Şara-Trump Yakınlaşması Ve SDG’nin Sınavı

GİRİŞ: 12.07.2025 15:13      GÜNCELLEME: 12.07.2025 15:13
Rasthaber -  Suriye, Beşar Esad’ın Aralık 2024’te devrilmesiyle başlayan geçiş sürecinde, hem bölgesel hem de küresel aktörlerin yoğun ilgisi altında yeniden şekilleniyor. Ahmed Şara liderliğindeki yeni Şam yönetimi, diplomatik ve ekonomik alanda hızlı bir toparlanma sergilerken, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile yaşanan gerilim, ülkenin geleceğine dair en kritik meselelerden biri olarak öne çıkıyor. ABD’nin, Şam’ın İsrail ile normalleşme çabalarına verdiği destek ve SDG’nin özerklik taleplerindeki ısrarı, Washington’ın Şam’a yaklaşırken SDG ile ilişkilerinde kafa karışıklığına yol açıyor. Bu durum, Suriye’nin kırılgan geçiş sürecinde şüphesiz önemli bir dönüm noktası. Ancak bu süreç, sadece Şam-SDG çekişmesiyle sınırlı değil; aynı zamanda bölgesel dengeler, uluslararası arabuluculuk ve Suriye’nin iç dinamikleri de belirleyici faktörler arasında.

Şam’ın diplomatik hamleleri

Son altı ay, Şam yönetiminin uluslararası meşruiyetini yeniden inşa etme çabalarında çarpıcı bir hız kazandığı bir dönem oldu. Ocak 2025’ten bu yana, 78 yabancı hükümet ve çok uluslu örgütten temsilciler, Şara ve geçiş yönetimiyle görüşmek üzere Şam’a akın etti. Bu, modern tarihte eşi görülmemiş bir diplomatik hareketlilikti. Suriye, 50 yılı aşkın süredir uygulanan yaptırımların kaldırılması ve bölgesel ile uluslararası kurumlara yeniden entegrasyonuyla, adeta bir “diplomatik rönesans” yaşıyor. Ancak bu “rönesans”ın ve parlamanın bir bedeli var, o da İsrail’le iyi ilişkiler ya da “normalleşme”. Bu uğurda ABD, daha önce yaptırımların kaldırılması için ileri sürdüğü yabancı savaşçıların ülkeyi terk etmesi meselesinden bile vazgeçmişti.

Şam’ın İsrail ile normalleşme çabaları da bu sürecin bir parçası. Mart 2025’te Şara, The Economist’e verdiği mülakatta, İsrail ile normalleşmenin hassas bir konu olduğunu, ancak halk desteğinin bu süreçte kritik olduğunu belirtmişti. Temmuz 2025’te, Abu Dabi’de İsrail Ulusal Güvenlik Danışmanı Tzachi Hanegbi ile yapıldığı iddia edilen görüşme ve ABD’nin aracılığıyla başlayan gizli Şam-Tel Aviv temasları, bu çabanın somut adımlara dönüştüğünü gösteriyor. Eylül 2025’te BM Genel Kurulu öncesinde Şara ile Netanyahu arasında planlanan olası bir görüşme, Trump’ın himayesinde bir güvenlik anlaşmasının habercisi olabilir. Bu adımlar, Şam’ın sadece ekonomik değil, aynı zamanda bölgesel güvenlik dengelerinde de aktif bir rol oynamaya çalıştığını ortaya koyuyor.

ABD’nin denge arayışı

ABD, Şam’ın İsrail ile normalleşme sürecinde kilit bir arabulucu ve garantör olarak öne çıkıyor. Temmuz 2025’te, ABD Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack’ın New York Times’a yaptığı açıklamada, Washington’ın Şam’daki Heyet Tahrir Şam (HTŞ) ile diyalog kurarak “sükuneti yeniden tesis etme” hedeflediğini ve Suriye yönetiminin İsrail ile “anlamlı görüşmeler” gerçekleştirdiğini belirtmesi, bu desteği açıkça ortaya koyuyor. Trump’ın, İsrail’in Gazze’deki savaşını bitirmesi karşılığında Suriye ile normalleşme önerisi sunduğu iddiaları, ABD’nin bölgedeki stratejik çıkarlarını dengeleme çabasını yansıtıyor. Bu çıkarlar, özellikle İran’ın bölgedeki etkisini sınırlamak, Suriye’nin istikrarını sağlamak ve İsrail’in güvenliğini garanti altına almak üzerine kurulu.

ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi olan Barrack, röportajında, yönetimin Suriye’yi, Trump’ın ilk döneminde İsrail ile dört Arap devleti arasında diplomatik ilişkiler kuran İbrahim Anlaşmaları’na dahil etmeye çalıştığını söyledi. Ancak Barrack, Suriye’nin yeni lideri Ahmed Şara’nın iç kamuoyundan gelebilecek direnç nedeniyle bu sürecin zaman alabileceği konusunda uyarıyor. “Şara, kendi halkı tarafından İbrahim Anlaşmaları’na zorlanmış veya baskı altına alınmış gibi görünemez. Bu yüzden sürecin yavaş ilerlemesi gerekiyor” şeklinde konuşuyor.

Gazeteye göre Barrack’ın çalışmalarının çoğu, yıkıcı savaşlardan toparlanan Suriye ve Lübnan’ın kendi sorunlarını çözmeye yönelmesi ve Katar, Suudi Arabistan, Türkiye ve diğer bölgesel ortaklardan destek toplanması üzerine odaklanıyor. Trump’ın, demokrasiye açık destek yerine ekonomik kalkınmaya öncelik veren yaklaşımının, önceki yönetimlerin Ortadoğu’nun en karmaşık sorunlarını çözme çabalarından daha başarılı olup olmayacağı belirsiz.

ABD’nin Şam’a yaklaşımı, sadece İsrail ile normalleşme bağlamında değil, aynı zamanda Suriye’nin genel geçiş sürecinde de belirgin. ABD’nin Şam’daki büyükelçiliğini yeniden açma planları, Şam’ın uluslararası meşruiyetini güçlendirme çabasının bir parçası. Ancak bu süreçte, ABD’nin SDG’ye yönelik tutumu sert bir dönüş yaptı. SDG’nin özerklik taleplerindeki ısrarı, Washington’ın “tek devlet, tek ordu” vizyonuna ters düşüyor. Barrack’ın “Tek yol Şam’dan geçer” açıklaması ve federalizmin Suriye bağlamında uygun olmadığını vurgulaması, ABD’nin Şam’ı destekleme yönünde net bir tavır aldığının göstergesi.

ABD Merkez Komutanlığı’nın yeni yetkilisi Bradley Cooper’ın, Şara’nın görevde kalmasının Suriye’nin istikrarı için kritik olduğunu vurgulaması, bu pozisyonu pekiştiren bir durum. Ayrıca, “Kararlılık Operasyonu” kapsamında SDG’ye ayrılan askeri finansmanın en düşük seviyesine gerilemesi ve fonların büyük ölçüde IŞİD kampları ile cezaevlerini güvence altına almak için yönlendirilmesi, SDG’nin ABD nezdindeki stratejik öneminin azaldığını ima eder nitelikte. Trump’ın son yürütme emriyle bu tesislerin sorumluluğunun Şam’a devredilmesi, SDG’nin elindeki en önemli uluslararası nüfuz araçlarından birini kaybetmesine yol açtı.

Şam’la müzakereler

SDG, Şam ile ilişkilerinde hem ABD’nin hem de bölge ülkelerinin daha fazla baskısına maruz kalmakta. Mart 2025’te imzalanan 10 Mart Anlaşması, Şam ile SDG arasında bir çerçeve sunmuş olsa da, 9 Temmuz 2025’teki Şam zirvesi gibi son toplantılar somut bir ilerleme kaydedemedi. SDG’nin, bağımsız askeri yapısını koruma, kuzeydoğuda “Suriye Demokratik Güçleri” adı altında kalıcı bir varlık sürdürme ve Özerk Yönetim’in kurumsal yapısını bozulmadan koruma talepleri, Şam’ın “tek devlet, tek millet, tek ordu, tek hükümet” vizyonuyla çelişiyor. Bu talepler, Şam’ı ve arabulucu ABD ile Fransa’yı hayal kırıklığına uğratmış durumda.

SDG’nin sahadaki eylemlerine ilişkin çok fazla haber geliyor ancak bunların ne kadarı doğru teyit etmek güç. Örgütün Halep’in kuzeydoğusunda ateşkes anlaşmasının silahsızlanma maddelerine aykırı olarak ağır silahlarını yeniden konuşlandırdığı, Rakka ve Haseke’de geniş çaplı tünel inşaatları ve son altı ayda 100’den fazla Arap vatandaşın (aralarında kadınların da bulunduğu) gözaltına alınması, teyide muhtaç haberler… 19 Haziran’da Özerk Yönetim’in Kamışlı Havalimanı’nı işletmek için “genel yönetim” kurma kararı vermesi ise Şam’la arasında ilişkilerin biraz daha gerilmesine yol açmış görünüyor. Bütün bu adımlar, SDG’nin Şam’la uzlaşmanın kendi özerk yapısını güçlendirme ilkesine aykırı olmaması çerçevesinde ancak mümkün olacağını düşündüğünü gösteriyor. Peki SDG taleplerinden geri adım atacak mı?

SDG’nin geleceği: Entegrasyon mu, çatışma mı?

SDG’nin özerklik taleplerindeki ısrarı, onu Şam ile kaçınılmaz bir çatışma rotasına sokabilir. Şam’ın, güç kullanımında tekel olma talebi ve SDG’nin tamamen dağıtılıp Suriye ordusuna entegre edilmesi gerektiği yönündeki duruşu da uzlaşma olasılığını zorlaştıran bir başka husus. Öte yandan SDG’nin, Şam zirvesinde 2025 sonu için belirlenen anlaşma süresini uzatma talebi, ülkede yakın gelecekte bir anlaşma olma olasılığının giderek azaldığını, bunun olacaksa daha uzun vadede gerçekleşeceğinin bir başka göstergesi olarak görülebilir. Ancak gerek ABD gerekse bölge ülkelerinin sabırsız olduğu görülüyor. Barrack’ın Ağustos 2025’i anlaşma için son tarih olarak belirlemesi, SDG’ye yönelik baskıyı artırsa da SDG’nin de başta IŞİD meselesi olmak üzere elindeki kozları var, ancak bunlar ne kadar işe yarayacak, belli değil.

SDG’nin bu süreçteki en büyük dezavantajı, zaman unsuru. ABD’nin finansal ve askeri desteğini azaltması, IŞİD kampları ve cezaevlerinin Şam’a devredilmesi ve bölgesel aktörlerin (özellikle Türkiye’nin) SDG’ye yönelik artan tepkileri, SDG’yi giderek daha savunmasız bir konuma itiyor. Muhtemelen daha önce SDG’yi destekleyen ancak şu an Şara’ya daha yakın duran Körfez ülkeleri, başta Suudiler olmak üzere örgütten desteğini çekebilirler.

Şam’ın İsrail ile normalleşme çabaları, SDG’nin özerklik taleplerini daha da marjinalleştirebilir. Böyle bir ihtimal mevcut ancak öte yandan Şam İsrail’le ilişki kurarak mevcut zorlukları aşma ya çabalasa da Suriye halkına rağmen İsrail’le ilişki kurma niyeti, duvara toslayabilir. BAE zaten Şara ile İsrail arasında bir köprü rolü oynamasına oynuyor da Türkiye’nin de bu role ve sürece destek verdiği yönünde güçlü şüpheler mevcut. Öte yandan İsrail de her ne kadar Şara aleyhine kışkırtıcı açıklamalar yapsa da aslında bu açıklamaların İsrail’in gerçek niyetini kamufle etme hamlesi olabilir. Zira taraflar arasında gizli görüşmeler sürüyor. İsrail’in en büyük arzusu, Suriye’yi İran’a karşı bir denge unsuru olarak kullanmak. Bu durum, Şam’a avantajlar kazandırırken diğer taraftan da kendisi için bir saatli bombaya dönüşebilir.

Özetle sürecin geneline bakıldığında durumun SDG açısından hiç iç açıcı olmadığı, ABD’nin giderek Şam’a daha yakın bir tutum alması nedeniyle Şam karşısında SDG’nin daha dezavantajlı bir pozisyona sürüklendiği söylenebilir.

İslam Özkan

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM