Bir de yazısında kendisini yenilikçi, akılcı olarak
gördükten sonra “Vicdan ekolüne” sahip olduğunu belirtiyor.
Şöyle diyor: “Müslümanlar arasında yeni oluşan
"vicdan" ekolüne mensup olanlar da sufi ekolünün kollarından biridir.
"Vicdan" ekolü, yenilikçi ve de akılcıdır.”
H. Kanaatlı, “Vicdan ekolü” ilkeleri ile yazmış olduğu
yazısında “Hurafe/Efsane” konusuna değinmiş ve Kur’an’da hurafe olduğunu iddia
etmiştir.
Kur’an’da hurafe olduğu hakkında Şöyle diyor;
“Naslara tabi olan akıl mı, yoksa onlardan bağımsız olan
akıl mı? Oysaki biz, naslardan bağımsız olan aklın korunmasını istiyoruz.
Çünkü, naslara bağımlı olan akıl, "hurafe akıldır."
“Bizler yalnızca Kur'an'da geçen hikayeleri tasnif
etmeliyiz. Çünkü enbiyanın hikayeleri, şifreli hikâyelerdendir, hatta gerçek de
olamayabilirler.”
“Hatta Kur'an'ın kendinde bile birçok hurafeler mevcuttur.”
H. Kanatlı’nın yazısında belirttiği konulara kendi tabiriyle
bilimsel ve akli yaklaşarak akli ve mantıklı cevap vermeye çalışacağız.
H. Kanaatlı hurafe konusuna da Batılı filozofların mitoloji
anlayışından, hurafenin kaynağını, nelerin hurafe ve efsane olduğu anlatımından
ilham almış olarak Kur’an’a da onların penceresinden bakmıştır.
Hurafe ve efsanelerin doğuşu ve onları doğuran etkenler
incelenmeden Kanaatlı’nın Kur’an’da hurafe olduğunu iddia etmesinin sebebini
anlamak zordur.
Mitoloji sözcüğü, Yunanca masal anlamına gelen ‘Mythos’ ile
kavramak fiilini temsil eden ‘Logos’ kelimelerinin bir araya gelmesinden
oluşmuştur. Mitoloji; eski zamanlarda yaşamış milletlerin inandıkları
tanrıların, kahramanların ve birçok başka varlığın yaşadığı olaylardan bahseden
“Mit“ler ve efsanelerdir. (Şefik Can,
2011)
Efsaneler ve Mitler üç katagoride ortaya çıkmıştır;
- Evren, yaratılış ve kainatta vuku bulan olayların kaynağı
hakkındadır. Yani bir kültürün evrenin nasıl yaratıldığına ilişkin görüş ve
inançlarını açıklayan ve tanımlayan yaratılış mitlerdir. Mitler insan
topluluklarının tabiat olaylarını ve evrenin görünüşlerini anlamlandırma
ihtiyacından doğmuş anlatılardır.
- Tanrıya ait tasavvur; bütün toplumlarda özellikle de Antik
Yunan’da “tanırların varlığı ve onların eylemlerinin sonucu” en fazla konuşulan
konudur.
- Soylu kişiler ve Milli kahramanlara dair düşünceler/ Özhan
Öztürk. Folklor ve Mitoloji Sözlüğü
Mitler/hurafe/efsaneler bağımsız, zati olarak yoktur.
Bilerek veya bilmeyerek göz ardı edilen bir nokta şudur;
hurafe ve efsaneler bir hakikatin tahrifi sonucu ve ona benzemesinden
kaynaklanır. Efsaneler kendi kendisine var olan masallar değildir. Tarihte var
olan hakikatlerden esinlenerek efsaneler ve hayali karamanlar yaratılmıştır.
Allah, insan
tarafından hiç tanınmamış ve bilinmemiş olsaydı insanlar ilahları uyduramazdı.
Nemrut, Firavun gibiler ilahlık iddia edemezlerdi. Peygamberler olmasaydı
yalancı peygamberler çıkmazdı.
İnsanlık tarihi ilim, akıl ve Tevhide inanan peygamber ile
başlamıştır. Yani insanın ilk dünya hayatı ilim ve akıl ile başlamıştır.
Mitolojide tanrı tasavvuru ve ilahların uydurulması orijinal Tevhid inancından
esinlenerek, ona benzeyerek ortaya çıkmıştır.
Öyleyse insanlık tarihinin tek bir mitoloji tarihi yoktur;
yani insanlık tarihi dünyaya tamamen hakim mutlak bir mitoloji dönemi
yaşamamıştır; mitler hakikatlerin bir zamanlar hakim olduğu toplumlarda ortaya
çıkar. Yani hakikatleri açıklayan her peygamber sonrası o toplumda efsane,
hurafe ve cehaletin hakim olduğu bir mitolojik dönem olmuştur. Yunan Mitolojisi
de bunlardan biridir. Antik Yunan’da felsefe ortaya çıkmadan önceki mitoloji, “insanlık
mitolojisi” değil “Yunan mitolojisidir”.
Batılıların bu dönemi akıl, bilim ve felsefeyle geride
bırakmaları sadece kendi mitolojilerinden kurtuluştur. Dikkat edilirse batılı
filozoflar Antik Yunan’a hakim mitoloji öncesine pek değinmezler ve mitoloji
öncesi o topluma nasıl bir atmosferin hakim olduğunu incelemezler veya
incelemek istemezler.
Günümüz batı felsefe ve düşünce tarihi yazarları tarafından
oluşturulan yanlış algılardan biri şudur; “insanlar Yunan felsefesi ortaya
çıktıktan sonra düşünmeye başlamıştır, dolayısıyla insanlık tarihinin
başlangıcı felsefenin ortaya çıkışıyla başlamıştır.” Halbuki insanın düşünmesi var
olduğu ilk günden beri vardır ve felsefenin gündeme taşıdığı konular hakkında
Antik Yunan’dan asırlar öncesinde beşeri toplumlarda da üzerinde durulmuş,
konuşulmuştur.
Felsefe tarihçileri, felsefenin Yunan’da başlamasından
önceki tarihi mitoloji olarak adlandırırlar; yani efsanelerin dünyaya hakim
olduğu zaman olarak tanıtırlar. O zamandaki insanlar düşünemez, akıl edemez, bir
şeyi gözlemleyemez, bir konu hakkında bilgi edinemez, mağarada yaşıyorlarmış
gibi bir imaj oluşturuluyor. Neticede akıl ile bağdaşmayan hurafelerin hakim
olduğu toplumlar akla gelir.
İnsanlık tarihi
peygamberlerle başlamıştır İlk insan ilim, irfan ve hikmetle dolatılmış bir
peygamberdir. İlk düşünce Semavi kelamın beyan ettiği konular olmuştur.
Yeryüzüne mutlak cehalet asla hakim olmamıştır. İlim ve hikmetle başlayan
insanlık tarihinin tahrif edilmesi hurafe, efsane ve cehaletin doğmasına sebep
olmuştur. Cehaletin çıkış sebepleri ve mitlerin oluşma etkenleri incelenmesi
gerekirken, semavi ilim ile başlayan yeryüzü yaşantısı metafizik alemle bağından
dolayı yargılanır olmuştur.
Hurafe ve efsaneler bu semavi/metafizik öğretiler tahrif
edildikten sonra ortaya çıkmıştır. İnsanlık tarihini anlatırken taş devrini,
mağara devrini anlatarak insanın cahil, hiç bir şey bilmeyen, düşünmeyen bir
varlık olarak dünyaya geldiği ve bütün bilgileri düşünerek ve tecrübe ile ele
getirdiklerini ve bunu da kendilerinin yaptığı düşüncesini empoze etmeye
çalışıyorlar.
Kısacası insan denen varlık yeryüzüne ayak bastığı ilk
günden asla mutlak cehalet dönemi olmamıştır. Taş devri, mağara devri
olmamıştır. İnsanlık tarihi ilim, irfan sahibi peygamberlerle başlamıştır.
Mitolojinin oluşmasına sebep olan dört önemli faktör vardır;
1-Vahiyi inkar etmek; Vahiy, metafizik epistemolojisini
beyan eder; ilmin kaynağını, cehaletin oluşma sebeplerini, yaratılışın
hedefini, ilk insanın yaratılışını, nasıl yaşanılacağını insana öğreten tek
hatasız kaynaktır. Vahiyden uzaklaşmak cehaletin ve mitlerin oluşmasına ortam
hazırlar. Vahiyden uzaklaşmak sadece inkar etmek değildir, vahyi tahrif etmek,
hurafelerle doldurmak özellikle de metafizik epistemolojiyi reddetmek vahiyden
uzaklaşmak ve mitlerin oluşmasına zemin hazırlayan en önemli etkendir. Kusursuz
ve hatasız bilgi içeren ilahi ilim Vahiy’den uzaklaşılırsa, kusurlu ve hata
dolu bilgi gelir ve bu da hurafe ve efsanelerin oluşmasını sağlar.
2-Peygamberlerden uzaklaşmak: Yaratıcının indirdiği vahyi
insanlara ulaştıran en güvenilir, sözünde batıl ve yanlış olmayan seçkin
insanlardır. Her peygamber için “Resulun Emin” tabir kullanılıyor. Hem vahyi
almada hem de pratize edip canlı örneğini göstermede peygambere ihtiyaç vardır.
Peygamberlerin en büyük özelliği yaşadıkları toplumlarda
yaşam tarzları, ahlak, ilim ve erdemleriyle en güvenilir ve üstün insanlar
görülmeleridir. Peygamberler kendi toplumlarında vahiy almadan önce güvenilir,
doğru sözlü, adil olarak tanınırlardı. Müşrik, kafir, putperestlerden hiçbirisi
peygamberlerin doğru sözlü, emin, adil olduğunda şüphe etmemişlerdir.
Peygamberden uzaklaşmak doğruluktan, adaletten, doğru sözden
ayrılmak anlamına geldiğinden ondan uzaklaşmak hurafe ve efsanelere yönelmeye sevk
etmiştir.
Peygamberlerden uzaklaşmaktan maksat fiziki ve coğrafik
uzaklık değildir. Peygamberin manevi, ilmi, ahlaki, düşünce ve itikadından
uzaklaşmaktır.
3-Aklı kullanmamak; İnsan aklı batini hüccettir. Akıl, hem
vahyi anlamada ve kabul etmede, hem de pratize etmede en kamil araçtır.
Peygamberler olmasa akıl tek başına her konuyu halledemese de birçok temel
konuları idrak edebilir. Hak ile batılı, gerçek ile yalanı, doğru ile yanlışı
ayırt edebilecek güce sahiptir. Aklını kullanmayan insanların hurafe ve efsane
peşinde koşmaları kaçınılmaz olacaktır.
Kur’an, insanların akıllarını kullanmasıyla ilgili yüzlerce
ayet içermektedir.
Hz. Ali (as) peygamberlerin gönderiliş sebebini beyan
ederken buyuruyor; “Peygamberler insanların akli hazinelerini ortaya çıkarmak
için mebus olmuşlardır....”
