Aklımıza
gelen soru; Kendine Müslüman ülkesi diyenlerin Siyonist çetenin kapısında nöbet
tuttuğu bir ortamda bizler Kudüs'ü & Filistin'i bu halimizle nasıl
kurtaracağız ve de kendimizi küresel çetenin kurguladığı oyundan kurtarabilecek
miyiz? Evet, kimi Müslümanların imanları her gün daha güçlenirken ne yazık ki
hayır, kimleri dünya kaygıları & mevkileri için Siyonist çeteye teslim
oluyor.
Siyonist
çete, kendi teorilerini empoze etmeden önce medyayı ve sosyal ağları kullanarak
uyuşturucu propagandası yaparak bilinç altında bizlere kendin projelerini kabul
ettirdikten sonra arkasından da eyleme geçip “demiştik” diyerek sanki geleceği
planlarcasına kendi üstünlüklerini bizlerin egosantrik arzuları ve
korkularımızı şişirerek, kimilerine demokrasi dedirttirerek, kimilerine İslam
adını kullandırarak kimilerine de ekonomi korkusu vererek onların isteklerini
bizlere (Müslümanlara) ve insanlığa kendi ellerimizle yaptırmaktadırlar. Fakat
günümüzde bu çok şaşırtıcı değil, bir ritüel olmuştur ve insan toplumları da
göre göre lades olmaktalar.
İnsanda iki tür ayarı vardır, Hak ve onun çakması Batıl,
insanoğlundaki tezahür; doğru söyleyen & yalan söyleyen, Zalim &
mazlum, kaypak & dürüst... vs. İnsan psikolojisini ve ruhunu analizin yapan
şeytani güçler zalimleri (zorbaları) kendi kurdukları düzenlerle seçmiştir.
Avam tabakası tarih boyunca her zaman ezilen ama bazen de mazlum bir kitle
olmuştur. Bu bir kader midir? Hayır değildir. Ama avamda kendi egosantrik
arzularıyla ve korkusuyla sisteme hizmet etmektedir. “Kişi, kendini gerçek
yüzünü bilfiil yaşadığı ortamda görebilir lafla ancak rüyalar anlatılır.”
Zulüm
dünyanın var oluşundan bu yana hep üstün çıkmıştır! çünkü asıl olan haktır,
batılı insan kendi eliyle kurduğu (seçtiği) zorbacı şeytani sistemler olduğu
içindir. Şeytani güçler sistemini kurarken insanın egosantrik arzularından ve
korkularından faydalanmıştır. Zalimin hikayesi Âdem (as) oğlu Kabilin Habil
öldürmesiyle başlamıştır. Kabil, zalimin ilk örneği ve zorbacıların da
atasıdır. Habil, mazlumun ilk örneği ve hakikat yolun gösterin önderlerin atası
olmuştur. Bir diğer örnek, Yakup (as) çocuklarından Yusuf (as) hikayesidir
Yusuf (as) kardeşlerini kuyuya atıp ölüme terk etmesidir. Aslında Habil &
Kabil, “iyi ve kötü" nün morfolojik görüntüsüdür. Her insanın içinde bir
kabil ve Bir Habil vardır ve “kabil & Habil” mücadelesi hala içimizde günümüze
dek devam etmektedir.
Bizler hangi Frekanstayız? İnsanoğlu ve tüm canlılar
& cansızlar çevresinde oluşan her türlü frekansların etkisindedir ve
frekansın gücüne göre de insani yönlendirmektedir. Çünkü İnsanoğlu hem verici
hem alıcı bir yapıya sahiptir (Hem frekans yaymakta hem de frekans almaktadır).
Her insanın içinde Habil (mazlum) ve Kabili (zalim) frekansalar mevcuttur,
bizler bu frekanslardan hangisini kullanmaktayız? Bizlerin yaşadığı sistem
Kabilin (zulüm) frekansıyla çalışmaktadır, bizeler verilen mesajları ve
yönlendirmeleri direk bu kanal üzerinden almaktayız. Hani bazen deriz, “filanca
hocayı dinlediğimde huzur buluyorum ve hep güzellikler düşünmemi sağlıyor”
Çünkü o kişi sizi Habil frekansınıza bağlamıştır ama siz o kişiden ayrıldıktan
sonra o frekans ayarınız kaybetmektesiniz diğer bir örnek seyrettiğiniz bir
filmden “çok etkilendim” dersiniz, hep frekans ayarlarınıza bağlıdır. İnsanlar
alıcı oldukları için Frekansların yaydığı elektromanyetik dalgalarla
yönlendirilmektedir. En basit örneği şeytanda bunu kullanmaktadır eğer bizler
alıcı olmasaydık bize vesvese verebilir miydi?
Ramazan ayı, içimizdeki rahmet frekans ayıdır. İlahi
gücün Rahmetiyle bizler Ramazan ayında “Rahmetin, Sevginin, Dürüstlüğün,
güzelliğin, iyiliğin, adaletin” ayarına getirmekteyiz fakat ne yazık ki bu
frekansta kalmıyoruz ve hemen zulüm frekansına geçiyoruz çünkü yaşadığımız
dünya zulüm frekans ayarıyla iletişim kurmaktadır. Bizler, Zulüm frekans
dalgalarının (TV, Sinema, akili Telefon, sosyal ağlar, vs.)
bombardımanına maruz kalmaktayız aman ne yazık ki buna da isteyerek maruz
kalıyoruz.
Netice olarak, Bizler hangi İslami istiyoruz? Âdem
atamızdan Habil vasıtasıyla son peygamberimize kadar olan İlahi İslami Davamız
& derdimiz? yoksa tüm peygamberlerin yolunu saptıran şeytan ve şeytani
güçlerin oluşturduğu “dinler” mi? Bunu
cevaplamak için evelen kendi “dalga (kanal) ve frekans” ayarımızı
netleştirmemiz lazım. İlahi Tevhidi mi inanç olarak yaşıyoruz yoksa insan
eliyle oluşturulmuş TeHvidi mi yaşıyoruz? İşimize geldiği şekliyle veya
hayat şartları bunu gerektiriyor diyerek her havadan ve her telden çalan “kanal
& frekansı” seçmek, kabul etmekle hayatımız kurtarıyoruz sanıyoruz ama
kendimizi kandırıyoruz.
Bizler
kendimizi Samim olarak bir kontrol etmeliyiz, hangi “kanal” üzeri düşünüyorum?
Hangi “frekans” üzeri reaksiyon veriyorum hangi “dille” anlatıyorum.
İletişim
olması için bir “alıcı” ve bir verici “olması” gerek ve bunlarında;
-
Aynı
dalgada
-
Aynı
Frekansta
-
Aynı dilde
(kodlamada) olması gerekir.
Eğer
bizler şeytan ve şeytani güçlerin adımın takip ediyorsak ve de değişemiyorsak o
bizden kaynaklan bir sorundur. Çünkü bizler kendimizi değiştiremiyoruz
demektir. “(şeytan) Sadece Ben, sizi çağırdım sizde bana uydunuz”
(Ibrahim-22)
Son sözüm;
Rahmetli İmam Humeyni Ramazan'ın son cumasını Kudüs günü ve Peygamberimizin
doğum günün Vahdet haftası ilan etmesiyle bize (ümmete) hangi kanal’ da
hangi frekans ayarında olmamızı ve sloganlarıyla da ne yapmamızı bize
açıkça beyan etmiştir.
Mustafa
Kemal TASPINAR- 28 Nisan 2022