Hasan Kanaatlı'ya Cevap (2) Kur'an'da Hurafe Var Mıdır?

GİRİŞ: 02.05.2025 19:28      GÜNCELLEME: 02.05.2025 19:28
Rasthaber - Hasan Kanaatlı “Din ve mezheplerin doğmasının sebeplerinden” birinin İHTİYAÇ ve UYUM olduğu ile başladığı yazısında bütün konuları birbirine karıştırmış; peygamberlerin kıssalarını, kadın-erkek eşitliği, insan hak ve özgürlüğü, kutsalların inkarı, ahlakın işlevliği, vicdan ve ruh, özellikle de aklı ön plana çıkarıp her şeyi akıl ile ölçmeye çalışmış.

Bir de yazısında kendisini yenilikçi, akılcı olarak gördükten sonra “Vicdan ekolüne” sahip olduğunu belirtiyor.

Şöyle diyor: “Müslümanlar arasında yeni oluşan "vicdan" ekolüne mensup olanlar da sufi ekolünün kollarından biridir. "Vicdan" ekolü, yenilikçi ve de akılcıdır.”

H. Kanaatlı, “Vicdan ekolü” ilkeleri ile yazmış olduğu yazısında “Hurafe/Efsane” konusuna değinmiş ve Kur’an’da hurafe olduğunu iddia etmiştir.

Kur’an’da hurafe olduğu hakkında Şöyle diyor;

“Naslara tabi olan akıl mı, yoksa onlardan bağımsız olan akıl mı? Oysaki biz, naslardan bağımsız olan aklın korunmasını istiyoruz. Çünkü, naslara bağımlı olan akıl, "hurafe akıldır."

“Bizler yalnızca Kur'an'da geçen hikayeleri tasnif etmeliyiz. Çünkü enbiyanın hikayeleri, şifreli hikâyelerdendir, hatta gerçek de olamayabilirler.”

“Hatta Kur'an'ın kendinde bile birçok hurafeler mevcuttur.”

H. Kanatlı’nın yazısında belirttiği konulara kendi tabiriyle bilimsel ve akli yaklaşarak akli ve mantıklı cevap vermeye çalışacağız.

H. Kanaatlı hurafe konusuna da Batılı filozofların mitoloji anlayışından, hurafenin kaynağını, nelerin hurafe ve efsane olduğu anlatımından ilham almış olarak Kur’an’a da onların penceresinden bakmıştır.

Hurafe ve efsanelerin doğuşu ve onları doğuran etkenler incelenmeden Kanaatlı’nın Kur’an’da hurafe olduğunu iddia etmesinin sebebini anlamak zordur.

 Mitolojinin Tanımı ve İçeriği

Mitoloji sözcüğü, Yunanca masal anlamına gelen ‘Mythos’ ile kavramak fiilini temsil eden ‘Logos’ kelimelerinin bir araya gelmesinden oluşmuştur. Mitoloji; eski zamanlarda yaşamış milletlerin inandıkları tanrıların, kahramanların ve birçok başka varlığın yaşadığı olaylardan bahseden “Mit“ler ve efsanelerdir.  (Şefik Can, 2011)

Efsaneler ve Mitler üç katagoride ortaya çıkmıştır;

- Evren, yaratılış ve kainatta vuku bulan olayların kaynağı hakkındadır. Yani bir kültürün evrenin nasıl yaratıldığına ilişkin görüş ve inançlarını açıklayan ve tanımlayan yaratılış mitlerdir. Mitler insan topluluklarının tabiat olaylarını ve evrenin görünüşlerini anlamlandırma ihtiyacından doğmuş anlatılardır.

- Tanrıya ait tasavvur; bütün toplumlarda özellikle de Antik Yunan’da “tanırların varlığı ve onların eylemlerinin sonucu” en fazla konuşulan konudur.

- Soylu kişiler ve Milli kahramanlara dair düşünceler/ Özhan Öztürk. Folklor ve Mitoloji Sözlüğü

Mitler/hurafe/efsaneler bağımsız, zati olarak yoktur.

Bilerek veya bilmeyerek göz ardı edilen bir nokta şudur; hurafe ve efsaneler bir hakikatin tahrifi sonucu ve ona benzemesinden kaynaklanır. Efsaneler kendi kendisine var olan masallar değildir. Tarihte var olan hakikatlerden esinlenerek efsaneler ve hayali karamanlar yaratılmıştır.

 Allah, insan tarafından hiç tanınmamış ve bilinmemiş olsaydı insanlar ilahları uyduramazdı. Nemrut, Firavun gibiler ilahlık iddia edemezlerdi. Peygamberler olmasaydı yalancı peygamberler çıkmazdı.

İnsanlık tarihi ilim, akıl ve Tevhide inanan peygamber ile başlamıştır. Yani insanın ilk dünya hayatı ilim ve akıl ile başlamıştır. Mitolojide tanrı tasavvuru ve ilahların uydurulması orijinal Tevhid inancından esinlenerek, ona benzeyerek ortaya çıkmıştır.

Öyleyse insanlık tarihinin tek bir mitoloji tarihi yoktur; yani insanlık tarihi dünyaya tamamen hakim mutlak bir mitoloji dönemi yaşamamıştır; mitler hakikatlerin bir zamanlar hakim olduğu toplumlarda ortaya çıkar. Yani hakikatleri açıklayan her peygamber sonrası o toplumda efsane, hurafe ve cehaletin hakim olduğu bir mitolojik dönem olmuştur. Yunan Mitolojisi de bunlardan biridir. Antik Yunan’da felsefe ortaya çıkmadan önceki mitoloji, “insanlık mitolojisi” değil “Yunan mitolojisidir”.

Batılıların bu dönemi akıl, bilim ve felsefeyle geride bırakmaları sadece kendi mitolojilerinden kurtuluştur. Dikkat edilirse batılı filozoflar Antik Yunan’a hakim mitoloji öncesine pek değinmezler ve mitoloji öncesi o topluma nasıl bir atmosferin hakim olduğunu incelemezler veya incelemek istemezler.

Günümüz batı felsefe ve düşünce tarihi yazarları tarafından oluşturulan yanlış algılardan biri şudur; “insanlar Yunan felsefesi ortaya çıktıktan sonra düşünmeye başlamıştır, dolayısıyla insanlık tarihinin başlangıcı felsefenin ortaya çıkışıyla başlamıştır.” Halbuki insanın düşünmesi var olduğu ilk günden beri vardır ve felsefenin gündeme taşıdığı konular hakkında Antik Yunan’dan asırlar öncesinde beşeri toplumlarda da üzerinde durulmuş, konuşulmuştur.

Felsefe tarihçileri, felsefenin Yunan’da başlamasından önceki tarihi mitoloji olarak adlandırırlar; yani efsanelerin dünyaya hakim olduğu zaman olarak tanıtırlar. O zamandaki insanlar düşünemez, akıl edemez, bir şeyi gözlemleyemez, bir konu hakkında bilgi edinemez, mağarada yaşıyorlarmış gibi bir imaj oluşturuluyor. Neticede akıl ile bağdaşmayan hurafelerin hakim olduğu toplumlar akla gelir.

 İnsanlık tarihi peygamberlerle başlamıştır İlk insan ilim, irfan ve hikmetle dolatılmış bir peygamberdir. İlk düşünce Semavi kelamın beyan ettiği konular olmuştur. Yeryüzüne mutlak cehalet asla hakim olmamıştır. İlim ve hikmetle başlayan insanlık tarihinin tahrif edilmesi hurafe, efsane ve cehaletin doğmasına sebep olmuştur. Cehaletin çıkış sebepleri ve mitlerin oluşma etkenleri incelenmesi gerekirken, semavi ilim ile başlayan yeryüzü yaşantısı metafizik alemle bağından dolayı yargılanır olmuştur.

Hurafe ve efsaneler bu semavi/metafizik öğretiler tahrif edildikten sonra ortaya çıkmıştır. İnsanlık tarihini anlatırken taş devrini, mağara devrini anlatarak insanın cahil, hiç bir şey bilmeyen, düşünmeyen bir varlık olarak dünyaya geldiği ve bütün bilgileri düşünerek ve tecrübe ile ele getirdiklerini ve bunu da kendilerinin yaptığı düşüncesini empoze etmeye çalışıyorlar.

Kısacası insan denen varlık yeryüzüne ayak bastığı ilk günden asla mutlak cehalet dönemi olmamıştır. Taş devri, mağara devri olmamıştır. İnsanlık tarihi ilim, irfan sahibi peygamberlerle başlamıştır.

Mitolojiyi oluşturan etkenler

Mitolojinin oluşmasına sebep olan dört önemli faktör vardır;

1-Vahiyi inkar etmek; Vahiy, metafizik epistemolojisini beyan eder; ilmin kaynağını, cehaletin oluşma sebeplerini, yaratılışın hedefini, ilk insanın yaratılışını, nasıl yaşanılacağını insana öğreten tek hatasız kaynaktır. Vahiyden uzaklaşmak cehaletin ve mitlerin oluşmasına ortam hazırlar. Vahiyden uzaklaşmak sadece inkar etmek değildir, vahyi tahrif etmek, hurafelerle doldurmak özellikle de metafizik epistemolojiyi reddetmek vahiyden uzaklaşmak ve mitlerin oluşmasına zemin hazırlayan en önemli etkendir. Kusursuz ve hatasız bilgi içeren ilahi ilim Vahiy’den uzaklaşılırsa, kusurlu ve hata dolu bilgi gelir ve bu da hurafe ve efsanelerin oluşmasını sağlar.

2-Peygamberlerden uzaklaşmak: Yaratıcının indirdiği vahyi insanlara ulaştıran en güvenilir, sözünde batıl ve yanlış olmayan seçkin insanlardır. Her peygamber için “Resulun Emin” tabir kullanılıyor. Hem vahyi almada hem de pratize edip canlı örneğini göstermede peygambere ihtiyaç vardır.

Peygamberlerin en büyük özelliği yaşadıkları toplumlarda yaşam tarzları, ahlak, ilim ve erdemleriyle en güvenilir ve üstün insanlar görülmeleridir. Peygamberler kendi toplumlarında vahiy almadan önce güvenilir, doğru sözlü, adil olarak tanınırlardı. Müşrik, kafir, putperestlerden hiçbirisi peygamberlerin doğru sözlü, emin, adil olduğunda şüphe etmemişlerdir.

Peygamberden uzaklaşmak doğruluktan, adaletten, doğru sözden ayrılmak anlamına geldiğinden ondan uzaklaşmak hurafe ve efsanelere yönelmeye sevk etmiştir.

Peygamberlerden uzaklaşmaktan maksat fiziki ve coğrafik uzaklık değildir. Peygamberin manevi, ilmi, ahlaki, düşünce ve itikadından uzaklaşmaktır.

3-Aklı kullanmamak; İnsan aklı batini hüccettir. Akıl, hem vahyi anlamada ve kabul etmede, hem de pratize etmede en kamil araçtır. Peygamberler olmasa akıl tek başına her konuyu halledemese de birçok temel konuları idrak edebilir. Hak ile batılı, gerçek ile yalanı, doğru ile yanlışı ayırt edebilecek güce sahiptir. Aklını kullanmayan insanların hurafe ve efsane peşinde koşmaları kaçınılmaz olacaktır.

Kur’an, insanların akıllarını kullanmasıyla ilgili yüzlerce ayet içermektedir.

Hz. Ali (as) peygamberlerin gönderiliş sebebini beyan ederken buyuruyor; “Peygamberler insanların akli hazinelerini ortaya çıkarmak için mebus olmuşlardır....”

4- Diğer toplumların mitlerinden etkilenmek: Milletler ve toplumların kendi mitleri olmasıyla birlikte diğer inançlardan ve mitlerden de etkilenmişlerdir. Her toplum çevre bölgelerde yaşayan toplulukların mitleri ve inançlarından büyük oranda etkileşim gösterir. Arap mitolojisi de Hristiyan, Yahudi inancından ve diğer milletlerin kültürlerinden etkilenmişlerdir. Çünkü tahrif edilmiş Eski Ahid ve Yeni Ahid’in hikâye ve sembollerinde mitolojik öğeler bulunmaktadır bunun sebebi de içerisinde ilâhî-beşerî ilişkilerin anlatıldığı bütün hikâyeler mitolojik bir yapı taşıyor olmasıdır.

“Çoğu efsanenin başlangıç noktası aynı iken değişik coğrafya ve kültürlerden etkilenerek farklılaşmış birden farklı anlatı haline dönüşmüş, orijinal olanı ancak mitologların anlayabileceği kadar kompleks hale gelmişlerdir”. / Özhan Öztürk. Dünya Mitolojisi

Kavram karmaşası

H. Kanaatlı’nın bu konuda yaptığı yanlışlardan biri de “Terminoloji” alanındadır. Şöyle ki hurafe, efsane, hayal, kurgu kavramlarını aynı manada kullanıyor. Kendi aklının almadığı, vicdanın kabul etmediği bir konuyu hayal, hurafe, efsane olarak değerlendiriyor. Her kavram çıktığı inanç ve ekol içerisinde ele alınmalı ve o ekolünün terminolojisinde incelemesi gerekir.

Şöyle diyor: “İnsanların ekseriyeti hurafe şeylere muhabbet besler. Yani insanların çoğu, aklıyla değil, hayalleriyle yaşar. Dinin varlık sebebi de zaten hayaldir.”

Dikkat ederseniz hurafe ve hayali aynı şey sanmıştır. Halbuki “hurafe ve efsane” insanların hakikatlerden esinlenerek uydurdukları şeylerdir ama “Hayal” Allah’ın insana bahşettiği en büyük nimetlerden biridir. Çünkü “hayal gücü” olmazsa insanın sanat, mimarlık, müzik, ressam...vs alanlarda tefekkür, yaratıcılık, üreticilik, yenilik sunması imkansız olurdu.

Sn. Kanaatlı’nın, Kur’an’da peygamber kıssalarını hurafe olarak değerlendirmesinin itikadi sakıncasına ve nakli delillerle batıllığı hakkında alimler gereken cevabı vermişlerdir. 

Hurafe ve efsanelerin oluştuğu mitolojiyi inceledikten sonra şunu konuşmak gerekir; Kur’an bu mitlerden etkilenmiş midir, muharref Tevrat ve İncil’den alıntı yapmış mıdır?

Bilinmesi gerekir ki, Peygamberlerin kıssalarının Tevrat, İncil veya diğer kitaplarda zikredilmesi gayet doğaldır çünkü insanlık tarihini incelerken insanlık tarihinin omurgasını peygamberler tarihi oluşturur diğer tarihi olaylar peygamberlerin siretinin etrafında gerçekleşmiştir.

İnsanlar peygamberler tarihini, tahrif olmuş Tevrat ve İncil’den alındığı için hurafelerle doldurulmuş bir peygamberler tarihine sahiptirler. Kur’an’ın mucize yönlerinden birisi de tarihi gerçekleri akli ve vicdani bir beyanla anlatmasıdır. Bu konuların Tevrat ve İncil’de geçmesi Kur’an’ın onlardan aldığı anlamına gelmez. Peygamberler tarihinin tahrif edildiği alanları ıslah etmiş ve hurafeleri yok etmiştir.

Kur’an insanlık tarihini başından sonuna kadar en güzel ve en doğrusunu açıklayan hatasız bir kaynaktır.

„Sana bu Kur'an'ı vah yederek kıssaların en güzelini hikaye edeceğiz ve bundan önce sen elbette onu bilmeyenlerdendin.” Yusuf/3

Kur’an, ilk insan Hz. Adem (as) ile son peygamber Resulullah’ın (saa) arasında gelmiş insanın kaderinde etkisi olan evrensel değerleri beyan eden peygamberlerin kıssalarını anlatır. Bu kıssaların dışında insanlık tarihi yoktur, her ne yazılıp çizilmişse, bölgesel, zamansal, kavmi, milli, ulusal bilgiler ve hikayeler olup evrensel değerden yoksundur.

Bundan dolayı Kur’an kıssalarını, milletlerin, kavimlerin uydurduğu mit, masal, efsane gibi algılamak kasıtlı tahriftir. Milletlerin dini hikayelerden ve Kur’an kıssalarından etkilendiği şüphe götürmez bir gerçektir. Hatta milletlerin mitolojilerinin ilham kaynağı olduğunu söylemek pek yanlış olmaz. Çünkü mitler hakikatlerin tahrifi veya efsaneleştirilmesidir. Ama Kur’an hiçbir milletin mitlerinden etkilenmemiştir. Allah Kur’an’ı koruyacağı vaadinde bulunmuştur.

“Şüphesiz zikri (Kur'an'ı) biz indirdik ve onun koruyucuları da elbette biziz.”  Hicr/9

Kur’an’da anlatılan peygamberler kıssası/hikâyelerinin yalan veya hurafe olduğunu ya “kesin akli burhan” ile veya “kesin nakli delille” ispat etmek gerekir. Halbuki Kur’an’da hurafe olduğuna dair ne akli olarak ne de vicdanen bir delil sunmak mümkün değildir.

Kur’an’da mitoloji

Kur’an edebiyatında Mitoloji için “Usture” kelimesinin çoğulu olan “Esatir” kavramı kullanılmıştır.

Esatir, usture kelimesinin çoğuludur. Se-te-re kelimesinden türemiştir. Efsane, masal, hikaye anlamındadır. / Mufredat-ı Rağib /el Mizan, Cilt/12, S.334

Kur’an ayetlerinde “Esatir-ul Evvelin” öncekilerin masalları, efsaneler manasında kullanılmıştır.

Mitoloji/Esatir ile ilgili ayetler, Hicaz‘da yaşayan putperest toplumun ilahi vahiy olan Kur’an’ı efsane ve masal olarak gördüklerini beyan ediyor. Hicaz toplumunun zihninde bir efsane, masal mefhumu vardı bundan dolayı ayetler bu topluma hakim zihniyetin Kur’an’ı da masal, efsane olarak gördüklerini onların dilinden aktarıyor. Onların düşüncesinde Kur’an’ın anlattıkları efsane, hayal ürünü ve gerçek dışı hikayeler olarak algılanıyordu.

Kur’an’da “esatir-ul evvelin” tabiri her dönemde ilahi vahiy ve risalete inanmak istemeyen müşrikler tarafından kullanılmıştır.

Örneğin;

“Ve bunlar, evvelce gelip geçmiş olanlara dair masallar, onu başkalarına yazdırmıştır, bu masallar sabah akşam kendisine okunup duruyor, dediler.” Furkan/5..

“Onlara, Rabbiniz ne indirdi size dense derler ki: Bunlar geçmişlere ait masallardır.” Nahl/24,

“Ona ayetlerimizi okuyunca eskilere ait masallar dedi”. Kalem/15

Müşrikler hem Kur’an ayetlerini masal olarak görüp vahyi reddediyorlar, hem peygamberin risaletini ve hem de mead/kıyametle ilgili öğretileri.