4- Diğer toplumların mitlerinden etkilenmek: Milletler ve
toplumların kendi mitleri olmasıyla birlikte diğer inançlardan ve mitlerden de
etkilenmişlerdir. Her toplum çevre bölgelerde yaşayan toplulukların mitleri ve
inançlarından büyük oranda etkileşim gösterir. Arap mitolojisi de Hristiyan, Yahudi
inancından ve diğer milletlerin kültürlerinden etkilenmişlerdir. Çünkü tahrif
edilmiş Eski Ahid ve Yeni Ahid’in hikâye ve sembollerinde mitolojik öğeler
bulunmaktadır bunun sebebi de içerisinde ilâhî-beşerî ilişkilerin anlatıldığı
bütün hikâyeler mitolojik bir yapı taşıyor olmasıdır.
“Çoğu efsanenin başlangıç noktası aynı iken değişik coğrafya
ve kültürlerden etkilenerek farklılaşmış birden farklı anlatı haline dönüşmüş,
orijinal olanı ancak mitologların anlayabileceği kadar kompleks hale
gelmişlerdir”. / Özhan Öztürk. Dünya Mitolojisi
Kavram karmaşası
H. Kanaatlı’nın bu konuda yaptığı yanlışlardan biri de
“Terminoloji” alanındadır. Şöyle ki hurafe, efsane, hayal, kurgu kavramlarını
aynı manada kullanıyor. Kendi aklının almadığı, vicdanın kabul etmediği bir
konuyu hayal, hurafe, efsane olarak değerlendiriyor. Her kavram çıktığı inanç
ve ekol içerisinde ele alınmalı ve o ekolünün terminolojisinde incelemesi
gerekir.
Şöyle diyor: “İnsanların ekseriyeti hurafe şeylere muhabbet
besler. Yani insanların çoğu, aklıyla değil, hayalleriyle yaşar. Dinin varlık
sebebi de zaten hayaldir.”
Dikkat ederseniz hurafe ve hayali aynı şey sanmıştır.
Halbuki “hurafe ve efsane” insanların hakikatlerden esinlenerek uydurdukları
şeylerdir ama “Hayal” Allah’ın insana bahşettiği en büyük nimetlerden biridir.
Çünkü “hayal gücü” olmazsa insanın sanat, mimarlık, müzik, ressam...vs
alanlarda tefekkür, yaratıcılık, üreticilik, yenilik sunması imkansız olurdu.
Sn. Kanaatlı’nın, Kur’an’da peygamber kıssalarını hurafe olarak değerlendirmesinin itikadi sakıncasına ve nakli delillerle batıllığı hakkında alimler gereken cevabı vermişlerdir.
Hurafe ve efsanelerin oluştuğu mitolojiyi inceledikten sonra
şunu konuşmak gerekir; Kur’an bu mitlerden etkilenmiş midir, muharref Tevrat ve
İncil’den alıntı yapmış mıdır?
Bilinmesi gerekir ki, Peygamberlerin kıssalarının Tevrat,
İncil veya diğer kitaplarda zikredilmesi gayet doğaldır çünkü insanlık tarihini
incelerken insanlık tarihinin omurgasını peygamberler tarihi oluşturur diğer
tarihi olaylar peygamberlerin siretinin etrafında gerçekleşmiştir.
İnsanlar peygamberler tarihini, tahrif olmuş Tevrat ve
İncil’den alındığı için hurafelerle doldurulmuş bir peygamberler tarihine
sahiptirler. Kur’an’ın mucize yönlerinden birisi de tarihi gerçekleri akli ve
vicdani bir beyanla anlatmasıdır. Bu konuların Tevrat ve İncil’de geçmesi
Kur’an’ın onlardan aldığı anlamına gelmez. Peygamberler tarihinin tahrif
edildiği alanları ıslah etmiş ve hurafeleri yok etmiştir.
Kur’an insanlık tarihini başından sonuna kadar en güzel ve
en doğrusunu açıklayan hatasız bir kaynaktır.
„Sana bu Kur'an'ı vah yederek kıssaların en güzelini hikaye
edeceğiz ve bundan önce sen elbette onu bilmeyenlerdendin.” Yusuf/3
Kur’an, ilk insan Hz. Adem (as) ile son peygamber Resulullah’ın
(saa) arasında gelmiş insanın kaderinde etkisi olan evrensel değerleri beyan
eden peygamberlerin kıssalarını anlatır. Bu kıssaların dışında insanlık tarihi
yoktur, her ne yazılıp çizilmişse, bölgesel, zamansal, kavmi, milli, ulusal
bilgiler ve hikayeler olup evrensel değerden yoksundur.
Bundan dolayı Kur’an kıssalarını, milletlerin, kavimlerin
uydurduğu mit, masal, efsane gibi algılamak kasıtlı tahriftir. Milletlerin dini
hikayelerden ve Kur’an kıssalarından etkilendiği şüphe götürmez bir gerçektir.
Hatta milletlerin mitolojilerinin ilham kaynağı olduğunu söylemek pek yanlış
olmaz. Çünkü mitler hakikatlerin tahrifi veya efsaneleştirilmesidir. Ama Kur’an
hiçbir milletin mitlerinden etkilenmemiştir. Allah Kur’an’ı koruyacağı vaadinde
bulunmuştur.
“Şüphesiz zikri (Kur'an'ı) biz indirdik ve onun koruyucuları
da elbette biziz.” Hicr/9
Kur’an’da anlatılan peygamberler kıssası/hikâyelerinin yalan
veya hurafe olduğunu ya “kesin akli burhan” ile veya “kesin nakli delille” ispat
etmek gerekir. Halbuki Kur’an’da hurafe olduğuna dair ne akli olarak ne de
vicdanen bir delil sunmak mümkün değildir.
Kur’an edebiyatında Mitoloji için “Usture” kelimesinin
çoğulu olan “Esatir” kavramı kullanılmıştır.
Esatir, usture kelimesinin çoğuludur. Se-te-re kelimesinden
türemiştir. Efsane, masal, hikaye anlamındadır. / Mufredat-ı Rağib /el Mizan,
Cilt/12, S.334
Kur’an ayetlerinde “Esatir-ul Evvelin” öncekilerin
masalları, efsaneler manasında kullanılmıştır.
Mitoloji/Esatir ile ilgili ayetler, Hicaz‘da yaşayan
putperest toplumun ilahi vahiy olan Kur’an’ı efsane ve masal olarak
gördüklerini beyan ediyor. Hicaz toplumunun zihninde bir efsane, masal mefhumu
vardı bundan dolayı ayetler bu topluma hakim zihniyetin Kur’an’ı da masal,
efsane olarak gördüklerini onların dilinden aktarıyor. Onların düşüncesinde
Kur’an’ın anlattıkları efsane, hayal ürünü ve gerçek dışı hikayeler olarak algılanıyordu.
Kur’an’da “esatir-ul evvelin” tabiri her dönemde ilahi vahiy
ve risalete inanmak istemeyen müşrikler tarafından kullanılmıştır.
Örneğin;
“Ve bunlar, evvelce gelip geçmiş olanlara dair masallar, onu
başkalarına yazdırmıştır, bu masallar sabah akşam kendisine okunup duruyor,
dediler.” Furkan/5..
“Onlara, Rabbiniz ne indirdi size dense derler ki: Bunlar
geçmişlere ait masallardır.” Nahl/24,
“Ona ayetlerimizi okuyunca eskilere ait masallar dedi”.
Kalem/15
Müşrikler hem Kur’an ayetlerini masal olarak görüp vahyi reddediyorlar,
hem peygamberin risaletini ve hem de mead/kıyametle ilgili öğretileri.
Diğer bazı ayetlerde kıyameti masal ve mitoloji olarak gördüklerini
şöyle anlatıyor;
“Ve kafir olanlar, derler ki: Biz ve atalarımız, toprak
olduktan sonra mı mezarlarımızdan çıkarılacağız? Andolsun ki bu, bize de vadedilmiştir,
daha önce atalarımıza da vadedilmişti; fakat bu, gelip geçenlere ait bir masal
ancak.” Neml/67-68
„Hayır, onlar, hep evvelkilerin dedikleri gibi demedeler.
Dediler ki: Öldükten ve toz toprak ve kemik kesildikten sonra mı
diriltileceğiz? Andolsun ki bize de daha önce atalarımıza da vadedilmişti bu,
fakat bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değil.” Müminun/81-83
Kur’an nazil olduğu toplumun Kur’a’nın öğretilerini, vahyi,
kıyamet, yaratılış alemindeki ilahi mucizeleri, peygamberlerin kıssalarını
masal ve mitoloji olarak görmelerinin sebebinin cahiliyet olduğunu belirtirken
bunu cahiliyet nişanelerini açıklayarak anlatır.
Kur’an, sadece müşriklerin kendi elleriyle tahtadan, taştan
yaptıkları ilahlara tapmalarını cahiliyet olarak görmüyor; akla uymayan ve
ilahi olmayan her şeyi cahiliyet döneminin kültüründen sayıyor.
“Hala mı cahiliyet devrinin hükmünü aramadalar?” Maide/50
Kur’an cahiliyet kültürünü kınarken iki önemli kavram
kullanıyor “La ye’lemun/bilmiyorlar ve la Ye’kilun/düşünmüyorlar.”
Bu ayatte “akli ve ilahi olmayan” hükümlerin peşinden gitmek
“cahiliyet” olarak adlandırılıyor.
“Müslümanlıktan önceki bilgisizlik çağında olduğu gibi
haksız zanlara kapıldılar.” Al-i İmran/154
İki önemli nokta bu ayette vurgulanıyor; vahiy gelmeden
önceki dönemin bilgisizlik dönemi olduğu ve bu dönemde “Yakini/kesin bilgi”
yerine “zan ve sanı” ile karar verdiklerini belirtiyor. Bunlar “bilgisizlik ve
cahiliyet” çağında olmakla kınanıyor.
„O sırada, kafir olanların yüreklerinde coşup kabaran gayret
ve kızgınlık, cahiliyet devrine ait bir gayret ve kızgınlıktı...” Fetih/26
Milli, kavmi ve kabile taassuplarından dolayı kalplerinde
besledikleri gayret ve kızgınlığın “cahiliyet kültüründen” olduğunu belirtiyor.
“Ve evlerinizde oturun ve ilk cahiliyet devrinde olduğu gibi
sokaklara çıkmayın.” Ahzab/33
Ahlaki yozlaşmayı, kadınların iffet ve hayasını
korumamasını, toplumda ahlaki değerlerin umursanmamasını “cahiliyet” olarak
tanıtıyor.
Kur’an’da diğer birçok ayetler şirk ve putperestlik, ilahlar
edinmek “cahiliyet” özelliklerinden sayılmaktadır.
Arap mitolojisinde de putlar sembolize ettikleri tanrı veya
tanrıçalar nedeniyle kutsal sayılan tapınma araçlarıydı.
Resulullah (saa) buyuruyor: “Ben iki cehalet arasında meb’us
oldum, ikincisi birincisinden daha kötüdür, daha tehlikelidir.” el-Emali el Şeceri/cilt 2. S.277
Bu rivayette Resulullah (saa) peygamberliği döneminde iki
cahiliyete, iki mitolojiye işaret ediliyor. Birincisi hayattayken
peygamberliğinden önceki dönem, ikincisi ise kıyamet öncesi ortaya çıkacak
cahiliyet dönemi.
“Ve evlerinizde oturun ve ilk cahiliyet devrinde olduğu gibi
sokaklara çıkmayın.” Ahzab/33
Ayette geçen “Cahiliyetil Ula/ ilk cahiliyet” kavramının ne
manaya geldiği hakkında İmam Sadık (as) sorduklarında İmam Sadık (as) şöyle
buyurdu: “Evet, gelecekte diğer bir cahiliyet daha olacaktır.”/ Tefsir Nur
es-Sakaleyn.
İranlı düşünür Şehid Murtaza Avini bu ikinci cahiliyet
hakkında şöyle diyor: “Beyler bu övündüğünüz çağ cahiliyet çağıdır, bunun diğer
cahiliyet çağlarından farkı bunun teorize ediliyor olmasıdır. Bu asır ister
kabul edelim ister etmeyelim cahiliyet çağıdır; hurafeler çağıdır. Biz bu
modern hurafelerle mücadele etmeliyiz.”
Bu ikinci cahiliyet, modernite, aydınlık çağı, bilim ve
teknoloji unvanıyla planlanarak yapılmaktadır. Kıyamet öncesi bu cahiliyet Hz.
Mehdi’nin (af) zuhuru öncesi mitolojidir. Her peygamber kendi döneminde kendi
ümmetine hakim olan cahiliyeti yok ettiği gibi Hz. Mehdi (af) bütün dünyaya
hakim küresel nitelik kazanmış bu ikinci cahiliyeti yok edecektir.
Evet! Kur’an şiddetle hurafe ve efsaneye karşı çıkarken
kendisinde hurafe olması akıl ve vicdanla bağdaşır mı?
Öyleyse H. Kanaatlı’nın Peygamberlerin kıssasındaki hikmeti
çözmekten aciz olmasının sebebi Kur’an’ın mucize olması, akıl ile ölçülmesinin
yanlış olması, peygamberlerin mucizelerinin şifreler ve sırlarla dolu
olmasıdır.
Tek seçenek kalıyor peygamberlerin kıssalarında geçen
mucizeler hurafe ve efsane değilse o zaman “şifreli ve kodlu” olması gerekir
çünkü zahiri insanın yanlış anlamasına müsaittir.
H. Kanaatlı’nın peygamberlerin mucizelerinin hakikatini
görememesi, idrak edememesi ve hurafe olarak algılamasının sebebi bu şifreleri
“kıt akıl” ve “kör vicdanla” çözmeye çalışmasıdır. Sırları ve şifreleri çözme
“Epistemolojisine” sahip olmadığından bu hatalara düşmektedir.
“Epistemoloji Marifet
Şinasidir.”
Epistemoloji, bilgi nedir, bilginin kaynağı nedir, bilgi
edinme araçları nedir, bilgiyi doğrulama kriteri nedir, doğru bilgi elde
etmenin yolları nelerdir gibi konuları beyan eder.
Epistemoloji, ya beşeri/fizik epistemolojidir veya metafizik
epistemoloji.
Bilgi elde etme yolu ve aracı hakkında Eflatun’dan günümüze
kadar batılı filozof ve bilim adamları ittifak etmemişlerdir. Bilgi edinme
vesilesinin “huzuri ilim” ile başladığını belirtip akıl, duyular, gözlem,
tecrübe ve sezgi olarak belirtirler.
Din/metafizik epistemolojide ise bunlarla birlikte “kalbi
şuhud” ve “Vahiy” zikr edilmektedir.
Peygamberlerin hikayelerinin şifreli olduğunu
düşünüyorsanız, şifrelerini çözmek için bir yol bulmanız gerekir.
Sn. Kanaatlı epistemolojisini, görüşleri mutlak ve kesin
doğru olarak kabul görülmeyen bazı batılı filozofların görüşlerine
dayandırdığından, Kur’an kıssalarının şifresini “günaha bürünmüş vicdan”, “kuru
akıl” ile anlamaya çalışıyor. Bunlarla çözemediği için mucizeleri hurafe olarak
görüp, Kur’an’ın tasnif edilmesi gerektiğini savunuyor.
Kur’an buyuruyor bir şeyi iddia ettiğiniz zaman da inkar
ettiğiniz zaman da delil getirmeniz gerekir.
“Hani siz vadinin yakın bir yerindeydiniz, onlar uzak bir
kıyısında, kervansa sizden daha aşağı tarafta ve eğer muayyen yerlerde buluşmak
üzere sözleşseydiniz gene ihtilafa düşerdiniz. Fakat helak olanın, apaçık bir
delil görerek helak olması, diri kalanın da gene apaçık bir delil görerek diri
kalması için Allah, olacak bir işi yerine getirmek üzere bunu böyle yaptı ve
şüphe yok ki Allah, mutlaka her şeyi duyar, bilir.” Enfal/42
Peygamberlerin kıssalarında belirtilen mucizeler hurafe
mıdır, hayali bir senaryo mudur, mecaz mıdır, yoksa akli ve ilmi bir açıklaması
var mıdır?
Bu ayet akli ve evrensel ilmi bir kuralı beyan ediyor; “bir
şeyi iddia ediyorsanız doğruluğunu ispat için delil sunmanız gerekir, bir şeyi
inkar ediyorsanız yine batıl olduğuna dair delil sunmanız gerekir.”
Fizik ve materyalist epistemoloji ile mucizeyi inkar etmek
için delil sunulması gerekir.
Denilebilir ki peygamberler mucize getirdiğini iddia ediyor
onların ispat etmesi gerekir. Evet doğrudur işte bu Metafizik epistemoloji ile
açıklanır. Bu konu “Mucize nedir ve peygamberlerin mucizelerinin akli ve ilmi
açıklaması” başlığı altında ayrı bir yazı gerektirmektedir.
Sn. Kanaatlı bunların hurafe olduğu ve Kur’an’dan tasnif
edilmesi gerektiğini savunuyor. Kendi delili ve gerekçesi bulunmuyor. Tek
gerekçesi de batının da bu işi yaptığıdır.
Şöyle diyor;
“Nitekim geçmişte Batıda bu iş başlatıldı ve efsanelerin
kutsal metinlerden çıkartılması gerektiği söylendi.”
Anlayamadığı noktalar şunlardır;
Birincisi batılılar dedelerinin kendi elleriyle yazdıkları
Tevrat ve İncil’den hurafeleri çıkarmışlar; yani kendi yalan ve hurafelerini
temizliyorlar.
İkicisi, Allah’ın nazil ettiği Kur’an’ın hiçbir kelime ve
harfinde değişiklik yapılmamış orijinal vahiydir, beşer eli değmemiş halidir. Allah’ın
sözlerini mi tasnif edeceksiniz?
Üçüncüsü Kur’an’da her anlamadığınız şeyi hurafe, hayal ve
efsane olarak görüp tasnif edelim derseniz Kur’an’ın tamamını kenara bırakmanız
gerekecektir.
Dördüncüsü, dinin ve mezheplerin doğmasının sebeplerinden
birinin İHTİYAÇ ve UYUM olduğunu vurgulayıp sonuç alması “İlahi teoloji” ile “beşeri
teolojiyi” birbirinden ayırt edememiş olmasındandır.
H. Kanaatlı Mitoloji, terminoloji, epistemoloji, sosyoloji
gibi bilim dallarına batı gözlüğü ile bakmış o da yüzeysel olarak bakmış ama
metafizik epistemolojiden ve ilahi teolojiden uzak kaldığı için Kur’an ve din
konusunda maalesef hataya düşmektedir.
Bir daha ki yazımız; Hz. Süleyman’ın (as) kuşdili bilmesi, hayvanlarla konuşması özellikle “Hud Hud kuşu” ile konuşması hurafe midir yoksa akli ve ilmi bir açıklaması var mıdır? Konularını ele alacağız.
Sabahattin Türkyılmaz
https://rasthaber.com/tr/haber/yazar-haberleri/h-kanaatli-nin-iddialarina-cevap-1-145115