarak haşa derim. Allah sözünde sadıktır. Her zaman HAK EDEN mazlumların dualarına icabet etmiş. Bedir'de güçlü müşrik ordusuna karşı, bir avuç müslümandan yardımını esirgememiş, galib getirmiştir zalimlere karşı onları. Tarihte milyonlar örneği vardır: "Nice az bir topluluk, Allah'ın izni ile nice çok topluluklara galib gelmiştir"(Bakara: 249) Allah'ın yardımı olmasa bunlar olur muydu?  Ancak söz ile dua yeterli değildir, Duanın kabul görmesi için, fiili olarak da  gerekeni yapmak gerekir. Ayrıca Allah'ın yasalarına, emirlerine sadık olmak gerekir.  Bir taraftan yönetiminin altındakilerini, hor göreceksin, özgürlüklerini kısıtlayacaksın, zulm edeceksin, hatta inkar bile edeceksin. Başkasına karşı zafer için Allah'a dil ile dua edeceksin. Allah haşa bu ikilemi/münafıklığı  görmüyor mü? Meydanlarına zalimlerin dikilen heykellerine ses çıkarmayan halka yardım etme mecburiyeti mi var Allah'ın?

  Başkasına akıl veren, nasihat eden kişi, dürüst ise, başkasına önerdiğini, önce kendi hayatında uygulaması gerekir ki, inandırıcı olsun. Buna binaen batı dünyasının aydın ve liderleri, müslüman liderlerin iki yüzlülüklerini yüzlerine vuruyorlar. Kur'an da "Ey iman edenler başkalarına tavsiye ettiklerinizi, niçin  kendiniz uygulamıyorsunuz? Halbuki Allah indinde EN BÜYÜK GÜNAHTIR, söylediklerinizi hayatınızda uygulamamanız.(Sef:2-3)

   "Allah fasıkları (günahkar, Allah'ın hükümlerini çiğneyen) hidayete/doğru yola/kurtuluşa erdirmez"(Münâfikûn: 6)

   Önce kendi icimizdeki zulme katliamlara, inkara, tehcire karşı çıkarız. O zaman duaya layık müslüman olabiliriz. O zaman Allah'ın nusretini/yardımını görebiliriz.

   İsrail'in Filistinlilere yaptıklarını, Müslüman halkların yönetimleri, kendi mazlum halklarına haksızca yapmadılar mı, hala yapmiyorlar mı? İsrail'in yaptıkları zulüm da, bunların yaptıkları ibadet mi yoksa? Her bir müslüman kendi ülkesindeki zulme sessiz kaldığı sürece,  Allah ne diye kavli dualarına icabet etsin? Bu, SUNNETU'LLAHA/Allah'ın yasalarına aykırıdır. Bunu da az-cok bilgisi olan herkes bilir. Ama kolaya kaçarlar. İsrail'i lanetlemenin, Filistin için dua etmenin, -nasıl olsa- tehlikesi, riski yoktur.(Bazı Arap ülkelerinde bu da risk taşır) Ekonomik yardımda İslam'ın emrettiği miktarda değil de, devede kulak vererek, eskilerini vererek, Filistin'in yegane yardımcıları havasına girerler. İslam dünyasının yönetimleri ise, Sünni Blok, kimi doğrudan Siyonizm ve emperyalizmin safında yer alır,  kimi vakvakçılıkla, kendi halklarını kaldırır, ancak. Bu konuda kırk yıldır en ciddi duruşu sergileyen, yardımı yapan ise, kendi ekonomisini çökertme pahasına, İran ve beraberindeki Şi'i bloktur. Ama takdir de edilmez.

Sözün Özü:

Ali Bulac'ın  ifadesi ile "Muhammed'in mazlumlarına, İsa'nın mazlumları sahib çıktıkça", Allah'ın yüzümüze bakmasını kimse beklemesin. Vesselam!

Hüseyin YILDIZ

YORUMLAR

EBU HUSEYIN 23 saat önce
ZULUM BILDIGI GORDUGU TANDIGI HALDE AGIZIYLA KARSI ÇIKIP AMELI ILE DESTEK VEREN BIR MUSLUMAN, BEN, NE YAPABILIRIM! BU SISTEMI BEN, TEK BASINA DEGISTIREMEM DIYEN BIR MUSLUMAN, DUNYAVI ÇIKARLARINI AHLAKI & INANÇSAL DEGERLERINE KARSI TERCIH EDEN BIR MUSLUMAN, ASLINDA ISTEDIGI SEYE SAHIP AMELERININ ORTAYA KOYDUGU SEY. ALLAH DIYORKI "TUM KOTULUKLER ELINIZLE YAPIP ONUNUZE KOYDUGUNUZDUR." ORTADA BIR YANLIS YOK FAKAT BIZI ŞAŞI BAKIYORUZ. DOLAYISIYLA DUALARIMIZIN KABUL GORMEDIGINI SANIYORUZ. AMELERIMIZ BIZIM DUALARIMIZDIR.
Haci Bayazit 1 gün önce
Allah'ın selamı rahmeti, dünyanın emniyeti islam'ın beli ve omurgası 'maneviyatın' merhamet ve marifet kaynağı hüseyni duruş/direniş cephesi ile masum ve mazlumların üzerine olsun. Deccalin takipcileri ilahlarını gölgelededikleri emperyalist güçlere, o kadar iman ediyorlardı'ki herşey onların istekleri doğrultusunda gerçekleşeceğini sanıyorlar'dı... HAKİKAT OLAN İSE; Alemdeki herşey ‘din ahlak maneviyat dairesinde’, iki kural bağlamında; Vahy’in/ışığın öne aklın/gölgenin arkaya alınması kalbin maneviyat ve adalete meyletmesi insanların din‘e uyması ile Rahmani Hal Hz Ali efendimiz meşrebin‘de Peygamberinin izine düşüp Allah’ın hesabına yatkın hazırlanması ile gercekleşir. VEYA aklın/gölgenin öne Vahy’in/ışığın arkaya alınması kalbin siyaset ve menfate meyletmesi din’in insanlara uydurulması ile Şeytani Hal Süfyani meşrebin‘de insanların şeytanın hesabına yatkın hazırlanıp izine düşmesi ile gerçekeşir… ancak insanların şeytanın izine düşmesi sonucu Allah(c.c) ile arasındaki bağ kopar; böylece şeytanı ilah edinenler, “Allah’ın hesabı/adaleti gereği” dünyada ve ahiretde kaybedenlerden olur. BU İKİ KURAL ASLA BİR ARAYA GELMEZ; ve sonuçların gelişmesi sadece zaman ile ilgilidir ama Allah’ın vadi/adaleti gereği asla değişmez... AÇIKCASI, belki ibret alırlar diye Allah (cc) bazı olaylar (Ehl'i Beyt) üzerinden alemi imtihana çeker süfyaniyenin takipcisi şeytanın hizbini berteraf eder. Hak hakikat arınmış ehli maneviyat ve adalet asrına insanları hazırlar iken siyaset menfat mazlahat ehli devamlı baskı zülüm ve yıldırma usulleri ile karşı gelir... yani onlar Ehl'i Beyt üzerinden din'in hakikatına karşı gelir; böylece Hak ile Batıl kazanan ile kaybeden ayırt olur… GAYRİ İSLAMİ ALEM SİYASİ ve MADDİ BEKLENTİSİ İLE İKİ HALden BİRİ SAFINDA VAZİYET ALIR ama SÜFYANİ SAFI ASLA KAZANMAZ. Hacı Bayazıt

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM