İran’da gerçekleşen İslam inkılabı, dünya siyaset literatürüne yeni bir kavram kazandırdı; Velayet-i Fakih.
Bu, İslam inkılabının dünyaya Velayet-i Fakih adında bir yönetim şekli, müdüriyet modeli sunacağı manasına geliyordu. Anayasası hazırlanmış, referandumla halkın %98’nin onayını alarak yürürlüğe girmişti.
Neydi bu Velayeti Fakih? Dayanağı neydi? Meşruiyetini nerden alıyordu? Gücünü nerden alıyordu? Kurum ve kuruluşlarını nasıl oluşturacaktı? Kendisini dünyaya nasıl kabul ettirecekti? Tarihte veya günümüzde bir örneği var mıydı?
Bu gibi soruların cevabını vermek için gerekli bilimsel ve siyasal donanıma, alty yapıya sahip olunması gerektiği bir gerçektir. Geçmişte çok nadir kişiler dışında kimse bu konuda görüş belirtmeye kendisini yetkili görmiyordu. Belki de bir İslam devleti kurulup pratize edilmediği için fazla gerek de duyulmuyordu.
Günümüzde bu konuda görüş belirtmek mayınlı tarlaya ayak basmaya benzer; en küçük bir hata yapan muhtemel saldırılara hazır bulunmalıdır. Hatta yanlış anlaşılma ihtimalinde bile darbe almaktan kurtulamaz. Dolayısıyla lehte ve aleyhte konuşurken dikkali olmak gerekir.
Velayet-i Fakih sisteminin, gaybet döneminde İslamin siyaset doktrini olduğuna inananlar, İslam İnkılabı zafere ulaştıktan sonra bunun dini, hukuki ve siyasi temellerinin oluşturulması gerektiğini düşünerek büyük çaba gösterdiler.
Geçen bu süre içinde Velayet-i Fakih çoğunlukla taabbuden/sorgulanmadan kabul edildi. Halk, Veliyyi Fakihi İmam-ı Zaman‘ın naibi olarak gördüğünden kayıtsız şartsız itaat edilmesi gerektiğini düşünüyor, muhalefet etmeyi de haram olarak algılıyorlar.
Velayet-i Fakihi kabul etmeyenler şimdiye kadar sessiz kalmayı tercih ettiler. Zira Velayet-i Fakihten kendilerine yönelik herhangi bir tehlike görünmüyordu.
Velayet-i Fakih hakkındaki düşüncelerin geçen zamanla birlikte daha fazla gizlemek mümkün olamazdı; özellikle İnkılabçı ruhu koruyarak İslam devletine geçiş sürecinde ortaya bir çok sorunların çıkması kaçınılmazdı.
Emniyet, refah ve adalet İslam devletinin sağlaması gereken üç temel ilkedir. Bu alanlarda belirlenen hedefe ulaşılamayınca ve sorunlar yaşanıp ve çözüm yolları aranınca ister istemez sorumlu ve suçlu aranacaktır. Hem iktidar, hem muhalefet, hem de pusuda bekleyen Velayet-i Fakih muhalifleri bir fırsatını bulup planlarını uygulayacaklardır.
Bu sürece gelindiğinde artık Velayet-i Fakih hakkında kimin ne düşündüğü ortaya çıkmaya başladı.
Bir tarafta bu sistemin uzun süre devam edemeyeceğine inanan Batı hayranları var ve şöyle düşünüyorlar; eninde sonunda batı siyaset doktrinine yöneliş kaçınılmaz olacak ve dolayısıyla şimdiden ekonomik, kültürel, eğitim-öğretim ve hukuk alanlarında batı öğretileriyle sorunları çözebiliriz.
Diğer tarafta asırlardır gelip geçen her sistemde mevcudiyetini koruyan ilim havzası bulunuyor. Şeriatın özünü korumakla görevli medrese/havza İnkılab sonrası İslam devleti kurulmasına rağmen siyasal otoriteye bağlanmayarak istiklalini korudu.
Havza içinde bununan bir grup şöyle düşünüyor; gaybet döneminde kıyam etmek, devlet kurmak, adaleti getirmeye çalışmak caiz değildir; bu, İmam-ı Zaman‘ın zuhur etmesine engeldir. Bu düşünceye sahip olanlar Velayet-i Fakih‘e açıkca muhalefet yapmayıp zahirde kabul etse de doğruluğuna asla inanmamaktadır. Küçümsenmeyecek kadar güçlü olan bu kesim Havzanın mektebi korumak için yeterli olduğunu ve zuhura kadar da ayakta kalması gerektiğini düşünüyor.
Öte yandan bu sistemi yok etmek için bekleyen, bu niyetini kırk yıldır uluslararası her platformda dile getirmekten çekinmeyen ve zamanı gelince de bunu yapacağını söyleyen siyonist istikbar güç var.
Bir diğer tarafta da Velayet-i Fakihin niteliğini bilimsel ve siyasal olarak bilmese de, perde arkasında olup bitenlerden habersiz olsa da Velayet-i Fakihi ilahi hedefler doğrultusunda canını verecek kadar savunan halk kitlesi var.
İslam cumhuriyetinde 40 yılın sonunda gelinen nokta;
Velayet-i Fakihi kabul edenlerin de kendi aralarında Velayet-i Fakihi algılama konusunda farklı görüşlere sahip oldukları ortaya çıktı.
Birinci görüş şudur: Velayet-i Fakih İslam devletinde anayasanın kendisine verdiği yetki çerçevesinde yetkilidir. Anayasa, diğer kurumlara verdiği yetki gibi ona da görev vermiştir, Velayet-i Fakihe itaat etmek, cumhurbaşkanına, dışişleri bakanına v.s itaat etmek gibidir. Yani aslında Velayet-i Fakih de bir kurum gibidir ona itaat, İslam devleti anayasasına itaat etmektir. Kim anayasanın dışına çıkarsa İslam devleti anayasasına itaat etmemiştir.
İkinci görüş şudur: Velayet-i Fakih sembolik makam olup denetim, gözetim, nasihat, yol gösterme, irşad gibi vazifeleri vardır. Velayet-i Fakihe itaat ahlaki olarak gereklidir; Kur‘an‘daki irşad ayetleri, peygamber ve masumların nasihat, öğüt niteliği taşıyan sünnet/müstehap emirleri gibidir.
Üçüncü görüş şudur: Velayet-i Fakih İslam devletinin en yüksek yetki sahibidir. Bütün kurum ve kuruluşlar ona itaat etmek zorundadır. Velayet-i Fakih anayasaüstü bir yetkiye sahiptir. Velayet-i Fakih Masumun olmadığı dönemde toplumu yöneten idare eden ve şartlar oluştuğunda topluma hakim kılanan İslam devlet sistemidir; bütün kurum ve kuruluşlar meşruiyetini ondan alırlar. Kısacası Velayet-i Fakih makamında oturan kişi İmam-ı Zamanın naibidir. İmam-ı Zamanın hükümet ve müdüriyetteki velayetine sahiptir.
Velayet-i fakihin gaybet döneminde bir siyasi sistem olduğunun anlaşılamamasını fırsat bilenler ülkedeki iç sorunların çözümünde Velayet-i Fakihin yetersiz olduğu algısını yayıyorlar. Bu durumda yönetim içinde sorumlu olanlar bir yandan kendilerini temize çıkarmaya diğer yandan Velayet-i Fakih üzerinde şüpheler oluşturmaya çalışıyorlar.
Devlet içindeki bu çevrelere göre; zamanla Velayet-i Fakih devre dışı kalacak ve liberal demokrasinin/ demokratik İslam düşüncesinin tek seçenek olduğunu hakim kılınmak isteniyor. Özellikle de İmam Hamenei sonrası sistemin nasıl olacağı sorusuyla kafalar karıştırılmaya çalışılıyor.
Netice olarak; Velayet-i Fakih sistemi 40 yaşına girerken batı kültürünün savunucuları olan liberallerle, Velayet-i Fakihi kabul etmeyen mürteciler arasında sıkışıp kalmıştır.
Bu cendereden nasıl kurtulabilir?
Sabahattin Türkyılmaz