Geçmişten günümüze baktığımızda insanlar kendi
arzularıyla oluşturdukları inançla imanları arasındaki çelişkiden dolayı birbirlerine zulmetmiş ve etmeye de
devam etmektedirler. Bu çelişkiyi en güzel açıklayan
söz Hz. Mevlâna'dan gelmektedir; “ya olduğun gibi görün ya da göründüğün
gibi ol” Iman üzerine inşa edilen inanç her
toplumlarda
farklı kavramlarla yorumlanarak
çelişkiler oluşturmuş dolayısıyla kimileri inanç
insanın kendisini yaratığı
bir tabudur demiştir. Bu insandaki çelişkiler günümüze
dek süre gelmiştir. (Bu yazımda
imanımız ile inancımız
uyum içinde mi o konuyu işlemeyeceğim.
Konum daha çok inançsızım diyerek kendi varlığını bilmeyerek inkâr edenlere
yönelik olacak)
İnanç nedir diye sorduğumuzda?
karşımıza iki tanım çıkmaktadır;
·
Bir
düşünceye çok sağlam bir biçimde, içten, gönülden bağlı bulunma, güvenle doğru
sayma, inanma. (Doğruluk, iyilik, güvenlik, itaat
halinde olma)
·
Tanrı’ya,
dine inanma, iman etme. (Iman, itikat) İnsanın
kendi varlığını sorgulayarak yaratıcı bir güce (iman etmesi) neticesinde
yaşantısını şekillendirmesi.
(Çoğumuz bu tanımları
birbirine karıştırmaktadır)
Birinci tanımlamada
inanç; kişinin kendinde oluşturduğu değerlere inanması, kişilere göre farklılık
gösterebilir çünkü önem
arz eden değer yapısal ve sosyal olarak
değişmektedir. Örnek verirsek; Kimisi zengin
olacağına inanır, kimisi doktor olacağına inanır, kimisi en üstün doktor olduğuna inanır, kimisi en iyi dindar olduğuna inanır, vs… yani belirli bir hedef
doğrultusunda oluşturdukları değerlerin kendisinde en iyi ve en doğru olduğuna
inanmaktır. Özet olarak Kişinin kendisini tanıması (inanması). Buradaki inanç her insanda farklı olarak kendini
göstermektedir mutlak doğru veya mutlak yanlış yoktur ve rölatiftir.
İkinci tanımlamada inanç; Yaratıcının varlığına
inanarak oluşan değerler
silsilesidir. Burada karşımıza
farklı tanımlamalar çıkmaktadır. Sebebi ise kişini
yaratıcı güce verdiği ya da veremediği sıfatlardan ötürüdür;
·
Çok tanrılığa inama Yuna mitolojisi.
·
Yaratıcı
güce (Tanrı'ya) inanan fakat ilahi kitap &
Peygamberlere inanmayanlar.
·
Hiçbir yaratıcıya inanmayan her şeyin bir rastlatın sonucu kazaen
oluştuğuna inananlar.
·
Tek
Tanrı'ya ve indirdiği ilahi kitaplar & Peygamberler inanmak.
(Tevhit inancı= İslam)
Dikkat edersek herkes
bir şeyin “varlığı & yokluğuna” inanmaktadır. Gerçek olan mutlak inancın olduğudur, bu da kişinin kendi varlığına inanmasından dolayıdır. “Düşünüyorsam ben varım” buradaki varlık sebebi maddi anlamdan daha çok manevi anlamdadır ve kişinin kendinin madde olarak varlığının önünü ve arkasında sorgulamasıdır. (Ölümden sonra hayat var mı?
Ben doğmadan önce neredeydim?)
Yok olan bir şeyin varlığı tartışılmaz çünkü varlığı olmayan
sorgulanmaz. Fakat var olan bir şey konuşulur, sorgulanır ve tartışmasında olur, fakat var
olan bir şey
farklı kavranabilir hatta varlığı saptırıla
bilinir. Bir virüs çok öncellerden bilinmezken şimdi ne yaptıkları
tartışılmakta, atom en küçük bölünmez bir parça derken şimdi onu oluşturan en
küçük parçacıkları nötron ve proton konuşuluyor, fakat çıplak gözle gören var
mı? Vicdan, rahmet, akıl göreniniz var mı? Fakat onların oluşturduğu eylemler
sonucu tanımlayıp kavrayabiliyoruz. Işık altında varlığı
olmayan nesnenin gölgesini olmadığı gibi. Eğer yapı
saydam (transparan) diyorsan o zaman zaten o şeyin varlığını
ispatlıyorsun. Saydam olmanın tanım ve kavramı (sıfatları) bize onun varlığını
ispatlamaktadır.
O, öyle bir güç ki Aklim
almıyor,
O, öyle bir güç ki
düşüncem kavrayamıyor,
O, öyle bir güç ki
fikrim tanımlayamıyor,
Fakat kalbim O’nu
seviyor. (MKT)
İlahi inanç, insanın ruh alemindeki varlığıyla başlayan bir süreçtir. Bir nesneyi yaratacak, oluşturacak bir “güç” var ki o nesneyi oluşturan
parametreleri, etkenleri ve bulunduğu
çevreyle ilişkileri o
nesnenin bilinçli yaratıldığını gösterir “düzen”. İnsanın
yaratılışı yapısı, insanın
çevresiyle olan münasebeti, insanın kendisiyle olan
münasebeti insanın yapısıyla bire-bir ilişkilidir
ve değişmeyen beli bir düzen içindedir. Dolayısıyla
insanın ilk önce kendini bilmesi, tanıması ve de kendi özüne inanması şarttır.
İlim ilim bilmektir
İlim
kendin bilmektir
Sen
kendini bilmezsin
Ya
nice okumaktır
Okudum bildim deme
Çok
taat kıldım deme
Eğer
Hak bilmez isen
Abes
yere gelmektir. Demiş Yunus Emre.
Klasik sorular; ben kimim? Varlık nedenim? Yaşama amacım? Bu soruların cevabıyla
benim çevremle olan münasebeti ve ilişkisi nedir?
Kendimle olan münasebeti ilişkisi nedir? Verilen cevaplar bizlerin
yaşantısını şekillendirmektedir.
Bu açıklamalarımın sebebi insanoğlun da ki hür-irade,
kişinin çevresiyle ve kendisiyle olan münasebetlerinden
ötür insanda farklı inançlar oluşmasının
sağlamıştır. Putlara tapınma, yuna mitolojisindeki gibi çok tanrılı bir inanç ya da deisti olma (sadece tanrıya inanma) ya da
ateist olma (Tanrıya inanmama) gibi.
Neden bir yaratıcı varsa
birçok inanç türü oluşmuştur?
Bugün genel olarak Musevi, Hristiyan ve hepsini
içine alan İslam semavi dinden bahsediyoruz; Asil
itibariyle hepsi tek olan Allah’a inançtır Fakat
İnsanların evelen kendisiyle, çevresiyle yukarda bahsettiğimi münasebet &
ilişkileri neticesi farklılık göstermiştir.
Çünkü her insan, kendi
çıkarını ben merkezine koyarak yaptığı davranışlar aynı inançta olsa bile farklı görüşler ortay çıkarmıştır. Herkes sadece kendisi için istemektedir bunu akabinde
güce sahip olma & hükmetme & “dünyaya” sahip olma kavgası kendini göstermektedir. Egosantrizm;
ben merkezli bir dünya arzusu neticesinde güçlüler kendileri için çıkarlarına
uygun bir inanç mekanizması
oluşturmuştur. Yazımın girişinde vurguladığım
tanımla kargaşasından kişilerin kendini (bilerek & bilmeyerek)
ilahlaştırmasından kaynaklanmaktadır.
Yaratıcı güç bunu iyi bildiği için İnsanın kendisi ve çevresiyle olan ilişkilerine bir norm (Düzen)
getirmek üzere masum & pak ve her türlü insi ve cinni pisliklerden arınmış
“peygamberler” ve onlarla birlikte “hitabe” ve “kitaplar” yollamıştır.
Fakat her toplum gönderilen peygamberleri kendi
çıkarları (dünyaları) için ya saptırma ya da yok etmeyi
seçmiştir. Ve hükmetmek için bu hitabeleri & kitapları değiştirmişler hükümdarlıkları için revize etmişlerdir. Dolaysıyla Âdem atamızdan bugünümüze
kadar gelen ilahi elçilerin (Nebi ve Peygamber) sayısı hayli bir kabarıktır
fakat bizlerini bildiği 3 semavi din dediğimiz Allah'ın tek dini olan İslam'dır.
İnançsızlık dediğimiz şey
aslında belirli “X” güçlerin
insanlara kendi istedikleri yaşam şeklini empoze
etmesidir. Hedefi yaratıcın
olmadığı bir yerde Ahlaki ve insani değerler yerine kendi kurdukları
sistemi uygulamaktır ki bu da sistem kurucunun kendini ilahlaştırması ve insanları da kendilerine köle etmesidir.
Beşerî sistemlerdeki
inanç (aklınıza gelebilecek her türlü beşerî
sistemler) kurucusu tarafından kendini veya ırkını üstün tutar. Bugünkü
yaşadığımız kolonyal güçlerin kurdukları sistemler, insanın
sosyal, ekonomik ve de inanç ilişkisini kendi çıkarları
doğrultusunda hürriyet & özgürlük insan hakları adıyla kurup, insanın kendisi ile olan ilişkisini
ihmal etmesini sağlayıp hayvani arzularına
yönlendirmektedir çünkü sistem kurucu insanlığı kendine köle etmeyi
istemektedir. Dolaysıyla insanın kendisine inanması için verdiği arayış farklı inanç şekileriyle kendini göstermekte.
Çünkü İnanca materyalist gözle bakma, yaratıcıyı materyaliz etme (üçleme) veya
çok önceleri gibi putlara tapma, yaratıcıya şekil vermenin ana etkeni budur.
İlim ve teknolojiye tanrılaştıran günümüz ateistleri
kendi içlerindeki kendileriyle olan ilişkilerini
yok sayarak (ihmal ederek) farklı inançlara oluşturmaktadırlar Budizm,
deistim, Akil, ilim, vs. Kendilerini haklı göstermek içinde İlahi inançları geçmişin hikayeleri olarak, mitoloji olarak lanse etmektedir
fakat biz ilk yazıyı kulana Sümerler baktığımızda ilk hitabe ilahi bir yazılı hitabedir o
ise İdris Peygamberin hitabesidir. (referans: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/33463).
Yazımızın girişinde
de açıkladığımız gibi hakikat üzerinde kendi çıkarlarına uygun revize ederek,
sapıtarak ve dehası aslını yok edip kendi çıkarları
doğrultusunda uyguladıkları
kopilleri “inanç” olarak
oluşturmuşlardır ki bunlar beşerî inanç kısaca bir ideolojidir. İlahi inanç & Allah inancını savunan
ve yaşayanlar her zaman bu güçler tarafından zulüm görmüş, sürülmüş,
marjinalize edilmişlerdir. İcat etikleri kötü kopillerle insanları İlahi
inançtan uzaklaştırıp materyalist bir inanma ile Allah'ın
varlığını inkâr eden toplumlar oluşturmuşlardır.
Geçmişte de ve bugünde yaşadığımız tüm savaşlar, kaoslar bu ilahi inanç
ile materyaliste inanç
arasındaki mücadeleden başka bir şey değildir. Çünkü yalanın
var olması için beslenmesi lazımdır
o ise gerçeği yok edene kadar mücadele etmesidir. Fakat Hakikat, yalanın varlık
sebebidir aynı var olan bir nesnenin gölgesinin oluşması gibi ve
insanoğlunun varlığı rastlantı değildir. Var olan (yaratılan) her şey insanoğlu
da dahil bir sebep için var olmuştur. İnsanoğlunun da hayatı bir imtihandır.
Ölüm haktır ve imtihan kâğıtlarının verildiği andır. Herkes kendi İmtihan notlarında
bilecektir. İnsan, hayatında iki kere ölmektedir ve ölüm bir bitiş değil her
zaman bir başlangıçtır. 1. ölüm adına doğum diyoruz ve 2.cisi de yeniden doğuş
olacaktır.
“Dünya hayatının misali
şudur: Bir yağmur, onu gökten indiririz. İnsanların ve hayvanların yiyip
istifade ettikleri yeryüzü bitkileri o yağmuru emerek boy atıp gürleşir, sarmaş
dolaş olur. Derken yeryüzü bütün takılarını takınıp, rengârenk
süslenerek olanca güzelliğiyle göz kamaştırır hâle gelir. Orayı ekip biçenler
bütün bunların kendi güçlerinin eseri olduğuna ve artık onun ürünlerini toplama
zamanı geldiğine inandıkları sırada, bir gece vakti veya gündüz oraya azap
emrimiz gelir; sanki dün orada hiçbir şey yokmuş gibi, her şeyi kökünden
biçiveririz. İşte, sistemlice düşünüp ibret alacak kimseler için ayetleri böyle ayrıntılarıyla açıklıyoruz.”
(Yunus-24) ve son söz olarak Enbiya Suresi, 35.
Ayeti ile hatırlatma yapalım:
“Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de
hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize
döndürüleceksiniz.”
Mustafa Kemal TASPINAR
11 Aralık 2022