Diğer bazı ayetlerde kıyameti masal ve mitoloji olarak gördüklerini şöyle anlatıyor;

“Ve kafir olanlar, derler ki: Biz ve atalarımız, toprak olduktan sonra mı mezarlarımızdan çıkarılacağız? Andolsun ki bu, bize de vadedilmiştir, daha önce atalarımıza da vadedilmişti; fakat bu, gelip geçenlere ait bir masal ancak.” Neml/67-68

„Hayır, onlar, hep evvelkilerin dedikleri gibi demedeler. Dediler ki: Öldükten ve toz toprak ve kemik kesildikten sonra mı diriltileceğiz? Andolsun ki bize de daha önce atalarımıza da vadedilmişti bu, fakat bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değil.” Müminun/81-83

Kur’an’ın mantığında mitoloji

Kur’an nazil olduğu toplumun Kur’a’nın öğretilerini, vahyi, kıyamet, yaratılış alemindeki ilahi mucizeleri, peygamberlerin kıssalarını masal ve mitoloji olarak görmelerinin sebebinin cahiliyet olduğunu belirtirken bunu cahiliyet nişanelerini açıklayarak anlatır.

Kur’an, sadece müşriklerin kendi elleriyle tahtadan, taştan yaptıkları ilahlara tapmalarını cahiliyet olarak görmüyor; akla uymayan ve ilahi olmayan her şeyi cahiliyet döneminin kültüründen sayıyor.

“Hala mı cahiliyet devrinin hükmünü aramadalar?” Maide/50

Kur’an cahiliyet kültürünü kınarken iki önemli kavram kullanıyor “La ye’lemun/bilmiyorlar ve la Ye’kilun/düşünmüyorlar.”

Bu ayatte “akli ve ilahi olmayan” hükümlerin peşinden gitmek “cahiliyet” olarak adlandırılıyor.

“Müslümanlıktan önceki bilgisizlik çağında olduğu gibi haksız zanlara kapıldılar.” Al-i İmran/154

İki önemli nokta bu ayette vurgulanıyor; vahiy gelmeden önceki dönemin bilgisizlik dönemi olduğu ve bu dönemde “Yakini/kesin bilgi” yerine “zan ve sanı” ile karar verdiklerini belirtiyor. Bunlar “bilgisizlik ve cahiliyet” çağında olmakla kınanıyor.

„O sırada, kafir olanların yüreklerinde coşup kabaran gayret ve kızgınlık, cahiliyet devrine ait bir gayret ve kızgınlıktı...” Fetih/26

Milli, kavmi ve kabile taassuplarından dolayı kalplerinde besledikleri gayret ve kızgınlığın “cahiliyet kültüründen” olduğunu belirtiyor.

“Ve evlerinizde oturun ve ilk cahiliyet devrinde olduğu gibi sokaklara çıkmayın.” Ahzab/33

Ahlaki yozlaşmayı, kadınların iffet ve hayasını korumamasını, toplumda ahlaki değerlerin umursanmamasını “cahiliyet” olarak tanıtıyor.

Kur’an’da diğer birçok ayetler şirk ve putperestlik, ilahlar edinmek “cahiliyet” özelliklerinden sayılmaktadır.

Arap mitolojisinde de putlar sembolize ettikleri tanrı veya tanrıçalar nedeniyle kutsal sayılan tapınma araçlarıydı.

Resulullah (saa) buyuruyor: “Ben iki cehalet arasında meb’us oldum, ikincisi birincisinden daha kötüdür, daha tehlikelidir.”  el-Emali el Şeceri/cilt 2. S.277

Bu rivayette Resulullah (saa) peygamberliği döneminde iki cahiliyete, iki mitolojiye işaret ediliyor. Birincisi hayattayken peygamberliğinden önceki dönem, ikincisi ise kıyamet öncesi ortaya çıkacak cahiliyet dönemi.

“Ve evlerinizde oturun ve ilk cahiliyet devrinde olduğu gibi sokaklara çıkmayın.” Ahzab/33

Ayette geçen “Cahiliyetil Ula/ ilk cahiliyet” kavramının ne manaya geldiği hakkında İmam Sadık (as) sorduklarında İmam Sadık (as) şöyle buyurdu: “Evet, gelecekte diğer bir cahiliyet daha olacaktır.”/ Tefsir Nur es-Sakaleyn.

İranlı düşünür Şehid Murtaza Avini bu ikinci cahiliyet hakkında şöyle diyor: “Beyler bu övündüğünüz çağ cahiliyet çağıdır, bunun diğer cahiliyet çağlarından farkı bunun teorize ediliyor olmasıdır. Bu asır ister kabul edelim ister etmeyelim cahiliyet çağıdır; hurafeler çağıdır. Biz bu modern hurafelerle mücadele etmeliyiz.”

Bu ikinci cahiliyet, modernite, aydınlık çağı, bilim ve teknoloji unvanıyla planlanarak yapılmaktadır. Kıyamet öncesi bu cahiliyet Hz. Mehdi’nin (af) zuhuru öncesi mitolojidir. Her peygamber kendi döneminde kendi ümmetine hakim olan cahiliyeti yok ettiği gibi Hz. Mehdi (af) bütün dünyaya hakim küresel nitelik kazanmış bu ikinci cahiliyeti yok edecektir.

Evet! Kur’an şiddetle hurafe ve efsaneye karşı çıkarken kendisinde hurafe olması akıl ve vicdanla bağdaşır mı?

Öyleyse H. Kanaatlı’nın Peygamberlerin kıssasındaki hikmeti çözmekten aciz olmasının sebebi Kur’an’ın mucize olması, akıl ile ölçülmesinin yanlış olması, peygamberlerin mucizelerinin şifreler ve sırlarla dolu olmasıdır.

Tek seçenek kalıyor peygamberlerin kıssalarında geçen mucizeler hurafe ve efsane değilse o zaman “şifreli ve kodlu” olması gerekir çünkü zahiri insanın yanlış anlamasına müsaittir.

Mucizelerin şifreleri nasıl çözülür?

H. Kanaatlı’nın peygamberlerin mucizelerinin hakikatini görememesi, idrak edememesi ve hurafe olarak algılamasının sebebi bu şifreleri “kıt akıl” ve “kör vicdanla” çözmeye çalışmasıdır. Sırları ve şifreleri çözme “Epistemolojisine” sahip olmadığından bu hatalara düşmektedir.

 “Epistemoloji Marifet Şinasidir.”

Epistemoloji, bilgi nedir, bilginin kaynağı nedir, bilgi edinme araçları nedir, bilgiyi doğrulama kriteri nedir, doğru bilgi elde etmenin yolları nelerdir gibi konuları beyan eder.

Epistemoloji, ya beşeri/fizik epistemolojidir veya metafizik epistemoloji.

Bilgi elde etme yolu ve aracı hakkında Eflatun’dan günümüze kadar batılı filozof ve bilim adamları ittifak etmemişlerdir. Bilgi edinme vesilesinin “huzuri ilim” ile başladığını belirtip akıl, duyular, gözlem, tecrübe ve sezgi olarak belirtirler.

Din/metafizik epistemolojide ise bunlarla birlikte “kalbi şuhud” ve “Vahiy” zikr edilmektedir.

Peygamberlerin hikayelerinin şifreli olduğunu düşünüyorsanız, şifrelerini çözmek için bir yol bulmanız gerekir.

Sn. Kanaatlı epistemolojisini, görüşleri mutlak ve kesin doğru olarak kabul görülmeyen bazı batılı filozofların görüşlerine dayandırdığından, Kur’an kıssalarının şifresini “günaha bürünmüş vicdan”, “kuru akıl” ile anlamaya çalışıyor. Bunlarla çözemediği için mucizeleri hurafe olarak görüp, Kur’an’ın tasnif edilmesi gerektiğini savunuyor.

Kur’an buyuruyor bir şeyi iddia ettiğiniz zaman da inkar ettiğiniz zaman da delil getirmeniz gerekir.

“Hani siz vadinin yakın bir yerindeydiniz, onlar uzak bir kıyısında, kervansa sizden daha aşağı tarafta ve eğer muayyen yerlerde buluşmak üzere sözleşseydiniz gene ihtilafa düşerdiniz. Fakat helak olanın, apaçık bir delil görerek helak olması, diri kalanın da gene apaçık bir delil görerek diri kalması için Allah, olacak bir işi yerine getirmek üzere bunu böyle yaptı ve şüphe yok ki Allah, mutlaka her şeyi duyar, bilir.” Enfal/42

Peygamberlerin kıssalarında belirtilen mucizeler hurafe mıdır, hayali bir senaryo mudur, mecaz mıdır, yoksa akli ve ilmi bir açıklaması var mıdır?

Bu ayet akli ve evrensel ilmi bir kuralı beyan ediyor; “bir şeyi iddia ediyorsanız doğruluğunu ispat için delil sunmanız gerekir, bir şeyi inkar ediyorsanız yine batıl olduğuna dair delil sunmanız gerekir.”

Fizik ve materyalist epistemoloji ile mucizeyi inkar etmek için delil sunulması gerekir.

Denilebilir ki peygamberler mucize getirdiğini iddia ediyor onların ispat etmesi gerekir. Evet doğrudur işte bu Metafizik epistemoloji ile açıklanır. Bu konu “Mucize nedir ve peygamberlerin mucizelerinin akli ve ilmi açıklaması” başlığı altında ayrı bir yazı gerektirmektedir.

Sn. Kanaatlı bunların hurafe olduğu ve Kur’an’dan tasnif edilmesi gerektiğini savunuyor. Kendi delili ve gerekçesi bulunmuyor. Tek gerekçesi de batının da bu işi yaptığıdır.

Şöyle diyor;

“Nitekim geçmişte Batıda bu iş başlatıldı ve efsanelerin kutsal metinlerden çıkartılması gerektiği söylendi.”

Anlayamadığı noktalar şunlardır;

Birincisi batılılar dedelerinin kendi elleriyle yazdıkları Tevrat ve İncil’den hurafeleri çıkarmışlar; yani kendi yalan ve hurafelerini temizliyorlar.

İkicisi, Allah’ın nazil ettiği Kur’an’ın hiçbir kelime ve harfinde değişiklik yapılmamış orijinal vahiydir, beşer eli değmemiş halidir. Allah’ın sözlerini mi tasnif edeceksiniz?

Üçüncüsü Kur’an’da her anlamadığınız şeyi hurafe, hayal ve efsane olarak görüp tasnif edelim derseniz Kur’an’ın tamamını kenara bırakmanız gerekecektir.

Dördüncüsü, dinin ve mezheplerin doğmasının sebeplerinden birinin İHTİYAÇ ve UYUM olduğunu vurgulayıp sonuç alması “İlahi teoloji” ile “beşeri teolojiyi” birbirinden ayırt edememiş olmasındandır.

H. Kanaatlı Mitoloji, terminoloji, epistemoloji, sosyoloji gibi bilim dallarına batı gözlüğü ile bakmış o da yüzeysel olarak bakmış ama metafizik epistemolojiden ve ilahi teolojiden uzak kaldığı için Kur’an ve din konusunda maalesef hataya düşmektedir.

Bir daha ki yazımız; Hz. Süleyman’ın (as) kuşdili bilmesi, hayvanlarla konuşması özellikle “Hud Hud kuşu” ile konuşması hurafe midir yoksa akli ve ilmi bir açıklaması var mıdır? Konularını ele alacağız.


Sabahattin Türkyılmaz

H. Kanaatlı’nın İddialarına Cevap (1)


https://rasthaber.com/tr/haber/yazar-haberleri/h-kanaatli-nin-iddialarina-cevap-1-145115

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM