Sivil toplum kuruluşlarımız protesto mitingleri düzenliyor.
Gidip sloganlar eşliğinde mazlum Filistinli kardeşlerimize yapılan insanlık
dışı zulümleri telin ediyoruz, Siyonist işgal çetesine lânetler okuyoruz, sonra
dağılıp evlerimize gidiyoruz. Olması gereken bu mu? Hayır, asla! Bu konuda
siyasîlerimizin vebâli büyük. Onlar konuşmamalı, onlar beyanatlarda
bulunmamalı, onlar ivedilikle ve derhâl harekte geçerek Siyonist işgalcilerin
anladığı ve hak ettikleri şekilde muameleye/icraata girişmeli. Merhum Erbakan Hocamız,
"Siyonistler ancak güçten anlar" deyip bu sözünü lafta bırakmadı ve
İslâm Savunma Gücü'nü oluşturmak için D-8'i kurdu. O dönem silahlı kuvvetlerin
içerisine sızmış olan Siyonistlerin piyonu bir takım generaller aldıkları
talimatlarla derhâl harekete geçip 28 Şubat Post-modern darbesini yaparak
REFAHYOL Hükümeti'ni devirmişlerdi. Filistin davasından ve İslâm Birliği'nden
söz eden Erbakan'a tahammül edemeyip "Kudüs Günü" etkinliğini bahane
ederek alçakça ve melunca darbe yapmışlardı. Hatırlayalım, dönemin Refah
Partili Sincan Belediye Başkanı Sayın Bekir Yıldız ve Kültür Dairesi Başkanı
Sayın Hüseyin Avni Yazıcı'nın organizasyonu ile Sincan belediye binasının
önünde Mescid-i Aksa maketinde bir çadır kurularak "Kudüs Günü"
etkinliği düzenlenmişti. Bildiğiniz üzere Merhum İmâm Humeynî, Filistin
toprakları kurtulana kadar her Ramazan ayının son Cuma'sını "Kudüs
Günü" ilân ederek Müslüman halkların ve Müslüman halkları yöneten
siyasîlerin Filistin davasına sahip çıkmaları için bugünde geniş kapsamlı bir
takım etkinliklerin yapılmasını vasiyet etmişti. Bunun üzerine her Ramazan
ayının son Cuma'sında dünyanın değişik coğrafyalarında Filistin davasının
sahiplenilmesi adına Müslümanlar bir takım etkinliklerde bulunmaktadırlar.
Doğal olarak İslâm Cumhuriyeti'ni temsilen buradaki etkinlikte konuşma yapması
için İran İslâm Cumhuriyeti Büyükelçisi Muhammed Bakırî davet edilmişti.
Büyükelçi bu etkinlikte diplomasî kurallarına riayet ederek siyasî konulara ve
Türkiye'nin iç meselelerine temas etmeden sadece Filistin'in İslâm dünyası
nezdindeki statüsü hakkında ve mazlum Filistin halkının İslâm ümmetinden
beklentilerini dile getirmişti...
Ayrıca bu toplantıda Selâm Gazetesi Haber Müdürü Nurettin
Şirin bir konuşma yaparak mazlum Filistin halkının uğradığı zulümleri kendine
has üslubu ile (tabiri caizse) feveran ederek/haykırarak ifade etmişti. Yüreği
Filistin için yanan bir insan feveran etmesin de ne yapsın? Maatteessüf ki, bu
etkinliğe istinaden hemen harekete geçen Siyonist güdümlü medya sekiz sütuna
manşetlerle olmadık tezvirat ve saldırılarda bulunarak "Asker
İşbaşına" çağrısında bulunmuşlardı. Yine maatteessüf ki, silahlı
kuvvetlerin içerisine sızmış ABD ve Siyonist uşağı bir takım generaller
"Gerekirse silah kullanırız" beyanatlarıyla Siyonist işgalcileri
"kraldan çok kralcı" mantığı ile savunma refleksine girerek harekete
geçtiler. Perde arkasından verdikleri talimatlarla İran İslâm Cumhuriyeti
Büyükelçisi Muhammed Bakırî, diplomasi dilinde kullanılan "Persona non
grata" (istenmeyen adam) ilân edilmişti. Öyle ki, bu tutumla nezaket
diplomasisi ve mütekabiliyet ilkesi ayaklar altına alınmış ve Büyükelçi
küstahça apar topar sınır dışı edilmişti. Nurettin Şirin'e ise, Hamas ve
Hizbullah'a yönelik övücü sözler sarf ettiği için bu örgütlerin "sair
efradı" olmaktan (bir hukuk skandalı muamelesiyle), haksızca 17.5 yıla
mahkum edilmişti. Belediye Başkanı Sayın Bekir Yıldız'a, Kültür Dairesi Başkanı
Sayın Hüseyin Avni Yazıcı'ya ve etkinlikte tiyatro oyunu sergileyen 15-16
yaşlarındaki çocuklara 5'er buçuk yıl mahkûmiyet verilmişti. Az önce söz konusu
ettiğimiz o dönem, siyasete müdahil olan ABD ve Siyonist çete piyonu askerî
unsurlar tam bir "Gestapo" örneği sergilemişlerdi. Düşünebiliyor
musunuz? Müstevlilere/işgal güçlerine özgü bir tutum içerisinde Sincan
sokaklarına tankları indirmişlerdi. Sincan halkı olağanüstü bir tedirginlik,
korku ve panik yaşamıştı. Sormak lazım, Sincan halkını korku ve endişeye sevk
etmek alçaklık ve melunluk değil de nedir? Bu nasıl bir küstahlıktır böyle? Siz
işgal gücü müsünüz? Bu halkın ekmeğini yiyeceksiniz, bu halkın ödediği
vergilerle maaş alacaksınız, bu halkı temsilen o makamlarda bulunacaksınız
sonra da kalkıp bu halka tank namlusu doğrultacaksınız. Bu olacak iş midir?
Demek ki siz büyük şeytan ABD'den ve Siyonist çeteden aldığınız talimatlarla halkınıza
bu alçak muameleyi reva görüyorsunuz.
Oysa Müslüman bir halkı temsil etmekle mükellef olan silahlı
kuvvetlerin literatürümüzdeki diğer ismi, "Peygamber Ocağı"dır.
Cumhuriyeti kuran irade bunu dile getirmemiş olsa da Müslüman halkımız nezdinde
olan tanım budur. Bu ordu geçmiş tarihlerde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de
sadece kendi halkına yönelik değil, yeri geldiğinde başka coğrafyalarda, hatta
başka din mensubu halklara hamilik yapmıştır. Tartışılan yönleri bizde mahfuz
olmakla birlikte Galiçya ve Kore savaşları buna en somut örnektir. Peki şimdi
bize ne oluyor ki din kardeşlerimiz olan mazlum Filistin halkı zamana yayılmış
bir şekilde ve orantısızca soykırıma maruz kalırken bizim siyasîlerimiz neden
harekete geçmiyor? Oraya ilk etapta bir barış gücü göndermemiz gerekmiyor mu?
Bildiğiniz üzere benzeri zulümlere maruz kalan Kıbrıslı soydaş ve
dindaşlarımızın feryadına (20 Temmuz 1974 tarihinde) "Barış Harekâtı"
ile koşmadık mı? Bosna'nın Zenica kentinde hâlâ barış gücümüz görev başında.
Peki Filistin'de neden barış gücümüz yok? Oysa biz ülke olarak Osmanlı'nın
bakiyesi değil miyiz? Filistin toprakları 400 yıl Osmanlı'nın muhafazsı altında
değil miydi? Osmanlı 400 yıl Filistin topraklarına hamilik yapmadı mı? Şimdi bu
zillet hâlimiz neyin nesi? Şairin dediği gibi, "Ey milleti merhume
uyan!" Daha ne kadar bu zulümlere tanık olacağız? Siyonist işgalcilerin
Filistinli kardeşlerimize yaptığı zulümlere sessiz kalmak, o mazlumların
feryadına kulak tıkamak, onlara bu soykırımı reva görmekten başka bir şey
değildir...
Şehid Şeyh Ahmet Yasin uzunca bir şiirinde dile getirdiği
üzere, (özellikle Müslüman ülkelerin başındaki yöneticileri kast ederek),
"Allah'ım, ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum" diyor. Bu
siteme, bu şikâyete nasıl tahammül edilir? Bu sitem nasıl sineye çekilir?
Yaptığımız sokak röportajlarında insanlarımızın kahir
ekseriyeti Filistin davasına sahip çıkmayan siyasîlerimize sitem ediyorlar ve
Merhum Erbakan Hocamız'ın D-8 projesine sahip çıkılmasını ve D-8 bünyesinde
kurulmak istenen "Barış Gücü"nün ivedilikle hayata geçirilmesini
istiyorlar. Elbette bütün bu projelerden güdülen nihai hedef "İslâm
Birliği"nin kurulması ve yeni bir dünya düzeninin tesis edilmesidir. Ancak
bu şekilde uluslararası arenada yaptırım ve caydırıcılık gücüne sahip
olabiliriz ve ancak bu şekilde ABD'nin ve Avrupa ülkelerinin hamiliğini yaptığı
katil sürüsü Siyonist işgal çetesi Filistin topraklarından kovulabilir.
Bakınız, biz halkımızın duygularına tercüman olarak dile getirdiğimiz çözüm
önerileri pratize edilebilecek nitelikte olmakla birlikte biz Müslümanlar için
bu mesele imânımıza/akidemize taallûk etmektedir. Bu projeleri ümmet olarak
hayata geçirebiliriz. Zira Rabbimiz bize kaldıramayacağımız bir mükellefiyet
yüklememektedir. (Bakara: 286)
Merhum İmâm Humeynî'nin ümmete yaptığı vasiyetler de bu
doğrultudaydı. İslâm ümmetinin başındaki siyasîler ne yapıp edip "İslâm
Birliği"ni tesis için her türlü diplomatik girişimde bulunmak
ödevindedirler. Bu imânî bir sorumluluktur. Öte yandan Rabbimize hamd ve senalar
olsun ki, sahada cihadî mücadele veren "Direniş Cephesi" büyük bir
sorumluluk yüklenmiş vaziyettedir. Az önce ifade ettiğimiz gibi ümmetin siyasî
birliği elbette şart, ancak sahadaki mücadele başlı başına bir sorumluluktur.
Buna istinaden Merhum İmâm Humeynî sadece "Kudüs Günü"nü ilân etmekle
ve bu kapsamda yapılması gereken etkinliklerle yetinmemiş ve ümmetin namus-u
ekberi olan Filistin topraklarının kurtarılması için verdiği talimatla Devrim
Muhafızları Ordusu bünyesinde müstakilen "Kudüs Gücü"nü kurmuştu. Bu
güç kurulduğu günden beri sahada "Direniş Cephesi" olarak
mücadelesini/cihadını sürdürmektedir. İşte bu gücün lojistik desteği ile
Filistin intifadası sapanı, taşı bir kenara bırakıp "Kudüs Gücü"
Komutanı Şehid Hacı Serdar Süleymanî'nin kendilerine ulaştırdığı silahlarla,
roket ve füzelerle işgalci Siyonist güçlerine karşı sarsılmaz bir mücadele
vermektedirler. Bu destekten dolayıdır ki, 2005 yılında Siyonist işgalcileri
Gazze topraklarından bi iznillah kovmuşlardı. Ve o gün bugündür Siyonist çete
defalarca Gazze'yi işgal için saldırıda bulunduğunda, her seferinde İran'ın
verdiği füzelerle karşılık verip düşmanı geri püskürtüyorlar. Nitekim Netanyahu
yaptığı beyanatta, "Biz Gazze'de İran'a karşı savaşıyoruz" diyor.
Yine gazeteci Netanyahu'ya, "Üç düşman ülkesi sayar mısınız?"
dediğinde, Netanyahu, "Bir, İran; iki, İran; üç, İran" diyor. Sosyal
medyada bu beyanatların videoları yaygın bir şekilde dolaşımda. Keşke bunu bazı
hocaefendiler de görse de artık, "İran bugüne kadar İsrail'e bir taş atmış
mıdır?" diyerek dile getirdikleri tezvirat ve iftiralardan vazgeçseler.
Elbette aklımıza şu da geliyor! Bu videoları görmemiş olmaları mümkün değil.
Aslında Emevî zihniyetiyle iğdiş edilen beyinleri bu hakikati görmelerine mani
oluyor. Boşuna dememişler, "Gören göz buğulu ise her şey buğulu
görülür." Onların gözleri de böyle. Nitekim Rabbimiz buyuruyor ki:
"Onların kalpleri vardır ama kavrayamazlar; gözleri vardır ama göremezler;
kulakları vardır ama işitmezler." (Â'râf: 179)
Şunu ifade etmiş olalım ki, hem ümmet bünyesindeki ahmak
düşmanlar tarafından (buna sadece birtakım hocaefendiler değil, IŞİD ve muadili
olan terör örgütleri de dahil), hem dış düşman büyük şeytan ABD'nin engelleme
çabalamalarına rağmen "Direniş Cephesi" bi iznillah hedefine
ulaşacaktır. Gidişat ve gelişmeler bunu gösteriyor. Nasıl ki, Hayber Kalesi'nin
fethini Allah Teâlâ bir sürü sahabenin arasından İmâm Ali'ye nasip ettiyse,
Filistin'in fethini de bir sürü devletin arasından İmâm Ali ve Ehl-i Beyt yâranı
olan İran İslâm Cumhuriyeti'ne nasip edeceğe benziyor. Gelişmeler ve gidişat
buna işaret ediyor. Vesselâm...