Toplumsal tıkanma ve tükenme bir ideolojinin, bir fikri
akımın en büyük belasıdır.
Bir toplumda bir düşünce akımının “mebde-mead/
başlangıç-son“ diye bir seyri vardır. Mebde çıkış kaynağı, Mead ise varacağı
hedeftir. Bir ideoloji ve fikri akım bu seyrinde kendisine inanan insanları bir
hedefe doğru götürür. Başlangıçtan sona doğru bir tekamül, olgunlaşma söz
konusudur.
Bir ideoloji veya düşünce akımı başlangıcında yeni bir
düşünce olarak ortaya çıkar ve insanlar da yeni bir fikri akım diye peşinden
gider. Bir kaç nesli peşinde sürükleyen bu ideoloji kendisini yenilemez ve
peşine taktiği insanları akli ve ilmi olarak doyurmaz, toplumların ihtiyacına
cevap veremezse duraklama ve çok geçmeden çöküş sürecine başlar.
Batı düşünce akımları - doğru veya yanlış- devamlı
kendilerini yenileyerek veya yeni düşünce akımlarını ortaya çıkararak insanları
peşinden sürüklemesini başarmıştır. Batı düşünce akımlarının kutsal veya
ilkesel değerleri olmadığından eski düşünceleri terk edip yenisini sunmaktan
çekinmezler.
Ürettikleri düşünce akımlarını kendi has terminoloji ve yeni
metodolojiler ile küreselleştirmeyi başardılar. Hedefleri fizik alemi, maddi
dünya olduğundan insanların dünyevi ihtiyaçlarını gidererek dünyalaştırıp
materyalistleştirdiler. Maddi ilerlemeler artıkça sekülerleşti insanlar.
Müslüman dünyası haklı olarak bir taraftan kutsalları,
değişmez ilkeleri terk edemedikleri; öte
yandan zamanın şartlarına göre düşüncelerini yenileyip güncel ihtiyaçlara
cevaplar, çözüm yolları üretemedikleri için ister istemez Batıyı takip etmek
zorunda kaldı.
Şii Müslümanlar da diğerleri gibi Batının aydınlanma
döneminin ürettiği kavramları kullandı ve bu yüzden Batı paradigması dışına
çıkamadılar.
İlmi öğrenmek için yanlış kapıdan girdiğimiz için ilim
şehrine varamıyoruz. Düşünce üretmek için “Şehir Risalet şehri, kapı Velayet
kapısı“ olmazsa çok doğal olarak elde edilen ilim, dalalete götüren bilgiden
ibaret olacaktır.
Bilgi üretemiyoruz, aynı şeyleri tekrarlayıp duruyoruz,
dünyanın değişmesine, insanın bilgi, bilim ve zekası gelişmesine rağmen yeni
bir şey ortaya koyamıyoruz.
İlim, bilim ve aklı, iman ile birleştiremedik, ya taabbudi
imanda derinleşip ilimden uzaklaştık veya bilgi ve bilimde derinleşip imandan uzaklaştık.
İkisini sentezleyip “Akli imana ve ilmi imana“ ulaşamadık.
Allah’ı tanımadık sadece iman ettik. Dini tanımadık sadece
iman ettik, velayeti tanımadık sadece iman ettik. Yaratılışın kaynağı Allah’a
ulaşamadık, hayatımızdaki rolünü anlayamadık sadece ibadette bir vazife olarak
O’na yöneldik.
Böyle bir durumda bir kaç seçenek vardır; ya gerçekleri
görüp kendimizi yenileyerek zamanın gereksinimine göre ihtiyaçları giderecek
bilgileri üreteceğiz veya mektep takipçilerini işba-i kazip/ yalancı doyurma
ile avutacağız, veyahut tükenmişliği ilan edeceğiz.
Alimler, düşünürler, kanaat önderleri tıkanmışlığın,
tükenmişliğin tablosunu göremediğimizden velayet düşünce takipçilerini işba-i
kazip ile avutmayı tek seçenek olarak kullanıyoruz.
Bazıları bu tükenmişliği ve toplumsal tıkanıklığı gördüğü
halde çözüm yolu da sunamadığından suçu başka kesimler üzerine atmakta, başkasını suçlamayı kurtuluş yolu olarak
tercih etmektedir.
Herkesin bir görevi ve sorumluluğu vardır; alimin,
düşünürün, öğrencinin, tüccarın, çiftçinin, işçinin kendi konumuna göre Allah’a
karşı bir vazifesi olduğu göz ardı edildi.
Maalesef birilerini suçlamak, kendi sorumluluğundan kaçmak
olduğunu anlama ferasetini gösteremiyorlar. Günah keçisi aramak aslında bir şey
yapamamanın verdiği suçluluk psikolojisinin dışa vuruşudur.
Mevcut kurum ve kuruluşların yayılmacı ve kalkınma
atılımları; camiler açıp binalar yaptırmaları, başka bölgelerde temsilcilikler
açmaları bu tıkanıklığı gidermeye çare olmayacağı gibi zahiri korumaktan öteye
gitmeyecektir.
Eleştirel paneller, sloganik inkılabi söylemler düşünce
üretmiyor, sadece geçici bir heyecan yaratıyor.
Yeni neslin, dinden uzaklaşmasının önemli nedenlerinden biri
fikri doyumsuzluktur. Çünkü onları ikna edecek yeni bir söz yok, cazip ve
çekici yöntem ortaya konulamıyor.
Yeni bir hareketin, yeni bir uyanışın fitilinin ateşlenmesi
gerekir.
İşte bunun başlangıcı Rehberin son konuşmalarında buyurduğu
“Cihad-ı tebyindir/ Tebyin cihadıdır”.
Cihad-ı Tebyin nedir? İnşallah önümüzdeki günlerde bu konu
üzerinde duracağız.
Sabahattin Türkyılmaz