İsrail-İran Savaşı’nın Bize Gösterdikleri -ı-ıı-ıııı

GİRİŞ: 04.07.2025 17:18      GÜNCELLEME: 04.07.2025 17:18

Rasthaber -  Emperyal destekli Siyonizm’in iki yıla yakındır Gazze’de sürdürdüğü katliam, işgal ile tam anlamıyla amacına ulaşmak adına önce Lübnan ve Hizbullah’ın bertarafı, ardından da Suriye’nin etkisiz kılınmasıyla büyük ölçüde rahatlamıştı. Zaman geçirmeden öncelikle, bir sonraki aşamada İran’a saldırılar başlattı. Suriye arada engelleyici bir bölgeydi. Gazze’ye, Lübnan’a ve bölgeye gelecek yardımların ve desteğinin kesilmesi gerekiyordu. Bunu başardı. Asıl başarısı Suriye’deki bütün önemli üs veya merkezler yerle bir edildi. Limanları, havalimanları bombalanarak iyice etkisizleştirildi. Yeni yönetim de denetim altına alındı, istedikleri düzeye çekildi. Bir tek Yemen’in bu konuda çok da olumsuz etkileyeceği beklenmiyor ve umulmuyordu. Arada attığı füzeler etkili olsa da bunlar sıradandı onlar için.

Asıl sorun İran’dı. Görünürde İran, kırk yıldır ambargo altında, fakirleşmiş, bir hamleyle rahatlıkla etkisizleştirileceği düşünüldü. Hesapları öyle idi. Suriye hava sahasını istediği gibi kullanıyor ilk saldırıları başlatıyordu. Bu, saldırılar ilk anda dünya kamuoyunda bir şok etkisi uyandırdı ama İran’ın beklenmedik ilk çıkışı birden söz konusu kesimleri bir an için duraksattı. İsrail’e ilk düşen füzelerin gerçek olup olmadığı bile tartışıldı. Çünkü bir mit olan İsrail’in katmanlı gök kubbenin aşılamayacağı ve hatta bunlar yanılsatıcı olabileceği bile düşünüldü. Çünkü geçmiş zamanda bunun bir örneği oldu, Türkiye kamuoyunda İran’ın füzeleri teneke gibi sıradanlıkla geçiştirildi. O ilk hamlede nelerin olup bittiği yeterince anlaşılamadı.

İran ilk darbede kimi yıkımlar yaşadı, ne ki İran ilk günden itibaren ciddî cevaplar vermesine karşın gene özellikle Türkiye muhafazakâr, sağcı skolâstik zihinler tarafından bunu bir tiyatro olarak algıladı. Bunu ısrarla dile getirdi, şu saatlerde ateşkes olmasına karşın hâlâ aynı yerde duruyor. Onların zihinlerinde Şia ile İran algısı, beyinlerine kazınmış bir put olarak yerleşmiş bulunuyor. Onlar asla Müslüman olarak görülmüyor, hatta kimi çevrelere göre İsrail ve Siyonizm’den daha tehlikeli olarak gösterildi, gösteriliyor. Örneğin Azerbaycan da Şia ve hatta Türk. İran nüfusunun büyük bir bölümü Türk ve Şia… Nedense söz konusu İran olunca tutumları değişiyor.

Bu zihni karmaşanın nedeni sadece mezhep ve ırk mıdır yoksa başka bir şey mi var, bir neden mi?

İran Türkiye gibi köklü bir devlet. İran, Perslerden gelme bir geçmişi de var. Türklerin ve Türkiye’nin bir geçmişinin olduğu gibi. Geçmiş dönemde iki önemli güçtür Osmanlı ve İran. Osmanlı Devleti Avrupa ilkeleriyle doğrudan sınır ve muhatap olduğu için Batı için önemli bir tehlikedir. Batılıların bu iki toplumu birbirine düşürmenin yollarını çok denemiştir. I. Dünya Savaşı sırasında emperyal güçlerin bu çabaları etkisini göstermiştir. Fakat şu bir gerçektir ki İran ile Osmanlılar/ Türkler arasındaki doğrudan tek savaş Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasındadır. Ondan sonra da herhangi bir savaş yaşanmamıştır. Kimi sınır ihlalleri olsa bile ciddî bir sorun olmamıştır.

Emperyalizm hiçbir zaman boş durmamış, bu iki toplumu birbirine karşı kışkırtmıştır. 17. Yüzyılda Fransız düşünür Voltaire: “Müslümanların en doğudan batıya kadar bir tek kitabı var bunlar aynı düşünürler. Onları birbirine düşürmenin tek yolu Alicilerle Ömercileri birbirine düşürmek olmalı” demiştir. Muhammed ve Fanatizm adlı piyesinde peygamberimizi kadın düşkünü olarak anlatıyor. Hazreti Ömer ile birlikte Mekke Şerifinin güzel cariyesini elde etmek için, savaş başlatmış insanları zehirlemiştir. Kilise tarafından aforoz edilmiş olan Voltaire bu eserinden ötürü ödüllendirilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bütün eserleri Türkçeye çevrildiği hâlde bir tek bu eseri çevrilmemiştir.

I. Dünya Savaşı sonrasında da sınırlar belirlendiğinden beri duruyor herhangi bir çatışmadan söz edilemiyor. Edilemez de. Ancak İngiliz emperyalizmi başta olmak üzere yıllar yılı bu iki toplum üzerinde türlü senaryolar düzenlemiştir.

        Savaş, iki ülke arasında gibi görünüyor olmasına karşın, aslında İran’ın muhatabı sadece İsrail değildir. İsrail yalnız başına büyük bir güç de değildir, olmadığını bu savaşta gördük. En daraldığı zamanda emperyal ülkelere yardıma çağırdı. Kaldı ki hemen bütün maddi, lojistik ve güç desteği emperyaller tarafından fazlasıyla verilmektedir. İsrail en sıkıştığı bir zamanda ABD, devreye girdi, İran’ın nükleer tesislerinin olduğu bölgeleri bombaladı.

İsrail sıkıştı diyoruz, evet sıkıştı. Tarihinde ilk kez bu kadar ağır darbeler almış bulunuyor. Ateşkes ilanından sonra ciddî anlamda hasarın ne denli büyük olduğu ortaya çıkmıştır. On bir gün boyunca saati saatine haberleri izledik. Televizyon kanalları ve yorumcuları ikircikli ve hatta manipüle edici yaklaşımları olmasına karşın, Siyonist İsrail’in izin verdiği kadar haberleri aktarabildiler. O denli büyük yıkımların olmasına karşın olabildiğince gözlemeye çalışıldı çok şey. Görünenler ortadaydı oysa. Bu durumda İsrail ilk kez bu denli bir itibar kaybı yaşadı. İtibarın yanında mitleştirilen kimi koruyuculukların, İran’ın belirli ve sınırlı imkânlarına rağmen nasıl delindiği, “kevgire çevrildiği” görüldü. “Kevgir ifadesi” cepheden haber veren muhabirlere ait.

  İsrail istediği gibi dünya kamuoyunun bilgilendirilmesi konusunda kendilerini ilgilendiren, güya hastane ve sivillerin füzelerle vurulduğunu göstermişlerdir. Sadece bir hastane etkilenmiş, bir çocuk yaralanmış bunu baş haber olarak yaymaya çalıştılar. Şu kısa zaman içinde İsrail’de hayat felç olmuştur. Ekonomi ciddî bir darbe almıştır. Ateşkesten sonra İran’a giden haber yapanlar yaptıkları karşılaştırmalarda İsrail’in hasarı hem çok daha büyük, hem çok daha sarsıcı olduğunu gösterdi.

Siyonist İsrail bundan böyle çok daha rahat olamayacaktır. Yahudi halkının yaşadığı korku onlara fazlasıyla yetmiştir. Bundan böyle kendilerini çok da güvende görmeyeceklerdir. Bu savaşın en önemli ve sarsıcı tarafı psikolojik sarsıntıdır.

İran’ın hava kuvvetleri gücü yok, bu belli. Kırk yıldır ambargo uygulanıyor. Böyle olmasına karşın İranlılar hem çok hazırlıklı hem de dünya kamuoyunu şaşırtıcı çıkışı büyük bir başarı olmuştur.

Sadece füzeleri ve İHA’larıyla İsrail’in hakkında gelmiştir. İranlı yetkililer asıl önemli ve sarsıcı füzelerini devreye sokmadılar. Son iki üç gün içindeki attıkları füzelerin ne denli etkili olduğu anlaşıldı.

     Tabii ki bu çıkış mazlum topluluklar ve özellikle de Müslümanlar için bir örneklik teşkil etmiştir. Korkuya kapılmadan, her toplumun, bağımlı olmadan hazırlıklarını yapabileceğini göstermiştir.

Asıl önemli olan taraf İran halkının bütünleşmiş olmasıdır. Liberal diye bilenen kesimler bile ülkelerine sahip çıkmışlardır. İran halkının ülkesini terk edeceği beklenirken tam tersine göç olmuştur.

Haberlerde karşılaştığım ilginç biri, bir Türk televizyonun stilistik yarışmasına katılan İranlı bir kadın yarışmadan çekilmek istemiş, zorla ikna etmişler kalması için İran halkının darmadağın olacağını uman özellikle de ırkçı ve mezhepçi çevrelerin bu durum karşısındaki şaşkınlığıdır. Öyle ki, kimi koca adamlar, bilim insanı diye geçinenler İran’da sadece dört Türk devletinin doğacağı umutlarını sosyal medya üzerinde paylaştılar.

İran halkı ülkesine ve değerlerine sahip çıkmıştır. Gösteriye katılanlardan biri “Namaz kılmıyorum, ülkemi seviyorum savunuyorum” dedi kameralara karşı. Zafer gösterilerinde bulunuyor İran halkı. Yenilgi diye bir durum söz konusu değildir onlar için.

Ehlisünnet ya da kendilerini Şia, değil Sünni diye tanımlayan ABD güdümlü hemen bütün Arap ülkelerinin nasıl bir konuma düştüklerini göstermiştir. Bunlardan bir kısmı fiili olarak Siyonist İsrail’in yanında yer almışlardır. İran’dan fırlatılan füzelerin engellenmesi, İsrail’e kimi tıbbi yardımlarda bulunması da bunun bir sonucu. Daha da üzücü olan İstanbul’da toplanan İslâm Ülkeleri İşbirliği Teşkilatı’nın sadece kınamayla geçiştirmesidir. Herhangi bir yaptırım, bir eylem söz konusu olmamıştır. En kritik zamanlarda da hep böyle olmuştur. Gazze konusunda da toplanmışlardı, kınamada bulunmuşlardı, sonuç?

       Müslümanlar açısından bu savaş bütün yönleriyle ciddî sorunlarının olduğunu gösterdi. Bunların başında hemen bütün ülkelerin bağımsız olmadıkları, işgal altında oldukları, kendi başlarına hareket edemeyeceklerini açıkça belli etti. Coğrafyanın genel tablosuna bakıldığında İran hariç hemen tamamında ABD’nin üsleri bulunuyor. Türkiye de buna dahil. Savaş süresince hiçbiri kılını bile kıpırdatmadı. Üstelik Filistin gibi çok önemli bir bölgenin, toprakların işgal edildiği, katliamların yapıldığı ve artık onların elinin kolunun bağlandığı bir zamanda. Suriye tam anlamıyla bertaraf oldu, Lübnan susturuldu, içine kapatıldı.

        Savaş süresince haritalarda gösterilen üslerin yerleri, Müslümanların nasıl bir durumda olduklarını ortaya koydu iyice. Bu ülkeler arasında sadece Pakistan açık bir tavır ortaya koydu. Gerektiğinde İran’ın yanında savaşa dahil olacağını belirtti.

Türkiye sadece diplomatik ilişkilerle süreci yönetmeye çalıştı. İsrail’e karşı sözlü sert tepkiler verilmesine karşın tam anlamıyla bir tutum gösteremedi. ABD, İran üzerine uçaklarını göndermeden Türkiye’yi bilgilendiriyor: “Evet o gece bir telefon aldık, basına düştüğü için söylüyorum. Belli konular konuşuldu. Burada Amerikalılar esas itibarıyla yani bir saldırı olması durumunda bu saldırıda görev almadıkları için herhangi bir rollerinin olmadığı için İranlıların kendilerine saldırmamasını, saldırırlarsa buna da çok sert mukabele edeceklerini, ayrıca bölgede bulunan Amerikan varlığının güvenliğinden de hani bu noktadan endişe ettiklerine dair bazı konular var. Tabii biz bunun üzerine İranlılarla da konuştuk. Böyle bir şey olması durumunda Amerikalılar bunda yoklar, dolayısıyla onları savaşın içine çekecek bir müdahalede bulunmanızı istemiyorlar. Arabulucu olarak ilettiğimiz mesaj.” Söz konusu haber kamuoyuna sızınca Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan ister istemez bu açıklamada bulunuyor. Bu da Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun göstergesi.

          Kimi ülkeler doğrudan ve fiilen Siyonist işgalci İsrail’in yardımına koştu. BAE’nin uçaklarında kendi ülkelerinin bayraklarının yanına İsrail bayrağı iliştirilerek tıbbi yardımda bulundu, bu kamuoyuna da yansıdı.

ABD’nin İran’a saldırısının ardından İran’ın Katar’daki üssüne saldırması sonucunda Müslümanların gösterdiği tepkiler. Asıl üzücü olanı da İslâm Âlimler Birliği Başkanı Yusuf el-Kardavi’nin Müslümanlar adına verdiği fetva. Tam anlamıyla bir işgal ülkesinin, bir âliminin tepkisiydi. Kaldı ki saldırıya uğrayan Katar değil, ABD’nin bir üssüydü.

Ürdün ise İsrail’in yanında doğrudan yer aldı. İran’ın gönderdiği kimi füzeleri ya da dronları imha etme çabasına girdi.

Kuzey Afrika ülke halklarının Kahire’ye doğru olan yürüyüşleri Müslüman halklar adına önemli bir gelişme oldu. Diğer birçok ülke halklarının katılmaları ve hatta istekleri gelecek için bir umut oldu. Şöyle ki yöneticiler bundan böyle çok da rahat olamayacaklardır. Tetikte olacaklardır. Ülkelerin karışıklıklarında en küçük bir ayaklanma onlar için korkutucu olabilir.

Genel anlamda, bundan böyle Müslümanların yöneticilerinden artık olumlu ve hayırlı bir adım beklenemez. Onların tamamı bağımlıdırlar. Varlıklarını emperyal güçlere bağlıdırlar.

Eli kolu bağlı olanların her türlü olasılığa karşın ister istemez savunmalarını güçlendirmek için yer altında, gözlerden ırak ve görünmez bir hazırlık içinde olmalarını zorunlu kılmış oluyor.

İran direnişinin ve gücünün nereden nasıl geldiği anlaşılmış oldu. Uzun sürmesi beklenen savaşın on iki gün içinde sonlandırılması İsrail için durumun ne kadar kritik olduğunu gösterdi. İran’ın sivillerden çok belli önemli kimi üsleri, kurumları hedef alması, bunda da başarılı olması onları tam anlamıyla tedirgin etti. Asıl can alıcı vuruşlarını yapmadı. Eğer böyle bir durum gerçekleşmiş olsaydı, İsrail için ciddî bir son ve yıkım olabilirdi. İran bu tehditlerde bulunurken blöf yapmadığı da anlaşıldı.

İsrail, Gazze’de Müslümanlara yaşattıklarının bir kısmını kendisi yaşadı.

milligazete

 

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM