Bu süreç içinde Şiişlenler oldu. Bu 85-90’lı yıllarda İslam
İnkılabı Radyosunu dinleyen biri olarak orada hiç Şia'yı duymuyordum. Vahdet
çizgisi doğrultusunda bir yayın yapılıyordu. Bu doğru muydu yanlış mıydı
Rahmetli Ruhullah İmam Humeyni emriyle mi bu çizgi tutturulmuştu bunu
konuşmayacağım. Ele alacağım konu Türkiye tarafından olaylara bakmaktı. Bu süreçte
ben de Şia'yla tanışamadım maalesef. Ali Şeriati İnkılabın ülkesinden olması
sebebiyle diğer Sunni yazarlardan daha çok tutuluyordu. Ama onun kitaplarında
da Şiilik yoktu Mutahharinin kitaplarında da. Doğru, Şia bir slogan düzeyinde
ele alınıp işleniyordu ama Mekteb’in inanç ve yaşam ilkeleri Kur'an ve
Sünnetten bir Sunninin anlayacağı şekilde işlenmiyordu.
İnkılapçı Tevhidci Müslümanlar Humeyni'nin kısıtlı sayıda
Türkçeye kazandırılan eserleri ve İslam İnkılabı anayasasına Şia sözcüklerinin
sokulması ile ilk şoku yaşadılar. Her ne kadar bunlar biz ne Şii ne Sunniyiz İnkılapçıyız
anti emperyalistiz Amerikan karşıtı Şiilerin de Sunnilerin de doğrularını alır
kitap sünnet ışığında harmanlar yanlışlarını atarız diyorlardı. Kendilerini Sunni
görmemelerine rağmen doğal olarak inançları doğrultusunda hassasiyet gösterip Şia’yı
eserlerine yansıtan İranlı yazar ve siyasilere onları mezhepçi itham edip
kızıyorlardı. Sonra biz toptancı değiliz onların da iyi yönlerini yani İnkılapçılıklarını
alır yanlışlarını (sahabe halifeye karşı yönlerini) atarız diyorlardı. İnandıkları
inanç esaslarının ve taklit ettikleri fıkhın Sunnilik ve onun fıkıh olduğunu
bilmiyorlar kendilerini Kur'an'i görüyorlar, Şia’nın inançlarından imameti
(şayet duydularsa) Şiicilik mezhepçilik olarak niteliyorlardı.
Bu süreçte Ali Şeriati'nini çevirilerinin su gibi
akıtılmasının, bir İnkılapçı çizginin değil İngiliz zekasının eseri olduğuna
inanıyorum. Çünkü Şeriati Şia’yı olduğu gibi anlatmak bir yana onu “yozlaşmış
Şiileri eleştiriyorum” adı altında eleştiri bombardımanına tutuyordu. Şia’yı
Ali Şiası Safevi Şiası, Sunniliği, Muhammedi Sunnilik Emevi Sunniliği diye
ikiye ayırmıştı. Ona göre Muhammedi Sunnilikle Ali Şiası bir ve aynı idi. Dinin
değiştirilip tahrif edilmiş şekli ise her tarafta vardı ve bunun Şia
tarafındaki ismi Safevi Şiası, Sunni taraftaki ismi ise Emevi Sunniliği idi. Türkiye’de
bu örneğin “bu cümlenin, doğru anlaşılma ihtimali yok, Şiiler Muhammed’den kopuk,
Ali’yi Peygamber mi görüyor ki Ali Şiası diye isimlendiriyorsunuz, diğer yandan
Muhammed Sunniliğin mi tekelinde ya da onca iftiralarıyla Muhmmed’e değersiz
bir konum biçen sunnilik mi Muhammedi Sunnilik tabirini hak ediyor diyecek ya
Şii yoktu ya da seslerini duyuramadılar. (Evet, biz Şii olduktan sonra gördük
ki Sunniliğin, yanılıp vahiyle düzeltilen hatta azarlanan Peygamber inancının
uydurma olduğunu öğrendik.)
Sözüm ona toptancı olmayıp akılla seçici davranan, doğru
nerede olursa olsun onu alıp Kur’an’ın bütüncül ruhunda bunu teşhis eden
Türkiye Müslümanları için bu bir can simidiydi. Bakın Şeriati bir Şii idi ama
gerçekleri söylediği için onu bozuk Şiiler bile kabul etmemişti(!) Sunniler
zaten kendinden saymıyorlardı. Böylece güya iki ekolün arasında konumlanmış
yeni yolun adına Şia ile Sunnilik arasında bir isim biçip kendisi için “şinniyim”
diyenler bile çıkmaktaydı.
İngiliz aklı dememizin sebebi, ilk olarak Şeriati’nin Şiilere yönelik ortaya attığı eleştirilerin tamamının doğru olmamasıydı. İkinci olarak da Şia’yı tanımayan Türk okuruna Şia’yı eleştirmenizin ne sebebi olabilir? Bir düşünceyi bilmeden onun eleştirisini sunmak ne anlama gelir? “Bunu okuma inceleme anlama, biz onları senin adına okuduk düşündük sana sonucunu sunuyoruz. Sen zaten onun doğrularını almaktası.i” diyen İngiliz aklından başka hangi akıl olabilir? Bunun neresini samimi bulabiliriz? Şia’yı anlatan tanıtan Şii Allame Tabatabai, Murtaza Askeri Seyyid Musavi gibi yazarlar yok muydu İran’dan, neden bunların hiçbir kitabı çevrilmedi? İmametin Kur’an’dan delilleri, 12 İmamın Sunni hadislerden delilleri, Ehlibeyt gerçeği neden bir kerecik makale düzeyinde bile olsa sunulmadı Türk okurunun düşünce dünyasına?
O zaman ne olurdu, benim yazmama gerek yok siz de tahmin
edebilirsiniz. Türkiye’de Şiileşme alır yürürdü. İslam İnkılabının Mısırda o
kadar hararetli fikir üretici eylem ortaya koyucu temsilcilerinin olmasına,
Tunus Sudan ve diğer ülkelerde hakeza onca gayretler ortaya konmasına rağmen
İnkılabın sadece Şii İran’da zafere ulaşması bir tesadüf müydü?
Tabi ki ev sohbetlerinde bu konu masaya yatırılıyordu, neden
Sunni dünyada İnkılap oluşmuyor, farkı nedir diye? Bu, Şia konusunda tamamen
cahil olan Sunni aydın ve hocalarca aralanabilecek anlaşılabilecek bir kapı
değildi. O yüzden İnkılabın Şii İran’da başarıya ulaşması, onlarda olan İmama
bağlılık; Sunnilerde ise insana değil, kendi doğru gördüğü akla uymak sebebiyle
gözü kara fedakarca bir işe girişememe, olarak ortaya konmakla yetiniliyordu.
Değildi işte sebep bu. Mesele çok derindi. Mesela Sunnilere
uyuşturucu ve hazıra konucu inanç şeklinde tahrif edilerek sunulan Mehdi (a.s)
İnancı, İnkılabın başarısına en büyük katkı sunan Şii inançlarından biri idi.
Mehdevilik Sunni İnkılapçıların hiç gündemine girmemiş ya da sokulmamıştı.
Bu büyük kıyam ve İnkılap heyecanı ustaca ancak bu şekilde
deşarj edilebilirdi ve öyle oldu. Türkiye’de selefi gelenekte yoğrulmuş sözüm
ona İnkılapçı Müslümanlar, İmam Humeyni’nin anayasaya 12 İmam Şiasını ve Mehdi (a.s)
adını sokmasından, kitaplarında nefis terbiyesi adı altında muhteşem
beyanlarından, İmam’ın vasiyetinde Şia’ya vurgusundan çok rahatsız olmuşlardı.
Böylece, “İran bizim İnkılabımız değil.”
demeye başladılar.
Bu görünen gösterilen yüzle yetinmeyip İnkılabın aslı nedir
kaynakları başarısı nedir diye araştırmaya girişenlerin çoğu Şii oldu. Şia’nın
güncel İmamet Rehberiyet inancı ve Ehlibeyt bağlılığı, onların dini yeniden
anlama ve yaşamaya girişmelerine sebep oldu. Mehdevi inanca ve hedefe sahip
olan Türkiye Şiileri, müstebsir (basireti açılan, sonradan Şii olan) kesim
olarak güncel bir İmamın varlığını öğrendiler. Müctehid ve İran İslam
İnkılabının başında bulunan Veliyyi Fakihin Gaip İmamdan ilham alan tutarlı tevhidi
anti Siyonist ve emperyalist yenilmezliğinin sırrını anladılar. Ona itaatin ve
bağlılığın, dini bir emir olarak, güncel ilahi emirler olduğunu öğrendiler.
Şia’nın inanç ve yaşam ilkelerini anlamış ve onu İslam’ın
değişmeden günümüze gelmiş hali olduğunun farkına varmış Şiiler artık İslam
İnkılabına ilahi bir kurum olarak bakmaktadırlar. Onu sevenlerin Ehlibeytin 12
İmamı vasıtasıyla Resulullaha oradan da Allaha bağlı olduğunu kesin olarak
bilmekteler. Yine Allah’ın; “Topluca Allah’ın ipine sarılın dağılmayın (Ali
İmran 103) emrinin Ehlibeytin günümüzdeki İmamı’na onun onayladığı yöneticilere
uymak ve bu şekilde vahdeti sağlamak olduğunu biliyorlar. Gaip İmamın (a.s)’ı
yansıtma konumundaki Veliyyi Fakih Rehber Hamenei’nin siyasetinin dünyada en
kaliteli siyaset olduğuna, Şiisi Sunnisiyle tüm Müslümanları kuşatmakla
kalmayıp dünyanın kirlenmemiş tüm mazlum mahrum ve mustazaflarına bile kucak
açıp onları bütünleştirdiğine şahitler. Bu bilinçle artık onların tabiiyetleri
sıradan bir mukallit müctehid taklidinin ötesine geçmiş durumdadır.
Şia’yı bilmeyip, Sunni kalıp, hatta İslam İnkılabına siyasi
manada biat ettiğini zannedenlerin hepsinin, geçen seneler içindeki zorlu
sınavlarda eriyip gittiğini, savrulduğunu gördük. Suriye savaşının, bu manada
tam bir iyiyi doğrudan sağlamı çürükten ayıran fitne (deneme vesilesi) olduğunu
ibret hayret hatta üzüntüyle izledik. İmam Humeyni’yi sevip onun yolunu takip
eden Hameneiyi Şiicilikle suçlayıp terk eden, etmekle kalmayıp ona düşman
olanlar dünün İrancı diye nitelenenleriydi. Konum değiştiren Rehber Hamenei
değildi. Bu tutulan cephelerin unsurlarından anlaşılıyordu. Humeyni zamanında İnkılapçılar
İran, Filistin, Lübnan Hizbullahı, Suriye ve dünyanın antiemperyalist İnkılapçıları
iken; düşmanları, Amerika, İsrail, İngiltere, Saddam, satılmış Arap ülkeleri ve
Suriye muhalifleri idi. Türkiye’deki İnkılapçı Müslümanlar da bu inkılabi
cephede idi. Günümüzde Rehber Veliyyi Fakih liderliğindeki İslami İran’ın
başını çektiği İnkılapçı cepheye Yemen ve kısmen Irak da katıldı. Suriye
konumunu korurken Filistin ve Lübnan Hizbullahı aynı cephenin vazgeçilmez
öncüleri konumunu korumakta. Düşmanları da aynı. Amerika, İsrail, İngiltere,
Suud ve satılmış Arap kuklaları, Suriye düşmanı muhalifler. Türkiye’de Humeyni
Zamanında İran’a biatlı olduğunu ilan eden ve sonradan Şii olan Müslümanlar
aynı konumlarını korudular. Ancak Şii olamayanların hemen hepsi direniş
cephesini bırakıp ABD cephesine geçtiler. İran’ı İsrail’den daha tehlikeli
görmeye, ABD’nin onu yıkmasını arzulamaya başladılar. İçlerinde gizledikleri
ise daha kötü görünmekte…
Rabbim ayağımızı sağlam kılsın…