İnanç ve İnanmak

GİRİŞ: 31.12.2022 13:45      GÜNCELLEME: 31.12.2022 13:45
Rasthaber - Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Zira Allah'ı, meleklerini, kitaplarını ve peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr eden, gerçekten şiddetli ve derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa-136)

Geçmişten günümüze baktığımızda insanlar kendi arzularıyla oluşturdukları inançla imanları arasındaki çelişkiden dolayı birbirlerine zulmetmiş ve etmeye de devam etmektedirler. Bu çelişkiyi en güzel açıklayan söz Hz. Mevlâna'dan gelmektedir; “ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” Iman üzerine inşa edilen inanç her toplumlarda farklı kavramlarla yorumlanarak çelişkiler oluşturmuş dolayısıyla kimileri inanç insanın kendisini yaratığı bir tabudur demiştir. Bu insandaki çelişkiler günümüze dek süre gelmiştir. (Bu yazımda imanımız ile inancımız uyum içinde mi o konuyu işlemeyeceğim. Konum daha çok inançsızım diyerek kendi varlığını bilmeyerek inkâr edenlere yönelik olacak)

İnanç nedir diye sorduğumuzda? karşımıza iki tanım çıkmaktadır;

·         Bir düşünceye çok sağlam bir biçimde, içten, gönülden bağlı bulunma, güvenle doğru sayma, inanma. (Doğruluk, iyilik, güvenlik, itaat halinde olma)

·         Tanrı’ya, dine inanma, iman etme. (Iman, itikat) İnsanın kendi varlığını sorgulayarak yaratıcı bir güce (iman etmesi) neticesinde yaşantısını şekillendirmesi.

(Çoğumuz bu tanımları birbirine karıştırmaktadır)

Birinci tanımlamada inanç; kişinin kendinde oluşturduğu değerlere inanması, kişilere göre farklılık gösterebilir çünkü önem arz eden değer yapısal ve sosyal olarak değişmektedir. Örnek verirsek; Kimisi zengin olacağına inanır, kimisi doktor olacağına inanır, kimisi en üstün doktor olduğuna inanır, kimisi en iyi dindar olduğuna inanır, vs… yani belirli bir hedef doğrultusunda oluşturdukları değerlerin kendisinde en iyi ve en doğru olduğuna inanmaktır. Özet olarak Kişinin kendisini tanıması (inanması). Buradaki inanç her insanda farklı olarak kendini göstermektedir mutlak doğru veya mutlak yanlış yoktur ve rölatiftir.

İkinci tanımlamada inanç; Yaratıcının varlığına inanarak oluşan değerler silsilesidir. Burada karşımıza farklı tanımlamalar çıkmaktadır. Sebebi ise kişini yaratıcı güce verdiği ya da veremediği sıfatlardan ötürüdür;

·         Çok tanrılığa inama Yuna mitolojisi.

·         Yaratıcı güce (Tanrı'ya) inanan fakat ilahi kitap & Peygamberlere inanmayanlar.

·         Hiçbir yaratıcıya inanmayan her şeyin bir rastlatın sonucu kazaen oluştuğuna inananlar.

·         Tek Tanrı'ya ve indirdiği ilahi kitaplar & Peygamberler inanmak. (Tevhit inancı= İslam)

Dikkat edersek herkes bir şeyin “varlığı & yokluğuna” inanmaktadır. Gerçek olan mutlak inancın olduğudur, bu da kişinin kendi varlığına inanmasından dolayıdır. “Düşünüyorsam ben varımburadaki varlık sebebi maddi anlamdan daha çok manevi anlamdadır ve kişinin kendinin madde olarak varlığının önünü ve arkasında sorgulamasıdır. (Ölümden sonra hayat var mı? Ben doğmadan önce neredeydim?)

Yok olan bir şeyin varlığı tartışılmaz çünkü varlığı olmayan sorgulanmaz. Fakat var olan bir şey konuşulur, sorgulanır ve tartışmasında olur, fakat var olan bir şey farklı kavranabilir hatta varlığı saptırıla bilinir. Bir virüs çok öncellerden bilinmezken şimdi ne yaptıkları tartışılmakta, atom en küçük bölünmez bir parça derken şimdi onu oluşturan en küçük parçacıkları nötron ve proton konuşuluyor, fakat çıplak gözle gören var mı? Vicdan, rahmet, akıl göreniniz var mı? Fakat onların oluşturduğu eylemler sonucu tanımlayıp kavrayabiliyoruz. Işık altında varlığı olmayan nesnenin gölgesini olmadığı gibi. Eğer yapı saydam (transparan) diyorsan o zaman zaten o şeyin varlığını ispatlıyorsun. Saydam olmanın tanım ve kavramı (sıfatları) bize onun varlığını ispatlamaktadır.

O, öyle bir güç ki Aklim almıyor,

O, öyle bir güç ki düşüncem kavrayamıyor,

O, öyle bir güç ki fikrim tanımlayamıyor,

Fakat kalbim O’nu seviyor. (MKT)

İlahi inanç, insanın ruh alemindeki varlığıyla başlayan bir süreçtir. Bir nesneyi yaratacak, oluşturacak bir “güçvar ki o nesneyi oluşturan parametreleri, etkenleri ve bulunduğu çevreyle ilişkileri o nesnenin bilinçli yaratıldığını gösterir “düzen”. İnsanın yaratılışı yapısı, insanın çevresiyle olan münasebeti, insanın kendisiyle olan münasebeti insanın yapısıyla bire-bir ilişkilidir ve değişmeyen beli bir düzen içindedir. Dolayısıyla insanın ilk önce kendini bilmesi, tanıması ve de kendi özüne inanması şarttır.

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır

Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eğer Hak bilmez isen
Abes yere gelmektir. Demiş Yunus Emre.

Klasik sorular; ben kimim? Varlık nedenim? Yaşama amacım? Bu soruların cevabıyla benim çevremle olan münasebeti ve ilişkisi nedir? Kendimle olan münasebeti ilişkisi nedir? Verilen cevaplar bizlerin yaşantısını şekillendirmektedir. Bu açıklamalarımın sebebi insanoğlun da ki hür-irade, kişinin çevresiyle ve kendisiyle olan münasebetlerinden ötür insanda farklı inançlar oluşmasının sağlamıştır. Putlara tapınma, yuna mitolojisindeki gibi çok tanrılı bir inanç ya da deisti olma (sadece tanrıya inanma) ya da ateist olma (Tanrıya inanmama) gibi.

Neden bir yaratıcı varsa birçok inanç türü oluşmuştur? Bugün genel olarak Musevi, Hristiyan ve hepsini içine alan İslam semavi dinden bahsediyoruz; Asil itibariyle hepsi tek olan Allah’a inançtır Fakat İnsanların evelen kendisiyle, çevresiyle yukarda bahsettiğimi münasebet & ilişkileri neticesi farklılık göstermiştir.

Çünkü her insan, kendi çıkarını ben merkezine koyarak yaptığı davranışlar aynı inançta olsa bile farklı görüşler ortay çıkarmıştır. Herkes sadece kendisi için istemektedir bunu akabinde güce sahip olma & hükmetme & “dünyaya” sahip olma kavgası kendini göstermektedir. Egosantrizm; ben merkezli bir dünya arzusu neticesinde güçlüler kendileri için çıkarlarına uygun bir inanç mekanizması oluşturmuştur. Yazımın girişinde vurguladığım tanımla kargaşasından kişilerin kendini (bilerek & bilmeyerek) ilahlaştırmasından kaynaklanmaktadır.

Yaratıcı güç bunu iyi bildiği için İnsanın kendisi ve çevresiyle olan ilişkilerine bir norm (Düzen) getirmek üzere masum & pak ve her türlü insi ve cinni pisliklerden arınmış “peygamberler” ve onlarla birlikte “hitabe” ve “kitaplaryollamıştır. Fakat her toplum gönderilen peygamberleri kendi çıkarları (dünyaları) için ya saptırma ya da yok etmeyi seçmiştir. Ve hükmetmek için bu hitabeleri & kitapları değiştirmişler hükümdarlıkları için revize etmişlerdir. Dolaysıyla Âdem atamızdan bugünümüze kadar gelen ilahi elçilerin (Nebi ve Peygamber) sayısı hayli bir kabarıktır fakat bizlerini bildiği 3 semavi din dediğimiz Allah'ın tek dini olan İslam'dır.

İnançsızlık dediğimiz şey aslında belirli “X” güçlerin insanlara kendi istedikleri yaşam şeklini empoze etmesidir. Hedefi yaratıcın olmadığı bir yerde Ahlaki ve insani değerler yerine kendi kurdukları sistemi uygulamaktır ki bu da sistem kurucunun kendini ilahlaştırması ve insanları da kendilerine köle etmesidir.

Beşerî sistemlerdeki inanç (aklınıza gelebilecek her türlü beşerî sistemler) kurucusu tarafından kendini veya ırkını üstün tutar. Bugünkü yaşadığımız kolonyal güçlerin kurdukları sistemler, insanın sosyal, ekonomik ve de inanç ilişkisini kendi çıkarları doğrultusunda hürriyet & özgürlük insan hakları adıyla kurup, insanın kendisi ile olan ilişkisini ihmal etmesini sağlayıp hayvani arzularına yönlendirmektedir çünkü sistem kurucu insanlığı kendine köle etmeyi istemektedir. Dolaysıyla insanın kendisine inanması için verdiği arayış farklı inanç şekileriyle kendini göstermekte. Çünkü İnanca materyalist gözle bakma, yaratıcıyı materyaliz etme (üçleme) veya çok önceleri gibi putlara tapma, yaratıcıya şekil vermenin ana etkeni budur.

İlim ve teknolojiye tanrılaştıran günümüz ateistleri kendi içlerindeki kendileriyle olan ilişkilerini yok sayarak (ihmal ederek) farklı inançlara oluşturmaktadırlar Budizm, deistim, Akil, ilim, vs. Kendilerini haklı göstermek içinde İlahi inançları geçmişin hikayeleri olarak, mitoloji olarak lanse etmektedir fakat biz ilk yazıyı kulana Sümerler baktığımızda ilk hitabe ilahi bir yazılı hitabedir o ise İdris Peygamberin hitabesidir. (referans: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/33463).

Yazımızın girişinde de açıkladığımız gibi hakikat üzerinde kendi çıkarlarına uygun revize ederek, sapıtarak ve dehası aslını yok edip kendi çıkarları doğrultusunda uyguladıkları kopilleri “inanç” olarak oluşturmuşlardır ki bunlar beşerî inanç kısaca bir ideolojidir. İlahi inanç & Allah inancını savunan ve yaşayanlar her zaman bu güçler tarafından zulüm görmüş, sürülmüş, marjinalize edilmişlerdir. İcat etikleri kötü kopillerle insanları İlahi inançtan uzaklaştırıp materyalist bir inanma ile Allah'ın varlığını inkâr eden toplumlar oluşturmuşlardır.

Geçmişte de ve bugünde yaşadığımız tüm savaşlar, kaoslar bu ilahi inanç ile materyaliste inanç arasındaki mücadeleden başka bir şey değildir. Çünkü yalanın var olması için beslenmesi lazımdır o ise gerçeği yok edene kadar mücadele etmesidir. Fakat Hakikat, yalanın varlık sebebidir aynı var olan bir nesnenin gölgesinin oluşması gibi ve insanoğlunun varlığı rastlantı değildir. Var olan (yaratılan) her şey insanoğlu da dahil bir sebep için var olmuştur. İnsanoğlunun da hayatı bir imtihandır. Ölüm haktır ve imtihan kâğıtlarının verildiği andır. Herkes kendi İmtihan notlarında bilecektir. İnsan, hayatında iki kere ölmektedir ve ölüm bir bitiş değil her zaman bir başlangıçtır. 1. ölüm adına doğum diyoruz ve 2.cisi de yeniden doğuş olacaktır.

Dünya hayatının misali şudur: Bir yağmur, onu gökten indiririz. İnsanların ve hayvanların yiyip istifade ettikleri yeryüzü bitkileri o yağmuru emerek boy atıp gürleşir, sarmaş dolaş olur. Derken yeryüzü bütün takılarını takınıp, rengârenk süslenerek olanca güzelliğiyle göz kamaştırır hâle gelir. Orayı ekip biçenler bütün bunların kendi güçlerinin eseri olduğuna ve artık onun ürünlerini toplama zamanı geldiğine inandıkları sırada, bir gece vakti veya gündüz oraya azap emrimiz gelir; sanki dün orada hiçbir şey yokmuş gibi, her şeyi kökünden biçiveririz. İşte, sistemlice düşünüp ibret alacak kimseler için ayetleri böyle ayrıntılarıyla açıklıyoruz.” (Yunus-24) ve son söz olarak Enbiya Suresi, 35. Ayeti ile hatırlatma yapalım: “Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz.”

 

Mustafa Kemal TASPINAR

11 Aralık 2022

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM