2024, son kredi kırıntılarını da bu yılın sonlarında
yitiren ve adeta kendi ölüm ilanını hızlandıran liberalizmin ardından dünyayı
neyin beklediğinin sinyallerini alacağımız bir yıl olabilir. Bu sinyalleri Orta
Doğu ya da Güney Doğu Asya’da aramaya gerek de yok. Bizzat kalbinde, artık
eskisi kadar güçlü “kan pompalayamasa” da ABD’de bulacağız diye hissediyorum.
O nedenle gözlerimizi 2024 Başkanlık düellosunun ocak
ayındaki ilk önseçimler safhası yaklaşırken ABD’ye çevirmekte fayda var. 2024,
ABD’de daha önce görmediğimiz nitelikte sürpriz gelişmelerin yaşanabileceği bir
yıl olabilir. Bu yıl içinde özellikle şu sorulara cevap arayabiliriz kanımca:
BİR) Postliberal yükseliş ABD’de kimlerle ve nasıl ivme
kazanacak?
İKİ) Donald Trump’ın ülkesinin istikametini postliberal bir
rotaya çevirmesine izin verilecek mi?
ÜÇ) Trump’ın postliberal yükselişinde otoriter
muhafazakarlık giderek güçlenen bir mevzi tutacak mı?
Başkanlık seçimlerine bir yıldan az bir süre kalmışken,
Trump, Cumhuriyetçilerin beklenen adayı olarak çoğu kamuoyu yoklamasında
Biden’ın önünde seyrediyor. (Siena Poll’ün 19 Aralık’ta yayımlanan kamuoyu
anketine göre Trump 46-44 önde görünüyor.) Seçildiği takdirde, ABD-Meksika
sınırını kapatmak için yürütmeden gelen yetkilerini kullanmaya söz vermiş olan
Trump, geçen hafta önce New Hampshire’da sonra da Iowa’da yasadışı göçmenlerin
ABD’nin “kanını zehirlediklerini” savunmuştu. Trump “Meksika'da kal” söylemiyle
özetlediği sığınmacı politikasını yeniden ve daha da etkin hale getirmeyi,
Biden yönetiminin yasadışı göçmenler için yürürlükte tuttuğu ve bu kişileri yakalayıp
akabinde 10 yıl sonrasına mahkeme celbi vererek serbest bıraktığı uygulamaya
son vermeyi planlıyor.
Tabii bizim asıl merak ettiğimiz, 2024 ABD’de rejimin
değişeceği bir yıl olacak mı olmayacak mı, onu anlamaya çalışmak.
Şimdi ne kastettiğimi açmaya çalışayım.
2022 ve 2023’teki “ölüm ilanları”
“2022 yılı sadece yaşanan askeri, siyasi ve ekonomik
çalkantıları ile değil, ‘küreselleşmenin ölümünün ilanı’ ile de tarih
sayfalarındaki özel yerini alacak gibi görünüyor,” diye girmiştim geçen
yılın sonlarında kaleme aldığım bir değerlendirme yazısına.
2023 yılı da “kurallar temelli düzenin” hamisi olduğu
iddiasındaki liberalizmin son kredi kırıntılarını da yitirdiği bir yıl oldu,
sanırım. IŞİD’in 10 yıllık savaş süresince Suriye’de öldürdüğü sivillerin
4 katını İsrail ordusu Gazze’de sadece 2 ay içinde “halletti.” Ama “kurallar
temelli dünya düzeninin” hamileri, Gazze’yi II. Dünya Savaşı’ndaki Dresden’den
beter hale getirircesine bombalayan İsrail’e arka çıkmayı sürdürerek
liberalizmin son kredi kırıntılarını da bonkörce çarçur ediyorlar. Hal böyle
olunca da artık Angelina Jolie’yi bile ikna edemiyorlar.
İlginçtir, küreselleşmenin ölümünü “içerden” ilan etme
işi Taiwan Semiconductor Manufacturing Company’nin (TSMC) kurucusu Morris
Chang’a düşmüştü, geçen yıl. Dünyanın en büyük “chip” (yonga) üreticisi olan ve
-Çin’e karşı hasmane tavrını upgrade etme kararlılığındaki- ABD’nin “davetiyle”
Arizona’da muhtemelen 2025’te üretime geçecek devasa bir yonga imalat
tesisi kurmakta olan Chang, geçen Aralık ayında yaptığı tarihi nitelikli
konuşmasında, “Küreselleşme hemen hemen öldü, serbest ticaret de öyle.
Birçok insan halen onun geri gelmesini arzuluyor, ancak böyle olacağını
sanmıyorum,” şeklinde konuşmuştu Nikkei Asia’ya.
“Liberalizmin Ölümü”
Kehanetçi bir yaklaşımla bu kez liberalizmin ölümünü ilan
etme görevi de ABD’de Yeni Sağ’ın önde gelen entelektüellerinden biri olarak
tanımlanan, Indiana Notre Dame Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr.
Patrick Deneen'e düştü, 2023’te. Deneen, bu yılın haziran ayında “Regime
Change: “Towards a Postliberal Future” isimli kitabıyla provokatif bir
“rejim değişikliği” çağrısı yaptı. ABD’nin kurucu ideolojisi olarak gördüğü
liberalizmin -sağa da sola da meyletse- bir siyasi elitler ortodoksisi
barındırdığını düşünen Deneen, kısa süre içinde “sadece kendisine hizmet eden
ilerlemeci liberal elitler hanedanlığına” dönüştüğünü savunuyor.
Ona göre, ABD bugün sadece 1950’lerin ya da 1850’lerin
Amerikasından değil, 1775’lerin bağımsızlık ve devrim mücadelesinin verildiği,
Lexington ve Concord muharebelerinin yaşandığı zamanlardan bile her alanda daha
kötü bir durumda. Bu nedenle toplumda aslında siyasi düzene yönelik derin bir
hoşnutsuzluk var. Bir önceki Başkanlık seçimlerinde her iki partiden de nefret
eden Amerikalılardan “al birini vur ötekine” sözünü sıkça duyduğunu belirten
Deneen’in “rejim değişikliği” beklentisi bu yüzden.
Deneen, 2018’de kaleme aldığı “Why Liberalism Failed”
(Liberalizm Neden Başarısız Oldu) başlıklı kitabıyla hem muhafazakâr aydın
çevrelerinden hem de demokratik sosyalist kimliğiyle bilinen Prof. Dr. Cornel
Ronald West gibi ilahiyatçı ve siyasi aktivist akademisyenlerden övgüler almıştı.
“Liberalizmin vaatleri ile yurttaşlara yaşattıkları arasındaki fark o denli
büyük ki, bu yalan artık sürdürülemez,” demişti Deneen.
Deneen’in, o kitabında olduğu gibi yeni kitabında da
şikayetçi olduğu husus, Batı’nın ilerleme uğruna liberalizmi benimseyerek kendi
yurttaşına büyük bedeller ödetecek çok fazla fedakârlık yapmak zorunda kalması
filan değil, yanlış anlaşılmasın! Deneen, gerek ahlaki boyutta gerekse de maddi
anlamda “ilerlemeyi” bir kavram olarak benimsemenin bir tür “ilk günah”
olduğunu savunuyor. (Kendisini “ilerleme” üzerinden tarif eden “gerçekte
varolan sosyalist” toplumlara yönelik eleştirilerin bir dönem ekolojik ve sosyalist
Sol’dan geldiğini de arkasının pek getirilemeyişi ile birlikte parantez içinde
hatırlayalım.)
Deneen’in liberalizm tarifini biraz kaba bir yaklaşımla
belki şöyle özetlemek mümkün:
Bireylere “kendi özel hayatlarını keyifle şekillendirip
sürdürmeleri” için özerklik önerirken, hükümetlere de (Cumhuriyetçilerin
önceliği olarak) piyasalar evreninin önünden, (Demokratların önceliği olarak
da) bireylerin ahlaki tercihlerinin önünden çekilmesini reçete eden korkunç bir
felaket!
Tabii bu kriz sürecinden liberal demokrasinin güçlenerek
çıkacağını düşünenler de var. Örneğin, liberal bir çizgiye sahip 110
yıllık New Statesman dergisi Deneen’in görüşlerinin “aristokratik
popülizme” düştüğünü, bu nedenle çoğu Amerikalının reddedeceğini düşünüyor.
The Economist gibi öz-eleştiriye açık liberal yayınlar,
aslında Deneen’in kitaplarını, “400 yılda daha iyisi gelmedi” dedikleri
liberalizmin “cenaze töreni konuşması” gibi değerlendirmektense, harekete
geçirici ciddi bir uyarı gibi görmekten yana.
Gerçekten öyle mi, 2024 yılı ABD Başkanlık Seçimleri
sürecinde bunu anlayabiliriz sanırım. Sonrasında ise “popüler otoritarizmin”
tarihindeki en “şanlı” yükselişi yaşamaya koyulup, dünyanın önemli bir kısmına
hayatı şiddetle dar etmeye kalkışıp kalkışmayacağını görebiliriz.
Peki, Sol bu denklemde nerede? Sol, her ne kadar liberal
hegemonyanın çöküşünü hızlandıran güçlere karşı selam duran bir pozisyon
benimsiyor görünse de, liberalizme alternatif bir dünya tasavvurunu sağlam bir
şekilde içeriklendirip anlamlandırmış ve küresel bir model olarak toplumların
önüne iddialı şekilde koymuş değil. Bu yönde sağlam bir çaba da pek görülmüyor.
Ve maalesef Sol böyle bir çaba içinde olmadığında o boşluğu Aşırı Sağ’ın
şiddeti de dışlamayacak şekilde doldurduğunu da iyi biliyoruz.
t24